Karadeniz rüzgarı dolanıyor damarlarımızda uslu dur ki yazdıklarımda az da olsa bütünlük olsun.
Sen! Gazel rengi kanatlarında. Göçmen kuşları seyretmek istedin!
Ben! Karda nal izlerini atların. Ve at hırsızlarının..!
Buluştuk uzaklarda suyun yandığı bir yerlerde…
Kanadı kırılmıştı göçmen kuşların Baktım atlar da yoktu yerlerinde...
Sen! Göçmen kuşlarını seyrederken, yine aynı kar yağıyordu
Benim gözlerimse yerdeki at izlerini arıyordu
Of Aysu of..! Halâ kar yağıyor bak, ondan mıdır bilmem içim ne çok üşüyor…!
Geceleri kar yağar sıra dağlar ardında sanırsın ki her yer kar beyazı değil mi Aysu
Oysa yerler kan revân…Üzülme be Aysu! Dedem demişti ‘’atları hep vururlar’’ ben o zaman çekirdek çıtlatıyordum.
Birde demişti ‘’bu dağlar sıra dağlar içinde kimler ağlar?’’ O zamanlarda annem saçımı iki örgü yapıyordu ya! Ne güzel yakışırdı. Geçen gün üşenmedim saçıma iki örgü yaptım sonra yine üşenmeden
Güldüm…
Hani parayı kendimiz yarattık ya Aysu...Sonra da kölesi olduk! Bil ki gün gelecek gülümseyebilmek için jeton atacak bir dünyada yaşıyor olacağız.
Atlarda kalmıştık değil mi ?
Ben çocukluğumdan beri nal izlerine bakarım. Ah şu dedem ah..!Hele ki kar yağdıysa Aysu!
Bütün atların ne tarafa koştuğunu anlarsın. Anlarsın ama sadece iyi bir deden varsa anlarsın Yoksa…
Şimdi siz beni yakalamak için binlerce orduyu peşime taksanız bile yakalayamazsınız diyemez.
Çünkü siz hep benim ters nal izlerime göre gideceksiniz diyemez…
Ve Bana bu nalları takanlar hep beni satıp zengin olacaktır diyemez.
Diyemez Aysu diyemez…Diyemez,şu dağların ardındaki atlar zenginlik nedir onu bile bilemez.
7 - 11 - 2010 Davidoff
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Aysu oluyorum paçalarım ıslanıyor, dede olsam dedem kulağımı çekiyor, at olsam,ayağım da çıban çıksa ödüm patlar alimallah. eee şimdi gel de bu yazıyı yaz diyorum hemen vazgeçiyorum.
yorum yazmak istiyorum,at bir kişniyor kaçacak yer arıyorum david.bu yazıya kolaysa sen yorum yaz,biz okuyalım.
Bu yazıya samimice yorum yazmak yürek ister. Yazılacak hususları bünyesinde samimice taşımak ister.Riyadan arınmış, söylediği ile icraatı bir olmak ister.Ama galiba en güzeli bir şeylere dokunmadan çooookkkk güzel ve anlamlıydı diyerek görünmek ve topal bir at gibi toz olmak gerek...Yine de mutlu azınlığın çilekeş çoğunluğu tahakkümü altına alamayacağını bilen yüreklerle, üretimden gelen gücün bilinçli kullanılmasıyla, ben yerine biz dediğimiz zaman Aysu ve Aysu'lar çok şeyleri göreceklerdir...Boğazda Kız kulesini seyrederek Zap Suyu'na ağıt yazmakla olmaz, Diyor, Sn.Yazarı kutluyorum. Saygılarımla.
can.er tarafından 11/9/2010 11:06:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
Gölgeli yazıları çok severim. Hani içindeki anlamı görmek için önce biraz karanlığa, biraz ışığa ihtiyaç olan yazıları. Hani uğraştıran ama yormayan, hafif terleten ama bunaltmayan. Gemi azıya alanlar da olacak elbet. Onları da vuracaklar belki, ama vurulmadan yasak bölgelere iz bırakacaklar. Belki de Aysu görecek. Güzeldi, tebrikler.
Güzel bir yazı, ya da kimine göre kötü bir yazı, bana göre elbette güzel bir yazı ve bu yazı hepimizin yani ezilenlerin yazısı, Dedenin At benzetmesi ilginç mi? Evet ilginç hem de tam yerinde bir tespit, Atları neden vururlar; uzun uzadıya anlatmaya gerek yok, özellikle bacağının yaralanması, ya da iyileşemeyecek durumda bir arazının olması halinde acı çekmemesi için vururlar, çünkü derdini kimselere anlatamaz, tedavi bile edilse ayağa fırlayarak, yaranın daha kötü durumlara gelmesine neden olur ve büyük acılar çeker bu acıyı dindirmenin tek çaresi yaralı atı vurmaktır. Yanılmıyorsa bir filmede konu olmuştur bu olay, şimdi benzetme neden güzel çünkü sömürülen, ezilen insanlar olarak malesef artık derdimizi anlatacak bir makam, mevki bulmamız imkansız, üstelik gün güne kaderci bir Millet olma yolunda bir hayli yol katettik, gün geldi sömürüye isyan edenler mahkum edildi, hatta asıldı, bunun sonucunda derdini anlatamayan, hatta anlatmaya korkan bir Millet haline geldik. Bu sadece bizim Ülkemizin sorunumu hayır tüm Dünya'nın sorunu ve Emperyalizm var oldukça, birileri dur demetikçe bu sorun sürüp gidecek, belki biz atlar gibi vurularak acımıza son verilmeyecek ama, bu sıkıntıyı, bu acıyı hep çekmeye devam edeceğiz, işe bir başka yönüyle bakacak olursak evet zavallı atlar gibi vurulan hep biz olacağız, ölmesek de..
PEKİ NEDİR EMPERYALİZM? SÖMÜRÜLMEK NEDİR? Belki bu adam şiirlerinde, yazılarında hep Amerika'yı diline dolamış, ne istiyor bu Amerika'dan diyeceksiniz, ama bir kere daha aynı şeyi söylemeden, anlatmadan, bu yazıya yorum yapmanın bir anlamı olmaz, İŞTE GERÇEK;
Geçmişteki ve günümüzdek tüm siyasiler; Hep Amerikancılık çizgisinde yürüdüler, yürümeğe devam ediyorlar, Rakamlar, yoksulluğumuzun, hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Fakat, rakamlar açlığımızı, yoksulluğumuzu anlatmakta yine de yetersizdir.
Rakamların bizler için ifade ettiği, elimize geçen veya geçmeyen para miktarı ve bu parayla nelerin alınıp alınamayacağıdır. Açlık ve yoksulluk ise bunun ötesindedir. Çünkü, rakamlar açlık sınırının altında yaşadığımız evlerimizdeki acılarımızı, duygularımızı, öfkemizi anlatmaya yetmez.
Burjuva basında "şu kadar insan açlık sınırının, şu kadarı yoksulluk sınırının altında yaşıyor" diye rakamlar verilir, fakat bunun anlamını anlatamazlar. Örneğin, açlığın, yoksulluğun bir yanının küçük bir azınlığın sürdüğü sefa olduğunu, bu yoksulluğun bir yanında emperyalizme bağımlılığın olduğunu anlatamazlar.
Evet, açlık ve yoksulluk ülkemizin bir gerçeğidir. Fakat açlık ve yoksulluk kendiliğinden olmaz ya da kaderimiz de değildir. Nedenleri, kaynakları vardır. Bunların başında geleni dünyanın adaletsiz düzenidir. Bu nedenlerin başında geleni, başta Amerika olmak üzere emperyalist güçler ve işbirlikçileri tarafından sömürülüyor oluşumuzdur.
1945'lerden itibaren ülkemiz Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgesi durumundadır. Bunun anlamı, ülkemizdeki ekonomiden politikaya, eğitimden kültürel gelişiminde (geri bıraktırılmışlığında) Amerika'nın ve işbirlikçi oligarşinin çıkarlarının belirleyici olduğudur. Bu nedenledir ki, ülkemizdeki ekonomik eşitsizlikten, adaletsizlikten, halkımızın alevi-sünni diye, Kürt-Türk diye bölünüp parçalanmasından, birbiriyle çatıştırılmasından da Amerika ve işbirlikçileri sorumludur.
Yeni-sömürgecilik ilişkileri ile Amerikan emperyalizminin ülkemizde içsel bir olgu durumuna gelmesi, yaşantımızı birçok yönüyle değiştirdi. Evet, örneğin karasabanla tarlalarımızı sürerken, traktör kullanmaya başladık, köylerimize kadar yollar, elektrik ve dolayısıyla teknoloji girdi. Yaşamımızı kolaylaştıran gelişmeler yaşandığı doğrudur. Fakat bunun kadar gerçek olan diğer bir yan da milyonlarcamızı açlık sınırının altında yaşamaya mahkum eden bir yoksullaşma ile bunun bedelini ödemek durumunda kalışımızdır. Amerikan emperyalizmi ile kurulan ilişkiler, geliştirilen çarpık kapitalist yapı, pazarında her türlü malın bulunduğu fakat halkın bundan yararlanamayacak kadar yoksul olduğu bir ülke gerçeğini ortaya çıkarmıştır.
Bu tablonun yaratıcısı sömürgecilik ilişkileri, 1950'lerde "küçük Amerika olma" hayalleriyle kabullendirilmeye çalışıldı. Soygunun talanın adı "yardım"dı, "kredi"ydi. Yardımlar sayesinde, gelişmemiş ülkelerin ekonomileri geliştirilecekti. Slogan "ulusal sanayiilerin desteklenmesi"ydi.
1960'lardan itibaren ise slogan değiştirildi, artık "serbest ticaret", "ihracata yönelik sanayiileşme" ve "uluslararası yeni işbölümü" sömürünün yeni biçimleri olarak gündeme getirildi.
1970'li yıllarda önce Brezilya, Meksika örnek gösterildi, onlar iflas edince bu kez, serbest bölgelerde emperyalist sermayeye ucuz işgücü sunan "Güney Kore modeli" önerilir oldu.
Emperyalist sömürünün ismi, biçimleri değişse de özü değişmedi. Her uygulanan model o ülkeyi yoksullaştırıp krizlere, borç bataklığında çırpınan duruma getirdikçe bağımlılık pekişti.
1980'lerde kurtuluşumuz ihracatın artırılmasındaydı. Tüm kaynaklar bu sefer ihracatın desteklenmesi adıyla küçük bir azınlığın ve elbette Amerika başta olmak üzere emperyalist tekellerin kasalarına akıtıldı.
1990'larda artık, sömürgecilik kavramı kimi sol kesimlerin literatüründen de siliniyor, yerine "globalleşme", "ekonomik sınırların kalkması" kavramları geliyordu. Artık günlük yaşantımızda sık sık bu kavramları duyacaktık. Oysa, ekonomik sınırların kalkmasının halklar lehine yarattığı bir şey yoktu; bu, artık emperyalist tekellerin tüm dünya halklarını hiçbir engelle karşılaşmaksızın rahatlıkla sömürebilmesi, artık tüm dünyanın emperyalizm için "serbest bölge" haline getirilmiş olması demekti.
Yıllara göre isimler değişse de yeni-sömürgecilik ilişkilerinde bir değişiklik olmadı. Emperyalistler ve işbirlikçileri sömürmeye devam ettiler. Bizler yoksullaşmaya devam ettik. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik ilişkileri, ülkemizde işbirlikçi tekelci burjuvaziyi geliştirirken, halk olarak daha zenginleşmemizi, daha iyi koşullarda yaşamamızı sağlayacak bir sanayiileşmeye hizmet etmedi. Tersine yarattıkları sanayiide de temel olan kendi sömürgecilik çıkarlarına en iyi hizmet edecek biçimlerin seçilmesiydi.
Her ülkenin kendi iç ekonomik yapısı vardır. Eğer, bağımlılık istemiyorsa, emperyalizmin kölesi durumuna düşmek istemiyorsa, kendi dışındaki ülkelerle kurduğu ekonomik ilişkilerde ekonomik bağımsızlığını korumayı esas almalıdır. Fakat, işbirlikçiler için böyle bir kaygı yoktu. Türkiye, yeni-sömürgecilik ilişkilerinin sonucunda emperyalist tekeller için tüm sınırlamaların kaldırıldığı, serbest bölge haline getirildi. Böylece emperyalizmin denetimi dışında herhangi bir ekonomiden sözedilemez duruma gelindi.
İki gün sonra yeni bir ölüm yıldönümü ile anacağımız Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet Türkiye'sine hiç yakışmadı bu oyunlar, kıymetini bilemedik kısacası, uyanmamız kıymet bilmemiz dileği ile..
İŞTE GERÇEK, SELAM OLSUN YAZAN YÜREĞE, SEVGİLERİMLE..
UNALAN tarafından 11/8/2010 4:43:13 PM zamanında düzenlenmiştir.
UNALAN tarafından 11/8/2010 4:47:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
satırlarınızın arasında gizli milyonlarca duygu ve iletilmek istenen binlerce düşünce birbirleriyle yarışıyorlar insan beynine ulaşmak için... bu satırlarda ne bir çalıntı söz ne de bir özentilik var tamamen has size özgü cümleler işte gerçek bir yazar.... tebrik ederim
Düş alıp düş satılıyor haraç mezat yaşamlarda ve gözlerin ardında hep gizli pazarlıklar.. Bana göre insanlığımızın en utanç verici eylemi olan sömürüye ve duyguların kirletilmesine göndermelerle vurgu yapıyor yazı Ve Yazı suskunluğa, tutsaklığa karşı söylenemeyeni söylemek adına bir çığlık olarak çıkıyor sokaga Yinede Ben diyorum ki; Güllerin açmadan solmayacağı, günler de olacaktır elbette. Amaç gülleri soldurmamak, yaşamı örgütlemek değil mi?
Tebrik ederim sevğili yazarım Emeğine Yüreğine Sevdana sağlık Dostlukla....
Ama ne yazık ki MÜKEMMELİ anlamakta biraz geç kalıyoruz.Sıradan yazılar yazmak önemli değil,önemli olan KARALAMADAN YAZMAK.
Sanırım yorum,yorum yapanlara bırakılıyor.Yine de hak eden ödülünü almalı,yorum yapılanlar değil.
*
Türk Yazarların Dünya çapında yazar ve şair olması bu gidişle çok zor emin olun.
*
Bir Shakespeare yazılarıyla nasıl Shakespeare olduğunu bilseniz...Okuyucu hiç farkında olmadan onun hayatı buyunca ne renk kıyafetler giydiğini,nasıl yemekler yediğini,nelerden hoşlandığını hatta sol yanağında bir tiki olduğunu bile fark eder.
Oysa ki Shakespeare yazılarında bunlardan hiç bahsetmemiştir.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.