16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2784
Okunma

1990 yılının baharı karşılayan yorgun, umutsuz ve üşümelerinden yeni çıkmış günlerinden biriydi. Kayseri’de doğan, büyüyen her insanın içinde bir Erciyes saklıdır.
Bu tılsımlı dağ, beyaz duvağının ardında yangını ruhunda ekili savaşçı yaşam çiçekleri saklar ve bu çiçeklerin tamamı eteklerinden nefesini çalmış cesur salınışlardır. Erciyes kadar büyük, zirvesindeki karlar kadar güçlü, eteklerindeki düşler kadar hassastır topraklarında büyüttüğü soluklar.
Yine Erciyes dokulu düşlerimin kılıfından sıyrılırken yaşamsal devinimlerim, televizyonda sık sık tekrarlanan bir duyuru dikkatimi çekmişti. Verdikleri kelimeler ışığında kompozisyon hazırlayıp o dönemin Türkiye Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Levent’e gönderilmesi isteniyordu. Lise 1. sınıftaydım ve bu fikir bana biraz korkutucu gelse de o dönemdeki kendine özgüveni olmayan kişiliğimin ilk cesur adımı olacaktı. Seçtiğim kelime “sorumluluk” olacaktı.
Sorumluluk kelimesini alıp işlemiştim gençliğimin bana verdiği dün, bugün ve gelecek nakışıyla. Elbette tecrübe hırkası üzerimde olmadığı için biraz yalın ama içten doğal ve samimi bir kompozisyonun sahibi olmanın gururunu yaşamıştım o dönem. “Sorumluluk” konulu kompozisyonumu beğenen Sayın Tamer Levent beni Ankara’ya TRT stüdyolarına davet etmişti yaptığı bir gençlik programına konuk olarak.
Devamı bende güzel ve unutulmaz anı olarak kalacak dolu dolu iki gün geçirmiştim. Ve o iki günün sonrasında, kulaçları kendi nehirlerinde saklı bir yaşamın, küskün çiçeğini saran sessizliği olarak hafızamda kalacaktı ruhumun yetim susuşları.
Ve bu anıdan yola çıkarak diyorum ki… Sorumluluk; kendimize, başkalarına ve yaşamsal koşulların parçası olan oluşumlara karşı yerine getirmemiz gereken yükümlülükleri, zamanında yerine getirme zorunluluğudur. Bu tanımdaki en ince nokta “zamanında” kelimesindeki kapısı aralanmış sırdır bence.
İşte yıllar öncesinde topraklarına girdiğim sorumluluk kelimesinin hala şifrelerini çözmeye çalışan ve bu şifreleri çözerken yeniden yeniden kördüğüm olan kuşatmanın sınırlarındayım. Tek anahtar ise “zamanında “ gerçekleştiril/e/meyen sorumlulukların şimdiki an da karmaşalar sızdırması yaşamın dalları güz dokulu yollarına.
Sorumluluk bilincinin ya tam aşılanmaması ya da basmakalıp düşüncelerin gölgesinde kendisini aşamamasının sonucu hep başkaları tarafından güdülen sorumsuz kişiler cennetine dönmüştür şahit olduğum toplum aynası. İlk özeleştiriyi kendi adıma yapacağım. Dolayısıyla, anlatmak istediğimi en derininden nakşedeceğim cımbızın yaranın kabuğundaki iyileştirilebilecek yeri acıtmadan çekmesi gibi.!
Ömrümün şuan ki demine kadar, ruhumun dallarını en iyi sardığı dönemleri sadece kolayı seçip kabuğuma sığınarak geçirmek kendime, yüreğime ve ruhuma karşı yaptığım en büyük sorumsuzluktu. Ve bunun tortularını hala taşıyan bir geç kalma korkusunun oklarını barındırıyorum yüreğimde. Zamanında kendi adıma at/a/madığım adımlarımın sesini, şimdi kabuğumu kırdığım yaşam yarışında hüzün pencerelerimin can kesiği ikileminde bastırıyorum. Sabır etaplarını telaşlarımın kaldırımlarını kıra kıra geçiyorum ama!
’Ama’ derken bile geç kalmış bir devinimin sorgulu sarkacına takılı kalmış yağmurlar serpiştirmekte gönlüm.
Şimdi siz söyleyin, hangi sorumluluğunuzu yerine getirmediğiniz için ruhunuzun öksüz duvarına yaslıyorsunuz başınızı? ...
Mehtap Altan
05.12.2010