18
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2206
Okunma

"İnsan bazen de bitti sanılan bir ömrün son kırıntılarında doğar hayata."
Adım adım bir yalnızlıktı uykusunda büyüyen... Acılarını unutmak istemişti oysa yalancı ölümün kollarında geceye doğru akarken saatler öncesinde. Ancak daha uykuya kanmadan aynı sancılar içinde açmıştı gözlerini bulanık renkli dar odasında sabaha.
Gece hiç uğramamış ve gece hiç gitmemiş gibiydi. Kara bulanık bir yalnızlıktı yaşadığı. Dışarıda kalan kolu üşümüştü ve parmaklarında bir uyuşukluk hissediyordu. Sakin bir hüzün içinde toplayıp kolunu soğuk odasından yorganın altına sakladı birden. Ilık bir sıcaklıktı hissettiği. Bekledi kısa bir süre ve uzadı zaman göz uçlarında anlamsızca.
Önce sol tarafa doğru döndü yatağında. Ancak kalbi bir kuş gibi çırpınıyordu kolunun altında. Bu sarsıntıya daha fazla dayanamadı ve derhal sağ tarafa yuvarladı titreyen bedenini. Bu seferde kör duvar ağzına kapanmıştı ve boğulmak üzereydi sanki.
Ani bir hızla direkt sırt üstü döndü ve tavana gözlerini dikti. Gökyüzündeki mavilik görünmüyordu. Bir mezarda gibiydi haleti ruh iyesi.
Bir an, odanın üçüncü köşesinde beliren örümcek ağına odaklandı bakışları, kendinden daha güçlü görünüyordu bu hayvancığın yuvası.
"Güçsüzüm" dedi ve kıvırdı ayaklarını dirseklerinin hizasına doğru. Kasıklarında dayanılmaz sancılar koşturuyordu.
Daha fazla dayanamadı ve doğruldu yerinden yavaşça. Oturup yatağının üzerine dizlerini çenesine dayayıp tüm ağırlığını sessizliğe yükledi sonra. Saçları darmadağındı ve rahatsız edici bir dokunuşla yüzünü okşuyordu. Gözlerinde yorgun bir ağırlık vardı. Sanki gece boyu ayaz bir nöbet geçirmiş gibiydi. Zaten uykuya dalarken de bir savaş halinde dünya ile bağını koparmıştı. En son düşündüğü şeyi hatırlamıyordu ama ağır bir yenilgiye uğramış olduğunun farkındaydı.
"Komik" dedi acı bir tebessüm ile.
Ve dudaklarını ısırdı hiddet içinde koparırcasına. "Kendi kendime mi yeniliyorum ben?" diye aklından geçirirken bir an, kaldırıp ellerini yavaşça saçlarını topladı arkaya doğru. Başında sarımtırak bir ağrı vardı. Ve saç dipleri inanılmaz bir acı içinde çığlıklar koparıyordu.
Şakaklarını ovuşturup kafasını ellerinin arasına aldı.
Sıktı, sıktı... Daha çok sıktı. Sanki canını hissetmiyor gibiydi. Her gerçek onu bırakıp gitmişti, bir zamanlar olan o varlık gibi.
Of dedi... Ve yorgana daha sıkı sarılıp biraz daha kendini dinledi. Yerinden kalkmak istemiyordu. Bir an, gözlerini kirpiklerinin dibine süratle gömüp, kapadı sabahın tüm ışıklarını. Karanlık bir griydi gördüğü. Alaca bir şeyler uçuşuyordu retinada dönen bu gri âlem içinde.
Bu günden hızla kopup geçmişe kaydı tüm düşünceleri. Gitmek istiyordu sonsuza doğru,yitmek istiyordu geçmişe doğru.
Ne kadarda ışıktı o mazi. Ne çok özlüyordu çocukluğunu. Çamura bulanmış o kirli çocukluğu, güneşe b/ulaşmış bu karanlık günlerinden daha temizdi. Babasıyla duvarları çınlatan gülüşleri yankılandı kulaklarında ani bir hızla.
Bir an duvarlar üstüne yıkılıyor sandı. Korku hafif, hafif sızıyordu gözlerinin içine. "Azad et beni gece, azad et beni" dedi sessizce.
Korkusunu uslayıp, düşlerine döndü hissizce.
Çocukken her sabah uyandığında ilk önce annesinin odasına koşardı... Oyunlar oynardı babası ile doyumsuzca. Her gün, her gün yapardı bunu. Hiç bıkıp usanmadan hem de. Çocuktu ve bitmesin isterdi bu oyunları.
Zıpladıkça annesinin raylı yatağının üzerinde, gıcırtılı sesler gelirdi ve oyunu daha da eğlenceli bir hal alırdı çocuk yüreğinde. O babasıyla oynaşırken gülüp oynaya, mutfaktan annesinin yaptığı çay ve omlet kokusu gelirdi burnuna. Ne kadarda eğlenceli olurdu bu oyunlar, sevdikleri ile birlikte...
Sondu bu oyun. Oyunun sonuydu işte.
Gözlerini sıkıca kapayıp "hiç büyümeseydim Allah”ım" dedi ve üç saniye içinde gözlerini öfkeyle dünyaya geri açtı. Irmaklar doğurmuştu kirpikleri. Ağlıyordu yaralı bir kırlangıç gibi... Uçmak istedi ancak, kanatları kırıktı. Bir oradaydı bir bura da. Bu nasıl bir yaşamaktı? Hangi hayat onundu? Bedenini taşıyan kimdi?
Ellerini ovuşturmaya başladı. Dokundukça elleri ellerine söyleşiyordu hücreler deri üstünde inleyen canıyla. Ve ateşe dönüyordu avuç içleri öfke ile. Gözleri tek bir yere bakıyordu o an. Tek bir şey düşünüyordu aklında. Hafızasına program yüklü bir makine gibi bıraktığı yerden başlamıştı güne, dinmeyen h/iç sesleriyle. Ne olduğunu bil(m)i-yordu ve neye esir olduğunda. Bilerek esir olmak hiç olan şeylere.
Bildiği şeyin pençesinde olmak tarifsiz bir acıydı aynı zamanda.
Canı yanıyordu. Başını hafifçe kaldırdı. Sonra kirpiklerini göz bebeklerinin üzerinden zorla kaldırıp, çevirip pencereye doğru baktı istemedende olsa. Perdelerini açmalıydı. Çünkü sabahtı. Az ötede güneş vardı. Dokunsa yanacak gibi. Apaydındı dışarı. Karanlık dünyasına dönüp bir an" güneş ölüleri ısıtmaz mı "? Diye sordu kısık bir ses ile. Cevap gelmedi içinden kendine. Kendi dahi kendine cevap veremiyordu şu an.
Saate baktı. On bir elli beşi gösteriyordu. Gün ortasına az bir zaman kalmıştı. Ayaklarını yataktan aşağıya sarkıtıp, tüm gücüyle bütün ağırlığını terliklerine yükledi. Terlikleri pembeydi. İndirip gözlerini aşağıya, daldırdı bakışlarını ayağı üzerine resmedilen bıyıklı kediye. Gülüyordu kadının yüzüne kedi, şirince. "Sen" dedi kedicik... Üşümedin mi dün gece. Üzerine yorgan da örtmemişsin. Karanlıkta mı bekledin gece boyunca? Seni kim dikti benim ayaklarımın üzerine söylesene. Kedide bir değişim yoktu ve hala gülüyordu kadının yüzüne.
"Anladım" dedi. Senden de bir cevap yok bana. Parmaklarını sağa sola kıvırıp önce ayağa kalktı. Sonra bir iki adım atıp perdelere dokundu. Hızlıca Açıp pencerenin kanatlarını derince soludu zemheri rüzgârını içine. Yüzünü öpen soğuk ruhuna yürüdü aniden. Hafifçe bir titreyiş ile tam bir dönüşle kapıya yöneldi sonra.
Mutfağa doğru yürüdü. Ama hiç bir ses gelmiyordu mutfaktan. Omlet kokusu da yoktu.
Anladı, artık büyümüştü. Üzerine Kırmızı paltosunu alıp dokundu kapının koluna. Hızlı adımlarla merdivenlere sesleri yayıp sokağa fırladı. Uzun bir yol vardı önünde. Kargaların göklerdeki "gak gak" diye inleyen sesleri, serçe kuşların kuru daldaki "cıvıl cıvıl" yükselen serenatları. Rüzgâr kaldırıyordu toprağın ruhundaki bulanık tozu. Silip süpürülüyordu denî dünya. Her şey birbiri ile söyleşiyordu dışarıda. Sesler, sesler ve uğultular bir yarış halinde idiler.
Çarpıştıkça hızla tükenen bu yaşam, parçalara bölünüyordu tüm gerçekler.
Ve kırıntılar içinde elleri yalnız bir hayat, güneşe dokunuyordu nihayet.
Gölgesini bırakıp ardına kadın, yürüdü çocukluğuna doğru.
Her insan yeniden doğduğu gün büyümüş olacaktı bir gün...