37
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3291
Okunma

Türk insanını diğer insanlardan ayıran belirgin birkaç özellik vardır. Misafirperverlik, sıcakkanlılık, yardımseverlik gibi. Tüm bu meziyetler geçen zamana, değişen ve bozulan yaşam kültürümüze inat istisnai bazı olayları saymazsak hala T.C. kimlik, cilt, sıra, hane numaramızdan sonra en belirgin gayri resmi kütük bilgilerimizdir. Bir kere çok misafirperver bir millet olduğumuz bizzat yabancılar tarafından tespit ve tasdik edilmiştir övünmek gibi olmasın. Bırak Akdeniz’i, Ege’yi Palandöken, Erciyes gibi zemheri iklime sahip coğrafyalarda bile mevzu “sıcakkanlılık” olduğu zaman akan sular durur, donan sular çözülür gözünü sevdiğim. Bu konuda “İSO 9001” kalite belgesini bizatihi Kuzey Yarımkürenin nispeten kutuplara yakın soğuk memleketlerinde yaşayan İskandinav ve Rus güzellerinin test ederek onayladıkları rivayetten öte bir vakıadır.
Yabancılara ilginç gelen bir başka huyumuz daha var ki, o da aşırı yardımsever ve yufka yürekli oluşumuzdur. İşte bu özelliğimize güvenerek bu gün sizlerden Katmandu ’da Rus konsolosluğunda mahsur kalmış bir hemşerimi ailesine kavuşturmak için vereceğim banka hesap numarasına yardımda bulunmanızı rica edeceğim. Gönlünüzden ne koparsa.
Hoppala, şimdi nerden çıktı bu böyle, tanımam etmem, sonunda bir çapanoğlu çıkmasın, tufaya gelmeyelim şeklinde şüpheli ve endişeli düşüncelere kapılmanızı gayet normal karşılıyorum. Aslında işin içinde paranın olduğu durumlarda hep kenarda durmayı yeğlemişimdir. Hep sui zandan korkmuşumdur, Allah muhafaza. Lakin işin iç yüzünü bildiğimden her şeyi göze alarak, hayatımda ilk defa bir hayır işine soyunuyorum, bu yüzden vicdanen gayet müsterihim.
Anlatınca bana hak vereceğinizden hiç şüphem yok.
*
Her şey bir elektronik firmasında müdürlük yapan çok samimi bir arkadaşımın bir akşam üstü telefonla beni araması ile başladı. Çalıştığı iş yeri bu arkadaşımı başarılı ve özverili çalışmalarından dolayı bir haftalığına, tüm masraflar şirketten iki kişilik Uzakdoğu tatili ile ödüllendirmiş. Telefonda, bana hanımın uçak fobisi olduğunu, bu yüzden bu yolculuğa isterse beraber gidebileceğimiz söyledi. Bende düşünmek için yarına kadar müsaade isteyip telefonu kapattım. Tevekkeli değil bir haftadır benim külüstürün üstüne kuşun biri dadanmış, pisleyip duruyor, araba amfibi kamufle edilmiş askeri araca dönmüştü nerdeyse …ok lekelerinden. Demek ki kısmetimizde seyahat varmış. Allah biliyor ya o kadar çok bunalmışım ki, kaç yıldır doğru dürüst tatil yaptığım yok. Yarını bekleyemedim, cayar mayar maazallah, hemen telefona sarıldım. Dedim aşk olsun yani, arkadaşlık öldü mü, sen gününü ve saatini söyle yeter.
Uzatmayayım o hafta sonu Sabiha Gökçen Havalimanından ver elini Katmandu . Birkaç aktarmadan sonra vardığımız Katmandu’da , bir şekilde kalacağımız otele yerleştik, o gün güzelce bir uyku çektik, yol yorgunluğunu atmak için. Akşama doğru uyandığımızda güzelce karnımızı doyurduktan sonra arkadaşım gel dedi şehri bir ufak, turalayalım, tanıyalım yarına yabancılık çekmeyiz.
Allah biliyor ya Uzakdoğu denince başka hayaller kurmuştum laf aramızda. Şehri dolaşırken beni ve arkadaşımı ufak, ufak bir pişmanlık almaya başladı. Şehir baştan aşağı neredeyse tapınaklarla dolu ben diyeyim tekke, siz deyin zaviye. Bizim ki bir ara rahibin birisini çevirip “nayt külüp, pavyon, vomen, vomen, karı oğlum karı var mı” diye tarzanca bir şeyler sormaya kalktı. Ben zavallı rahiplerle beraber şaşkın, şaşkın ne yapıyor bu manyak derken birden jeton düştü, ve hemen kendisini engelledim. Çüşş yani oha oğlum, Allahtan rahipler niyetini anlamadılar da rezil olmadık, tövbe, tövbe. Bırak ya dedi arkadaş, “ulan şansa bak buraya gelene kadar Urfa ya balıklı göle giderdik daha iyiydi anasını satayım, hiç olmazsa sevaba girerdik”.
Dedim, ayıp, ayıp her yerde belli etme Türklüğünü (yukarıda en belirgin meziyetlerimizi sayarken erkeklerdeki “uçkura düşkünlük” mevzusunu unutmuşum), gel hele elbet buralarında bir Cumhuriyet Meydanı vardır, biraz daha dolaşalım. Daha ilk geceden memleket özlenir mi. Bir gariplik çöktü, bir gariplik çöktü ki. Hafiften "Oy Trabzon, Trabzon” türküsünü mırıldanıyorum. Birden sonradan Rus Konsolosluğu olduğunu öğrendiğimiz bir binanın önünden geçerken demir parmaklıklarla çevrili bahçesinden birisi bize seslendi.
—Hişşt, hişt bakar mısınız, sizler Türk müsünüz?
Bak sen Allahın işine, bizden başka enayilerde varmış memlekette, Katmandu’ya gelen. Yanına yanaştık, otuz otuzbeş yaşlarında orta boylu, atletik yapılı, dazlak kafalı (Yul Braynır’ın çekik gözlü olmayanı) birisi. Lan oğlum necisin, ne iş yaparsın, ne işin var Allahın dağ başında (Burada dağ Himalayalar oluyor, yanlış anlaşılmaya).
Biz sorduk, o anlattı;
Adı “Dursun Brüt”, aslen Trabzonlu, İstanbul’da ikamet ediyormuş. Su tesisatçısı, aynı zamanda koyu bir Ülkücü azılı bir antigomonis.
Malum aliniz bütün dünyayı kasıp kavuran “küresel kriz” her ne kadar memleketimizi teğet geçti deniliyorsa da, geçerken bıraktığı rüzgar bile osuruktan nem kapmaya meyilli, spekülatif bir yapıya sahip olan memleket ekonomisinin tarumar olmasına yeter de artar. Piyasada kombi, brülör, hidrofor, kalorifer kazanı, radyatör, su tesisatı yalıtım vs üzerine kendi yağıyla kavrulmaya çalışan “Dursun Brüt” kardeşimizde yağ da bitince tencerede dibine alır. Ekonomik krizi bir şekilde atlatmak için, müteşebbis ve girişken bir yapıya sahip olan dostumuzun aklına birçok parlak fikir gelir ve Nepal’ın Katmandu vilayetinde 250 dairelik bir kooperatifin su tesisatı işinin ihalesine girer. İhalede Rus ve Çinlilerle çekişen “Dursun Brüt” ihaleyi kazanır ve yanına iki kalfası Savaş ve Müslüm ve takım taklavatı da alarak Katmandu’nun yolunu tutar. Bir akşam iş çıkış şöyle bir şehri dolaşalım derler (bizim gibi). Otele gelip güzelce bir duş alıp temiz elbiselerini giyerler. Bizim “Dursun” o akşam, İstanbul’dayken Mahmutpaşada işportadan beğenerek aldığı iki beden büyük “kavuniçi” renkli gömleğini ve şıpıdak terliklerini giyer. Saç stili(sıfır numara) ve kavuniçi gömleği ile tıpkı Budist rahiplere benzeyen “Dursun” ve arkadaşları iki tane Budist rahibin dikkatini çeker. Rahipler bu sempatik üçlünün yanlarından geçerken “Dursun” a dönüp, gülerek Nepalce “ hoii nee bakioo san Daa-la’y la-ma” (Türkçesi: Dalay Lama sizi kutsasın kardeş) der. Rahiplerin bu iltifatını “ne bakıyorsun lan dallama” diye anlayan “Dursun” o sinirle “tutmayın beni ulaan” diye narayı da atarak, yaratana sığınıp kafayı rahibin burnuna yapıştırır. (Bu arada bir başka belirgin meziyetimiz daha meydana çıkıyor. Aşırı asabilik, hemen parlamak). Bir anda ortalık ana baba gününe döner. Kardeşlerinin darp edildiğini duyan “Şaolin tapınağı” rahipleri (üstelik hepside karetecimi) olay mahalline gelerek, bizimkileri hacamat ederler. O hengâmede Savaş ve Müslüm ağız burun dağılmış, kan revan içinde “Türk Konsolosluğu” na sığınırken, ayak serçe parmağındaki nasırına kötü bir darbe alan sevgili “Dursun” fazla kaçamaz ve can havliyle kendini ancak “ Rus Konsolosluğu” na atabilir ve canını kurtarabilmek için acilen siyasi sığınma talebinde bulunur.
Olayın açıklık kazanmasından sonra, olayı “skandal” olarak yorumlayan “Türk Konsolosluğu” Nepalle olan ilişkilerimizin selameti açısından olayın basına yansımasına engel olurlar ve tedavileri yapıldıktan sonra ilk uçakla Savaş ve Müslümü memlekete yollarlar, ne halin varsa gör diyerek, “Dursun” uda gurbet ellerde bırakıp bir darbe daha vururlar.. Rus konsolosluğunda mahsur kalan, pardon sığınan “Dursun” ise “ulan kadere bak, yıllarca gomonistlerle mücadele ettim, şimdi onlara müdana ediyorum, ya sabır” diye söylenip, tespih çeke, çeke günlerini geçirir garibim.
Katmandudaki “Rus Konsolosluğunda” bir yandan Rusça öğrenerek, bir yandan da konsolosluk görevlileri ile Rusya- Türkiye ilişkilerinin dünü, bugünü, yarını hakkında hararetli tartışmalar yaparak günlerini geçiren “Dursun” konsoloslukta tanıştığı “Gurban İbramova” isimli Çeçen asıllı bir Rus görevliden buradan kaçmak için “bir sahte pasaport, bir sahte kimlik, birde peruk ayarlamasını” rica eder. Heyhat ki bizim “Dursun” da Rus görevlinin “pasaport, kimlik ve peruk” karşılığında rüşvet olarak istediği bir kasa votka ve 235bin Nepal rupisini karşılayacak para yoktur. Zira kavga sırasında cüzdanını ve kredi kartlarını düşüren “Dursun” un cebinde beş kuruşu yoktur.
Katmandu’ dan ayrılırken son kez yanına uğradık, kucaklaştık. Gözyaşlarına hâkim olamayan “Dursun” elime bir küçük not sıkıştırdı, baktım “Da svidanya ena dabro prajalovat şyastya izdarovya azsytziti fitvsey duşi pazdravlyayu sri, nema problema.” Rusça yazılmış, bir şey anlamadım. Bir şey anlamadığımı suratımdaki ifadeden anlayan "Dursun" ,Ağabey Ruslar kıllanmasın diye Rusça yazdım Türkçesi, “Bütün sevdiklerime selamlarımı yolluyorum, beni merak etmesinler, dualarını esirgemesinler, tek sıkıntım özlem, başka hiç bir sorunum yok” diye fısıldadı
Benimde gözlerim doldu. “Dursun” a merak etmemesini, Türkiye dönünce olayı kamuoyuna duyurup gerekli parayı toplayacağıma söz verdim.”
Son bir daha arkama baktım, göz kırparak aynı anda "YOLDAŞ DURSUN” üzülme, bütün dualarımız seninle diye bağırdım (çaktırma, maksat Rus yetkililer kıllanmasın)
Sevgili dostlar durum bundan ibarettir, en kısa zamanda Banka hesap numarasını buradan yayınlayacağım. Elden nakit kabul edilmemektedir, lütfen ısrar etmeyiniz
İsmet BABAOĞLU