8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3281
Okunma

21 aralık
Umutsuzluğa kapıldım. Kitaptaki kar tanesi resimlerinin değil origamilerini yapmak, şekillerini bile çizemiyorum. Hele bir tanesi var ki, gözüm ondan başkasını görmüyor. Fakat boşuna bir çaba içindeyim belli ki...beceremeyeceğim. Çizimlerim bir şeye benzese bile, onları diyagrama dönüştüremiyorum. Bu başlı başına bir mühendislik işi olmalı.
Oysa dişarda kar hala yağıyor. Bana güzelliğini unutturacak gibi değil. Ellerim iki yanımda öylece dolaşıyorum salonda. Sanki bu haldeyken aklım daha iyi çalışıyor. Ya da bir mahkumun voltalarına başladım da haberim yok tutsaklığımdan. Beni esir alan ne? Şu gelin gibi süzülen kar taneleri mi? Yoksa yan odadan gelen iniltiler mi? Her dakika şiddeti artan, bu başka dilden iniltiler...
İşte akşam olmak üzere, doktor hala gelemedi. Kar beklenmedik bir seyir izliyor. Yollar kötü. Telefonlar çalışmıyor. Sabahleyin doktorun geleceği haberini aldık, ama haberleşme felce uğrayınca son durum nedir bilemiyoruz.
Bekçinin ufak tefek karısı, diyor ki; ’ Ben iyileştiririm onu.’ Bu kadında bir büyücü havası var. Erken aklaşmış saçları onu olduğundan daha yaşlı gösteriyor. Kurbağa gözlerinin alltındaki sivrice burnu, sanki bileylenmiş gibi keskin parlak dişleri, bana çocukluğumda okuduğum bir masaldaki cadıyı anımsatıyor. Bir farkla ki, bizim bekçinin karısı fazlasıyla iyi ve güler yüzlü. İyileştirme konusunda tutturunca, kocamdan bir güzel azar işitti. Nasılsa doktor gelmeyecek miydi? Yanlış bir şey yaparsa, zavallının bacağı ters kaynar, adamcağız topal bile kalabilirdi.
İşçi uyanıkken sesini çıkarmıyor. Bilinci yerindeyken insan üstü bir güçle sesiz kalmayı başarıyor. Fakat dalınca başlıyor sayıklamalar. Buna daha ne kadar dayanabiliriz? Kahvaltıdan beri kendimi kar tanesi çizimlerine adadım, fakat salondaki geniş halının üzerinde volta atmayla sonlandı bu adayış. Kocam, sinirli. Sinirliyken asla konuşmaz. Bekliyor. Ama doktorun geleceği yok. Bekçinin karısı arada gelip işçiyi yokluyor. Her gelişinde gözlerime,’ hadi artık izin verin de şu adamın bacağını düzelteyim,’ dercesine bakıyor.
En sonunda, sessizce yanıma çağırdım onu;
- Gerçekten de yapabilir misin? Daha önce kırık bir bacağı iyileştirdin mi? diye sordum.
- Çok gördüm, nenem kırıkçıydı. Ta köydeyken tabii, eskiden. İyileştiremediği kırık yoktu. Önce bağırtırdı insanları, ama bir iki güne kalmaz şifa bulurlardı garipler. Doktorlar çoğalınca kırıkçı kalmadı köyde, dedi.
Dizlerine vurup vurup;
- Ah zavallı adam, korlarda kavruluyor da bir çare bulamıyor!
O sırada ayak sesleri duyuluyor üst kattan. Kadıncağız sıvışıyor.
- Yine ne var? diye sorarak iniyor kocam.
Sadece, ’Hiç!’ diyorum. Hiç...
- Olmaz, dün bir, bugün iki, sabretsin biraz daha...diyor.
Ama gözlerindeki umutsuzluğu gizleyemiyor. Başını öne eğip işçinin odasına yöneliyor. Ben dün geceden beri girmedim o odaya. Onu görmek istemiyorum. Onda kırık bir bacağın acısından daha fazlası var. Onda, gece sabaha kadar ağzından düşürmediği başka bir dilden bir isim var...
Akşam oldu. Kar eşsiz taneleriyle süslüyor doğayı. Ne işçinin sızısı umrunda ne de kapattığı yollar...Doktor gelemez. Mühendis Bey’i ikna etmekten başka çare kalmadı.
devam edecek
f.a.