3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2286
Okunma

İçinde kimin yattığını bilmedikleri bir mezarın başına getirip ölü süsü vermişlerdi babasına.Ölümün süsü olur mu,süslü ölüm olur mu?
Oluyordu o gün olmalıydı.Bir çocuğun yüreğinin ve masum gözlerinin içine terk edilişi,hem de en kutsal varlık olan babası tarafından terkedilişi hangi süslü cümleler kurularak anlatılır,anlatılamazdı.
Hangi nedene ve hesaba dayanarak yapılırsa yapılsın o terkediş,terk eden baba olunca süslü cümleler kuramamanın dayanılmaz ağrısı,ölümü süslemeye,en süslü ölümü anlatmaya zorlamıştı geride kalanları.
Nereden vurursa vursun ölümle sonlandırılan kaybedişlerin acıtmasına hiçbir yürek dayanamazken,o büyük yürekliler bu küçücük yüreği tanıştırmışlardı içinde kimin yattığını bile bilmedikleri zavallı bir mezar başında.!
Ölümün nice zalim,ne demek olduğunu bile anlayamıyordu.Annesi ona ‘baban sen doğduktan bir süre sonra öldü,çünkü hastalandı,melekler de hastalığını iyileştirmek için yanına aldı onu’ diye hayatında söylemek zorunda kaldığı belki de ilk ve tek yalanla,bu küçük yüreği inandırmaya çalışıyordu.
O zaten inanmıştı, ama ölüm neydi ne demekti,melekler babasını neden onun yanında iyileştirmemişti?
Babası ne zaman iyileşecekti,iyileşince yanına gelecekmiydi?
Bu soruların hiç birini hiç kimseye sormadı,soramadı.Ölmemiş olan ama öldü süsü verilen babası için de,belki de sahibi bile olmayan o mezarın başında ağlayamadı,sadece eğildi toprağı kokladı.
Ölümle tanışarak zamanından çok önce büyümüştü.Aslında büyümek değildi onunki,o mezarın başından ayrılırken anlamını o zamanlar bilmediği ‘ölüm’ bile almış olsa, babasının onu bırakmış olduğu gerçeğiyle yüzyüze geldiğinde,o toprağı kokladığı,içine çektiği anda verdiği nefesle çocukluğunu o toprağın sinesinde bırakmıştı.
Ne kadar çok sahipsiz soru vardı yüreğinde annesine sorması gereken,ama o hiç sormadı,soramadı.Ağladığını hiç kimse görmedi,yatağının içinde yapayalnızken bile ağlamadı,ağlayamadı.Olması gerekenin tam aksine çok normaldi,ne agresif,ne yaramaz hiç olmadı,olamadı.Belki de sahibi bile olmayan o mezara da hiç gitmedi,gidelim demedi.Ölümle tanıştığı o güne dair hiç kimseye tek söz dahi söylemedi,söyleyemedi.
İçindeki çocuğu o kokladığı mezara gömmüştü belki,ama hayatın içinde büyüdüğü gözlemlenen yıllarda da hiçbir şeyden korkmuyordu,tek bir şey dışında;kendisini o mezar zamanından önce büyütmüştü,ama küçük kardeşi gözlerinin önünde büyüyordu ve o hep korkuyordu..Bu korku içine o mezarın başında,o toprağın kokusunda sinmişti.’Melekler kardeşimi ya babasız bırakırsa’ sadece bunun için ağlar,yalnız bunun için korkardı.
Hesabı ve nedeni asla sorgulanmaya bile gerek olmayan,öldü süsü verilen ve en süslü ölümlere yalanlarla nail olan o baba, minicik bedeninde kocaman bir yürek taşıyan,kimseler üzülmesin diye ağlamayı bile kendine yasak kılan,korkusuz,tek korkusu bir meleğin gelip de hasta olduğu için bir babayı yavrusundan almaya yönelik olan, bu dev yürekli çocuğu geçen uzun yıllar boyunca aramadı,sormadı.
Ve şimdi o sahipsiz mezarın başında, ölüm denen zalimle onu ilk tanıştıran annesini de iyileştirmek için melekler bekliyor.Bunu en derininde hissediyor,biliyor.Melekler annesini de oraya evet oraya kesin götürecek,ama artık meleklerin iyileştirmek için götürdüklerinin geri gelmeyeceğini,onların hiç iyileşmeyecekleri için gittiklerini,bu gidişin gidenin isteğine bağlı olmadığını biliyordu.
Annesinin gidişini görecekti..
Ama içindeki,o sahipsiz toprağı kokladığı,sahipsiz mezarın içine çocukluğunu bıraktığı çocuk avazı çıktığı kadar bağırıyordu ‘’babamın gidişini neden göremedim’’ !……