5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
908
Okunma
İKİ ÇOCUĞUN NASİHATİ
Diyarbakır şehir merkezinden, takriben altmış kilometre uzakta, merkeze bağlı Özekli Beldesi’nde sınıf öğretmeni olarak görev yaptığım yıllarda yaşadığım bir anımdır.
Köy düz bir ovanın bitimini takip eden hafifçe bir tepeliğin üzerine kurulmuş bir yer. Okulumuz ise, üç derslikli olup beş öğretmenli eski bir köy okulu. Okulumuz köyün dışına yapılmış. İlkokulun yanına, birkaç yıl öncesinde, kısa sürede bitirilen birde ortaokul eklenmiş. Köylüler çok sevinmişler ama gel gör ki yapıldıktan kısa bir süre sonra okulları yıkılmış. Köyde, birkaç tane ağaç onlarda mezarlıktalar. Su sıkıntısı yoğun olarak yaşanan bir yer. Köyde İçme suyunu dahi bulamıyoruz desem abartmış sayılmam herhalde. Kışın yağan kar ve yağmur sularının doldurduğu kuyulardaki sağlığa elverişli olmayan suları, kullanarak ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışıyoruz. Düzenli banyo yapamama gibi bir sorunumuz var. Ulaşım ise bir başka sorun. Her yıl ihaleye çıkıp yapılan ve bir yıl içerisinde hiç yapılmamış görüntüsü veren köstebek çukurlu yollar. Atmış kilometrelik yolu üç dört saatte alabilmekteyiz. Yol bir sorun, köyün bir tane olan yarım otobüsü ile yolculuk yapmak başka bir sorun.kırık dökük otobüste ne ararsan var.İçinde çuval çuval unlar,şeker,meyve sebze ne arasan...üstünde ise yok yok.Su depoları,hortumlar,borular…yol bir dert otobüsle köye, köyden şehre yolculuk başka bir dert.Zor şartlarda görev yapmaktayız. Köydeki insanlar ise bu olumsuzluklara inat sıcakkanlı, misafir perver, çalışkan insanlar. Burada görev yapma aşkını bize veren ise köylünün bu samimi sevecen tavırları.
İkibin yılının ocak ayı. Bazı hafta sonları Diyarbakır’a(büyük şehre); gezmek ve ihtiyaçlarımızı gidermek, bunun yanı sıra gıda anlamında eksiğimizi tamamlamak için gidiyoruz. Yine böyle bir gün, arkadaşlarla birlikte şehre geldik. Köyde bize lazım olacak olan ihtiyaçlarımızı temin ettik. Şehirde yaşayan bir akrabam vardı. Uzun zamandır ısrar ediyordu. Şehre gelmişken onu da ziyaret edeyim dedim.Telefonla aradım.Telefonda , akşam kendilerinde kalmam için ısrar etti. Geç geleceğimi söyledim. Gideceğim ev, merkez Bağlar İlçesindeydi. Genelde yoksul ailelerin yaşadığı, şehrin en kalabalık ilçesi. Evler birbirine yapışık ve sokakları dar. Burası sokak çocuklarının en fazla yaşadığı bir yerleşim yeri. İşlerimi bitirdikten sonra, saat on gibi, kimsesiz ve sessiz ara sokaklardan gideceğim yere doğru yürümeye başladım. Kış ayı, malum soğuk bir hava var. Sokaklar dar, ışık yok denecek kadar var ile yok arası bir şey. Birbirimizi seçmekte zorlanıyoruz. İki üç metre önümde 12-13 yaşlarında iki çocuk. Sırtlarında kendi boylarınca çuvalları güçbelâ taşımaktalar. Çöplerden topladıkları anlaşılan ve paraya kolaylıkla çevirebilecekleri eşyalarla (buralarda ğır ğeşek derler) dolu. Beni görmüyorlar. Kendi aralarında üzgün ve de ağlamaklı bir ses tonuyla konuşuyorlar. Biri diğerine,’ağabey bugün kazandığımız paraları babama vermeyelim’,diğeri ise kardeşini tamamlarcasına,’vermeyelim kardeşim. Babama verirsek paraları yer. Anneme verelim, bari ev ihtiyaçlarımızı karşılar. Bize okul için hazırlık yapar.’bu şekilde aralarında konuşma devam edip gidiyordu. Akrabamın oturduğu eve iyice yaklaşmıştım. Ben akrabalarımın evine çıkarken iki mazlum çocuk gecenin karanlığına karışıp kayboldular.
Sizin yaşadığınız sıkıntılar başkalarının yaşadığı sıkıntılar yanında bazen hiç sayılır. Utanırsınız kendi sıkıntılarınızı büyüttüğünüze. Bazen başkalarının hayatları sizi mutlu kılar. Elinizdekinin değerini bir anda anlayıverirsiniz. Bize ne başkalarının hayatlarından diyemezsiniz. Bazen başkalarının hayatları sizin hayatınız oluverir. Bazen de siz başkalarının.
Ayhan GÜNAY