4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1036
Okunma

Kendisini kendinde arayan adam..
Ne aradığını bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşadığımı düşünüyorum.
Aylak aylak pazar yeri gezmeleri, ucuzluk var yazılı reklamların süslediği vitrinlere meraklı gözatışlar..Tasarlanmadan, planlanmadan satın almalar.. Henüz evin yolunu tutmadan aldığımın beni rahatsız etmesi, ama geri iade edememezliğim ve evime varır varmaz, paketi açıp içindekini kimsenin görmeyeceği bir dolap köşesine itikleyişim..Beni, satın alma işlevinden haz almaya vardıran şeyin ne olduğu konusunda kafa yormak epey tedirgin ediyor..Aptallaştırıldığımın, robotlaştırıldığımın, kurgulandığımın farkına varmak istemiyorum..Tüketmek istediğim; ne para, nede zaman benim için..
Tükenmek isteme belki de..
Zirvesi belli olmayan bir tepeyi tırmanma; her çırpınışta eteklere yuvarlanıp tekrar tırmanış..
Sürü aymazlığıyla, aptallaştırılanlarla aynı cepheyi paylaşmak huzur veriyorsa, güven duygusunu çoğaltıyorsa; neden olmasın?
Bazen, nedenini doğru dürüst tarif edemediğim, tarif etmeğe çalışırsam çözemeyeceğimden korktuğum irili ufaklı bunalım bulutlarının arasında hissediyorum başımı. Gözümü zamansız gerilmiş bir perde gibi, görüntülerine mana veremediğim resimleri belleğimdeki tuvale çizmeğe çalışıyorum, kelime dağarcığımı zorlayarak..
Sis perdesini yırtılıp kalkmasıyla, berrak bir ışık hüzmesinin beni körleştirmesi korkutuyor..
Bu tür sisli körlük işime de geliyor, en azından karşımdakilerin saldırılarına, hakkımdaki önyarılarına karşı bir kalkan olarak kullanabileceğimi düşünüyorum. Bu tür perdelemeleri karşımdakine de yansıtarak savunma melekelerimi güçlendiriyorum..
Saldırıları yalıtabileceğim böyle bir makenizmayı oluşturmak için epey çaba sarfettim.
Aptal bir görünümün rahatlığı içinde, savunma kabuklarımı besliyorum.
Burada huzur içindeyim. İnsanlara benimle alay etmeleri için ne gerekirse yapmaya kararlıyım; onları gerçekten bir kaç dakikalığına bile olsa mutlu görebilmek için..
Elime geçirdiğim bir kitapta, kitabın yazarının saklandığı bir iki karakteri aramakla zaman harcıyorum önce.
Yazarın kendisini sakladığı karakterle aramda belirli bir bağ oluşturabiliyorsam; kitabı karıştırmayı bırakıp, önsözden başlamayı deniyorum. Kendimi içinde bulmadığım yazıları çok sıkıcı buluyorum. Herşeyde kendimi bulmayı ilke edindiğimi söyleyemem ama, kendimi analiz etmede yararlı gördüklerimle ilişkimi sürdürmekte tereddüt etmiyorum..
Karşımdakini dinlemek ve anlamak için sarfedeceğim zamanı, ona kendimi anlatmak ve beğenilmek için harcadığımı anladığım an; dinler gibi gözükmeğe özen verdiğim an; O nun da benim gibi davranmakta olduğunu kavrıyorum. İkimizde bu “diyalogda” sadece kendimizi anlattığımızdan emin olduğumuza gore, karşımdakine ihtiyacım olmayacağı sonucuna varıyor ve hemen sıkılıyor ve oradan uzaklaşıyorum..
Kendi varlığından sıkıntı duyanların, başkalarıyla yaşamakta oldukça çok zorlandığına inanıyorum..
“Kendimle barışığım, kendimi seviyorum” sözcüğü bana yavan bir ezber geliyor.
İnsan kendiyle barışık olduğunu nasıl farkeder?
İnsanın kendisini sevmesi ne demektir?
En büyük kavgaları kendisiyle yapar insan..Kendisini değiştirebilmek ve dönüştürebilmek o denli kolay olsaydı; dünyayı değiştirmeğe bile gerek kalmazdı. Kendisiyle barışık olduğunu gösterme telaşındaki insan, en büyük kavgaların da habercisi değil midir..?
Barış dualarına çıkan rahiplerin arkasından gelmiştir haçlı orduları..
Haçların, hilallerin arkasına gizlenmiştir kılıçlar, kalkanlar..
Cennetlerin arkasına sığınmış savaş çığırtkanları, barışı kendi içinde yaşamayı denemeyenlerden oluşmaz mı?
Hayır ben kendimle barışık değilim, olmadım hiç..
Bu benim, milyarlarca bakteriyle savaştığım varlığıma, bağışıklık sistemime, doğama aykırı.
En basit dostluk ilişkilerimde bile “ kazançlı” çıkabilme dürtüsü taşıyorsam; haklı olduğumu isbata çalışıyorsam, kendimle barışık olmadığım içindir. Dışa vuran, içimdeki yenme duygusunu bastıramamanın ruhani maskesinden başka birşey değidir. Kendimi kandıramadığım bir maskeyi yüzüme ilştirip, karşımdakini kandırmayı denemek; aptallığın olduğu kadar karşımdakini küçümseme den öteye gidemeyen ucuz bir taktiktir.
Sonuç olarak, benim kendimle barışık olup olmadığımı, ancak ve ancak karşımdaki beni dinleyen ve izleyen; ona karşı takındığım tavırlara verdiği mana ile kavrayabilir.
Kendisini sevdiğini söyleyen insana, hemen “bencil” önyargısını yapıştırırız. Oysaki, karşısındakini gerçekten sevemeyen bir insanın kendisini sevmesi nasıl mümkün olabilir? Kendisinden başkasına düşünme, konuşma şansı tanımayanlara değil sözüm..Onlar kendi yanlızlıkları içinde kilirlenmişlerse eğer, onlara bir takım uyduruk anahtarlar uzatıp. Aç açabilirsenli denklemler de kurgulamak değil..
Kendisine işkence yapan, öldüren bir insan, kendisini “sevdiği” için mi başvurmuştur bu eylemliliğe..?
Esas göndermek istediği mesaj, kendisine sevenleredir. Aslolan kendisini sevenlerin çekeceği acıdır..
Bizi sevenlerin duyarsızlığı ise, kendimize uyguladığımız işkencenin boyutu genişletir..
Saçmalığın felsefesini yapmaktansa, felsefenin insanı tanımlamak, kurtarmak bir yana insanın özünü boşaltmadaki saçma çabasını gözardı etmemek gerekir.. Düşünenlerle düşünme tembelleri aynı dünyayı paylaşıyoruz.. Yok , onlar benim dünyama da yaslanıp geçiniyorlar asalaklar gibi..Kendi dünyalarındaki boşluğunun acısını benden alıyorlar..
Çekin gidin, görünmeyin gözüme !
Beni benle yanlız bırakın!
Ben ve yanlızlık..Çoğalmanın anahtarı bu ikilide gizli.
Volkan Kemal