KEKEME RECEP İlk tayin yerim Şarkışla radarıydı. Askerliğin tabiriyle çömez yıllar, içimizdeki görev aşkı büyük, anaya, babaya yakın olma duygusu, birincilikle mezun olduğum branş okulundan, istek hakkımı, memleketimin kazasına kullanmıştım. Aileme en yakın yer burasıydı. Hafta sonu ve nöbet istirahatlarımda, Sivas’a gidiyordum. Yanımda götürdüğüm, Silahlı Kuvvetler sigarasını mahallede herkese dağıtıyor, pantolonumu ütüleyen ablama, gömleğimi kolalayan küçük kız kardeşime bahşiş veriyor, anneme ve babama hediyeler alıyordum. Havam yerinde, “ neden resmi gelmiyorsun biz hiç görmeyecek miyiz?” diyen ailemi, türlü bahanelerle atlatıyordum. Görev yaptığım yer, Anadolulun en mahrum ve mimli yerlerinden biriydi. Okuldan tayin olan birkaç kişi vardı. Şark hizmetine gelenlerin yanı sıra, sürgün olan personelde buraya gönderilirdi. Hepsinin lakapları vardı. TOMSON MAHMUT, makineli tüfekle herkese yat kalk verip yerlerde süründüren adam. Rütbe tenzilli CAMBAZ SEBAHATTİN, sorumlu olduğu kantin ve gazino paralarını zimmetine geçirmiş. Rütbe tenzilli. DİZEL APO, içki imalatçısı, onun yüzünden komutan kantinde kolonya satışını yasaklamıştı. Rütbe tenzilli. FİRAR YUSUF izin ister, verilmeyince kaçan adam. Suçu sınırda işler, ne kadar ceza alacağını hâkimden iyi bilen biri. Rütbe tenzilli. YABA HAKKI, çam yarması gibi, ellerinden dolayı bu unvanı almış. Erlerin korkulu rüyası, dövmediği kimse yok, kalbi taştan ve alabildiğine çirkin. Rütbe tenzilli. Küçük, mütevazı gazinomuz yetersizdi. Mesaiden sonra tüm bekârlar burada buluşur, yemek yer, sohbet ederdik. Bizimkilerde orada olunca, her an bir olaya gebe kalır, pür dikkat, bu hilkat garibelerini korku ve merakla izler, devamlı tetikte bekler, muhatap olmamak için köşe bucak kaçardık. Bunlar hiç kimseden korkmaz, devamlı beraber olur, içki içer, kumar oynarlardı. Çoğu zaman kavga eder, birbirlerine hakarette bulunurlardı. Komutan bunlara ceza vermekten bıkmış, onlar ceza almaktan bıkmamışlardı. Hangi konumda olduklarını kendileri bile bilmiyordu. Aileleri de perişandı. Son görev yerleriydi. Burada da düzelmezlerse, disiplinsizlikten ordudan tart edileceklerdi. Yüz on kişilik rütbeli personelden hiç kimse sevmezdi. Onlarda, bunu bildiği için hep beraber gezerlerdi. Birlikte herkes, onlar için “ vukuat timi geliyor” der birbirlerini uyarırdı. Üniformanın verdiği yetkileri çıkarları için kullanırlar, güçlerini, eli kolu bağlı Mehmetçiklerimizden çıkarırlardı. Kendisine faydası olmayan bu kişilerin ailesine, vatanına hiç faydası olur muydu? Nefret, sadist, yalan, dolan, kalleşlik kelimelerinin sözlüklerdeki karşılığıydı. Bir tesadüf eseri orduya girmişler, âli kıran, baş kesen olmuşlardı. Sayılı günlerini bildikleri için, dur durak bilmiyor, işi azıttıkça, azıtıyorlardı. Gazinomuzun çaycısı Recep, hepimizin sevdiği, kısa boylu, bebek yüzlü, gözleriyle gülen, çalışkan, temiz, çok tatlı bir askerimizdi. Her istenileni yapar, oradan oraya koşturup dururdu. Biraz da kekemeydi. Bizleri, kendisine hayran bırakan Karadenizli şivesiyle gönlümüzde taht kurmuştu. Konuşurken bazen takılır, heyecanlanır, kelimeyi uzatır, hizmet ederken daha çok kekelerdi. Bunu en çok Yaba Hakkı hırpalardı. Zaman, zaman bir köşede Recep’i ağlarken görünce içim parçalanırdı. Karşısında, hazır olda duran savunmasız birine güç göstermek, basitliğin ta kendisi değil miydi? Günümüzde çok sık kullanılan, orantısız güç buydu. Bütün bekârlar toplanıp, bu insan azmanına bir ders vermeyi planlamıştık. Başımızda, bizden kıdemli ağabeyimiz, Saffet Okan vardı. Gazinoda kıstırıp, tabiri caizse, eşek sudan gelene kadar dövecektik. İçimiz içimize sığmıyor, uygun bir fırsat kolluyorduk. Kararlaştırdığımız gün gelmiş, tüm ekip gazinoda toplanmıştık. Bizlerden başka kimsede kalmamıştı. Plan, en ince ayrıntılarına kadar yeniden gözden geçirildi. İçimiz kıpır, kıpır Saffet ağabeyi, can kulağıyla dinliyoruz. “Cemal, sen Yaba Hakkı’ya telefon açıp, gazinoya gel sizi bekliyorlar diyeceksin.” “Tacettin, sen gazinodan içeri girer girmez ışıkları söndüreceksin.” “ Bülent, sen masa örtüsünü başına geçireceksin.” “ Halis, sen dışarıda durup içeriye kimseyi almayacaksın.” “İlhan, Oktay’la sen bacaklarına dalıp, yere yıkacaksınız.” “Sabahattin, sen radyo ve teybi sonuna kadar açacaksın. Gerisini bana bırakın. Hiç konuşmayalım, sesimizden tanır.” Böylece son direktiflerde almıştık. Safha, safha yürürlüğe konulan plan, kusursuz işliyordu. İçeride bir kafa darbesiyle sersemleyen ayı, böğürerek yere yığıldı. Elindeki copla, Saffet abi, hedef gözetmeksizin vuruyor, vuruyordu. Hepimiz şölene katılmış, çorbada tuzumuz olsun misali, tekme tokat girişiyorduk. Enkaz yığınını bulunduğu yerde bırakıp hiçbir şey olmamış gibi dağıldık. Duyan herkes “çok iyi olmuş” dedi. En çok da ailesi sevinmişti. Komutan keyifli, keyifli gülüyor, “Kim yaptı? Hakkı, biliyor musun?” diye kafa buluyordu. Kaşı gözü patlamış, iki dişi, üç kaburgası kırık, kolu ve ayağı çıkmış vaziyette üç hafta hastanede yattı. Suçsuz yere dövdüğü askerlerimizin öcünü, ondan fazlasıyla almıştık. Çok rahat ve mutluyduk. Mağdur belli, yapan meçhuldü. Yeni demlediği çayı bana sunan Recep, o tatlı şivesiyle. “Kokokomitanim, yayayaba hahahakkıya tititiren çaçaçarpmış dududuydunmu?”Demez mi. O günden sonra, Yaba Hakkı gazinoya gelmedi. Diğerleri de kendilerine bayağı çeki düzen vermişti. Çünkü, sırada olduklarını tahmin etmişlerdi. Hepimizin bildiği ünlü bir söz vardır. Eski bir asker, devlet ve edebiyat adamı, merhum, Ziya Paşa’nın o muhteşem sözünü, emir telakki edip, bizlerde seve, seve yerine getirmiştik. “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Tacettin YILDIRIM |