10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
698
Okunma
Bahçenin tahta kapısı yıllara meydan okurcasına, ben de buradayım ve halen ayaktayım der gibiydi. Yer yer yıkılmış duvarlarına inat o sağlamdı. Boyası dökülmüş ve bazı yerleri aşınmışta olsa, bir zamanlar yaşanmışlığın en güzel kanıtıydı sanki.
Bahçe kapısından içeriye girdiğinizde, ilk dikkatinizi çeken şey, asırlık dut ağacı! İçi çürümüş te olsa yeşil kalmış birkaç dalıyla ve dallarının üzerindeki dutlarla zamana direnmekte. Gövdesi gibi kalın ve bizim küçük bir çocukken salıncak kurduğumuz dalında bağlı unutulmuş bir ip.
Beni görünce daha bir canlanmış ve terk edilmişliğin verdiği hüzünden kurtulmuşçasına neşeyle cılız yapraklarını sallamaya ve beni selamlamaya başlıyor. Ben de onu selamlıyor ve hoş bulduk diyorum gövdesinde elimi gezdirip onu okşayarak. Belki de kendimi affettirmek için bu çabam. Yıllarca önemsemediğim ve onu unuttuğum için. Oysa o bizim az mı kahrımızı çekmişti? Yıllarca bizi avutmak için dallarını seve seve feda etmemiş miydi?
Kardeşimle koşup oynadığımız ve salıncakta avazımız çıktığı kadar “Daha yukarı, daha yukarı!” nidalarımız yankılandı kulağımda. Annemin düşeceksiniz yavaş olun sözlerine aldırmadan, en yükseğe kim çıkacak yarışına girerdik. Başımız döner, midemiz bulanırdı ama bu zevkimizden öleceğimizi bilsek vazgeçmezdik.
Artık gölge verecek dalları kalmasa da dut ağacım beni rahat ettirmek için elinden geleni yapıyordu. Arada yapraklarını yelpaze yaparak beni serinletiyordu. Vefasızlığıma içerlemiş. Haklı! “Gel bak ne göstereceğim” diyor bana. Merakla bakıyorum gösterdiği yere.
Evet, işte orada!
İlk ve son aşkım, sevgili eşimle benim baş harflerimiz.
Birbirimizi sevdiğimizi anladığımız zaman gizlice kazımıştık kimsenin görmeyeceğini zannedip. Aynı bahçe içindeydi evlerimiz. Onun annesi ve babası öğretmendi. Annesi ilkokul üçe kadar, babası da dört ve beşinci sınıfları okutuyordu. Köye geldikleri zaman ben ilkokul birinci sınıfa henüz başlamıştım. Köyde en rahat ve güzel yer diye babam bahçemizde daha önce babaannem ve dedemin oturduğu bu evi vermişti onlara. Böylelikle onların ölümünden sonra izbe görüntüsünden kurtulmuştu ev.
İlk başlarda hiç anlaşamazdık Kadir’le. Ne kadar şımarık ve ukala olduğunu düşünürdüm. Şımarıktı belki ama kız gibi kibardı. Bu halinden faydalanıp canım sıkıldıkça ve beni kızdırdıkça döverdim onu. Kavgamızı çoğu zaman büyükler araya girerek ayırırlardı, inat ederdik çünkü üstün çıkmak ve yenilen taraf olmamak için. Liseyi okumam için amcamın yanına geldiğim ve ondan ayrı kaldığım zaman anladım onu ne kadar çok sevdiğimi. Oysa bir aradayken hiç anlaşamaz sürekli tartışmak için bahaneler bulurduk. Şimdi ise onu deli gibi özlüyor ve bir an önce kavuşmak için dualar ediyordum. O da liseyi yatılı okuyordu. Yaz tatili gelince köye koştum doğruca onu görme ümidiyle.
İlk göz göze gelmemiz yine olay olmuş ve ikimiz de sevdiğimizi belli etmemek için uğraştıkça o yazı birbirimize zehir etmiştik. Ama üniversiteyi kazandığımız gün heyecanla birbirimize sarıldığımızda anladık aslında ne kadar çok sevdiğimizi ve o günden sonra da ellerimiz hiç ayrılmadı.
Kardeşim fark etmiş ve onun sayesinde duyulmuştu aşkımız. Düğünümüz de ağacımızın altında olmuştu. Ne güzeldi o gün. Hatırladıkça halen burnumun direği sızlar. Nereden bile bilirdim ki onu erkenden kaybedeceğimi. Allah benden daha çok seviyormuş demek ki erkenden yanına aldı. Tek üzüntüm ise Kadir’den bana bir hatıra kalmamasıydı. Çocuğumun olamayacağını öğrendiğim zaman çok yalvardım beni bırakması için ama o ömrünün sonuna kadar benden vazgeçmeyeceğini söyledi.
Annemin sebze ekmek için tellerle çevirdiği bahçe takıldı gözlerime. Ot kaplamıştı her yerini. Her türlü ihtiyacımızı o bahçeden karşılardık. En büyük zevkimiz ise, fırından yeni çıkan ekmekle bahçeden kopardığımız domatesleri yemekti.
Oturduğumuz evin duvarları çökmüş, tamamen harabe bir hâl almıştı.
Hüzünle ve gözümden akan yaşlarla ben bu gerçekten bu kadar nankör müyüm dedim.
Nankördüm evet! Eğer öyle olmasaydı anne ve babamın ölümünden sonra yıllarca bizi korumuş bu eve hiç değilse vefa borcumu öder ve onu ilk canlılığında tutardım, halen içinde yaşıyormuşuz gibi.
İçimde bin bir düşünce olduğu halde bahçe kapısını açtım büyük bir gıcırtıyla ve son kez baktım bahçeye. Dışarı çıkıp arabama binerken kulağımda halen çocukluğumdan kalan sesler vardı, gitme dur diyen.