13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1849
Okunma

/Duvağı açılmadan göğüne küsen bir gelinin, ney sesine sokulan kıvranışı sağır eder kulakları/
Seni, bir yağmur sonrası yüreğime yaslanan gökkuşağının teninde tanıdım… Sesindeki ilk dokunuş dalından kopmuş güz yaprağına bahar nefesli bir şarkının eşlik etmesi gibiydi... Şehrimin ıslak sokaklarını serseri gülüşlerinin şefkatinde güneşle dolduran bir garip kucaklayıştın sanki…
Bazen kırılır ruhumuzun yüreğimize giden anlam köprüsü… Ve kırılan her parça yaşamın dostluk karargâhında zamanın bize sunduğu güven bahçesiyle onarılır tek tek… Karadenizin saçları yüreğime dolanan bu hırçın rüzgârını bahçeme aldığım andan itibaren, yaşamın bir başka penceresini keşfettim.
Sabır !...
Ben sabrın insana bu kadar yakışan bir gelinlik olduğunu hiç görmemiştim… Ruhunu, usunu, yüreğini istila eden bütün hücrelerine dek yetebilen bir gelinlik… Ki duvağını göğünün göğsüne kendi elleriyle örten ve belki de sonsuza dek açılmayacağını bile bile çıkılan yolculuğun mağrur ve yorgun yolcusu…
Aşka adadığı yüreğini, ona giden tek pencereli mabedinde besledikçe ben buralardan hissedebiliyordum duygularındaki iğde kokulu masumiyetin huzurunu… Belki gittiğin yol tek yöndü belki virajlarında kanattığı parmak uçlarını gecenin kasvetinde onarıyordun… Ama sabrın harmanına yüklediğin adressiz düşlerini hep şiir puluna emanet ediyor ve bu teslimiyetin ninnisine kundaklıyordun tütün kokulu yarınlarını…
Tebessümlerinin arkasına konuşlanan cehennemin yeleleri, zamanın cevapsız kalan her terennümünde saçlarını kördüğüm ediyordu… Aşkın narına soyunan gamzelerin, onun topraklarından bir adım geri çekilmeyecek kadar cesur ve sevdalıydı… Benim şaşkınlığımda senin bu cesaretinde başlıyordu ya !
Duvağına dokunan onca kırlangıcın kanatlarına savurduğun susku çırpınışını, ondan beklediğin yârim çığlığında yakıyorsun…Yüreğin, haritası kayıp bir ülkenin başkenti olsa da yolun hep ona hep ona…
Ruhun, çonam ıslığını gecenin zifiri sessizliğine sardıkça kıstırılmış bir baharın kül rengi saçlarını tarıyor gencecik ömrün… Cevabını bulamayan yetim bir çocuk gibi ayazını doğuracak bu çöl yangını anlar seni… Ve doğan her ayaz senin alazında saklı cennetini teslim alacak sessiz sessiz…
Yangınına sarılıp sarılıp duvağına çiğ taneleri doğurman benim en görkemli hüzünlerimi bile ürkütüyor gamzeli hüznüm…
Ey Laz yüreğine esmer sancıları eken kız!
Bilmez misin gökten düşen üç elma sadece masalların bize sunduğu kekremsi bir düş salıncağıdır…
Ey gizemli derinliğine kahverengi güller deren kız!
Anlamaz mısın ceplerimizde sakladığımız mavi bilyeler çocuk yanımızın bize sunduğu büyümek yangınıdır sadece…
Hadi dost-u figanım…
Tutalım yaşamın kıraç topraklarında esir kalan kelebeğin kanatlarından… Belki, bir rüzgâr dokunur gözlerinde açan vuslat çiçeğine… Kim bilir belki de o kelebeğin ömrüne biçilen kıymetin sende göverecek sonsuzluğu getirir onu sana…
sırasını savanların yağmuruna
sırrını gömen gazelin
kıpırtısı düşüyor
ılgıt ılgıt…
sessiz ol yaşam!
k/özüme sorgular savuracağım
sonra
kutsanmış bir öykünün can suyuna
kurgusu umut dolu dualar sağacağım…
Mehtap Altan…
18.02.2011