8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
813
Okunma
Depo olarak tuttuğumuz bu virane gecekonduyu temizlerken bir şey dikkatimi çekti! Oldukça eski ahşap bir sandığın içinde çürümeye yüz tutmuş bir çok kitap ve gazete duruyordu. Zaten okumaya meraklı olduğum için hemen eski, üzeri oldukça tozlanmış sandığın yarım aralanmış olan kapağını açıp, içindekilere göz atmaya başladım. Kitapların bir çoğunun sayfaları darmadağın olmuştu. O sırada, sararmış bir gazete gözüme çarptı! Tarihine baktığımda oldukça şaşırmıştım. 1974 yılına aitti. Sayfalarına baktığımda hep Kıbrıs savaşından bahsediliyordu. Orta sayfalarda, bir yazı ilgimi çekti! Yine bu savaş sırasında yaşandığı rivayet edilen bir öykü anlatılıyordu. Merakla okumaya başladım.
………………..Gizemli Kahramanlar……………………
Sene 1974- Kıbrıs Semaları
Türk pilotu kullandığı uçakla, Türk köylerini istila edip, kadın çocuk demeden katleden Rum’ların, Beş parmak dağlarındaki yuvalarını, mazgallarını, çeşitli mevki ve mevzilerini vuruyordu. Fakat uzun süredir havadaydı. Yakıtı neredeyse bitmek üzereydi.
Belki bu yakıtla geriye bile dönemeyecekti ve daha vurması gereken başka mevziler vardı.
Kahraman pilotun içini derin bir üzüntü kapladı. Çaresizlik içinde geri dönmeye karar verdi. İşte tam bu sırada iki el omzuna dokundu! İçi ürperdi! Uçakta kendinden başka kimse yoktu. Çekinerek geri dönüp baktığında nur yüzlü aksakallı bir zat’ın kendisine gülümsediğini gördü. Sanki az önce pilotun duyduğu üzüntüyü hissetmiş gibi,
“Sen korkma gidip o mevzileri de vur” dedi.
Pilot şaşkınlık içinde “Benzinim yetmez” dedi.
Aksakallı zat kendinden emin bir sesle ”Korkma ben garanti ediyorum” dedi. Bunun üzerine pilot yola devam edip, onun gösterdiği bütün mevzileri tek tek vurdu. İşini bitirip Mersin’e geri dönerken, aksakallı zat” Bak gördün mü benzinin yetti.”dedi.
Pilot büyük bir merakla sordu
“Peki siz kimsiniz?”
Aksakallı zat cevapladı “Ben, Van’ın Hoşap kazasından Seyyid Abdurrahman’ım.”dedi.
Bunun üzerine pilot “Peki sağ mısınız?” diye sordu.
Aksakalı zat, “Değilim ama böyle savaşlarda ve sıkıntılı zamanlarda yardıma koşarım“dedi.
Bu olaydan daha sonra hava binbaşı pilot ailesiyle birlikte Van’ın Hoşap kazasına gelip, uçaktaki o zat’ın mezarını ziyaret etti. Orada kurban kesip, çocuklara şeker dağıttı. Bunu neden yaptığını soranlara da başından geçenleri anlattı.
……Son…..
Öyküyü okuduktan sonra bir tuhaf oldum. Derin düşüncelere daldım. İçimde büyük bir merak uyanmıştı. Kimdi acaba bu gizemli şahsiyet? Eğer yukarıda okuduğum olay gerçekten yaşanmışsa, nasıl bir hayat yaşamıştı da kendisine böyle bir ilahi mertebe nasip olmuştu. O günden sonra, günlerce hep bu zat’ı merak ettim ve düşündüm. İşin ilginç kısmı ben o zatı düşündükçe, o zat da gece gündüz tebessüm eden yüzüyle benim düşlerime misafir olmaya başladı. O’nu hiç görüp tanımadım halde ona karşı içimde bir sevgi, karşı konulmaz bir özlem oluşmaya başladı. Artık dayanılmaz bir biçimde onun kabrini ziyaret etmek istiyordum.
Ve bir gün bu ziyareti gerçekleştirdim.. Ankara’da oturmama rağmen, bir gece otobüse binip Van’a doğru yola çıktım. Ertesi sabah Van’a vardığımda içimde tarif edemediğim hisler vardı.
Şimdi o zatın mezarına yürürken içim ürperiyor, sanki ayaklarım yerden kesiliyordu. Adeta gizemli bir gücün etkisi altına girmiş gibi hissediyordum kendimi. Bütün hareketlerim yavaşlamış, farklı bir sakinliğe bürünmüştüm.
Sonunda mezarın başına geldim. Orada oturup, o zatı kafam da hayal etmeye başladım. Bu sırada garip bir huzur doldu içime. O an aklıma daha önce büyüklerimden duyduğum bazı sözler geldi; bu kişilerin öldükten sonra bile çeşitli hallerle insanları etkileyebildiklerini söylemişlerdi. Saatlerce orada kaldım. Bu süre içinde derin duygu denizlerine dalıp dalıp çıktım. Sanki büyük bir vuslatın kucağındaydım. Akşama doğru oradan ayrılırken içime tarifsiz bir hüzün çöktü. Tesadüfen tanıdığım bu şahsiyet ruhumun derinliklerine tesir etmişti.
Ziyaretten sonra hemen Ankara’ya dönmeyi düşünmüyordum, burada yapmayı isteğim bazı işler vardı. Bu zatın, buradaki yakınlarından onunla ilgili bilgi alacaktım.
Akşamüstü davet edildiğim bir evde o zat’a dair anlatılanları dinlerken tüylerim diken diken olmuş, için ürpermişti. On sekizinci yüzyılda yaşamış ve Peygamber efendimizin soyundan gelmiş bu zat hakkında birçok kerametten bahsedilmişti. Bu arada cömertliği, ilme olan düşkünlüğü ve güzel giyinmeye olan özeni de bana anlatılanlar arasındaydı. Ama beni en çok etkileyen, şu duyduğum olmuştu: O zat, bazı akşamlar o bölgede savaş olmadığı halde, harp giysilerini kuşanarak evden çıkar, sabaha doğru üzeri yıpranmış, yırtılmış elbiseleriyle eve geri dönermiş. Karısı ona” Bu halde nereden geliyorsun” diye sorduğunda
O da, uzakta yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmeye gittiğini ve oradan geldiğini söylermiş.
Demek ki bu ilahi anlamda yüksek mertebeli şahsiyetler öldükten sonra bile yardımlarına devam ediyorlardı. Hani bir söz vardır, “Kul daralmadan hızır yetişmezmiş” diye. Galiba Bu zatlar yardım etmek için özellikle vatanını yürekten savunanları, bir de gerçekten dara düşmüş, inanmış yürekleri seçiyorlardı. Kim bilir, belki bir gün içimizden çok büyük bir sıkıntıya düşen birimizin omzuna da değen eller, bu gizemli şahsiyetlerin elleri olabilir….