7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
931
Okunma

Az önce mor dağların ardından doğmaya başlayan güneş, Kızıl kaya vadisinde hayatı yavaş yavaş canlandırmaya başlamıştı
Bu sırada, binlerce kılıçlı muhafızın koruduğu yeşil sarayda da büyük bir hareketlilik yaşanıyordu.
Biraz sonra bu hareketliliğin nedeni belli oldu.
Üzerine giydiği kenarları dantelli pembe elbisesiyle göz kamaştıran prenses, hayatında ilk kez saraydan dışarı çıkıyordu.
O kadar güzeldi ki uzaklardan onu gören bülbüller, kelebekler gelip onun üzerine konuyor, ona imrenerek bakıyorlardı.
Prenses de bu sevgiye karşılık onlara kendi yaptığı şerbetli sulardan ikram ediyordu. Şu an çok mutluydu. Hayatında ilk kez böylesine muhteşem güzellikleri görüyordu. Hayranlıkla ağaçlara, dağlara, rengarenk gelincik, papatya, mine ve çuha çiçekleriyle bezeli yemyeşil vadiye doğru baktı. Manzara büyüleyiciydi. Bunları da ilk kez görüyordu. Ama şimdi nedense sanki bütün bunları son kez görüyormuşçasına hüzünlüydü!
Saatler bir bir geçmiş, güneş ardında kızıl ve mavi tonda bir tablo bırakarak yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı.
Prensesin birden içi burkuldu! Derin bir kedere bulandı. Gördüğü bu harikulade doğanın kuşları çiçekleri ağaçları ve her şey yarın yine buradaki yerlerini alacaklardı. Fakat kendisi! Bir tek kendisi buradaki yerini bir daha asla almayacaktı.
Kahrından o an kenarları işlemeli pembe elbisesiyle olduğu yerde yavaş yavaş sararıp solmaya başladı. Her geçen dakika o büyüleyen güzelliği kayboluyordu artık.
Kederli gözlerle son kez kendini büyüleyen vadiye doğru baktı.
Artık güneş tamamen batmış, her yer karanlığa bürünmüştü.
Ve Prenses o günden sonra güneşin doğuşunu bir daha hiç göremedi
Çünkü o bir kaktüs çiçeğiydi ve ömrü sadece bir güne sığmıştı.