8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2048
Okunma

GİZLİ HAZİNE-1
Kayıp şehir mezarlığındaki gizli hazinenin peşindeydi adam…
Herkes gibi o da bir an önce zengin olmak, hayallerine kavuşmak istiyordu.
Söylentiye göre şehre gelen bir yabancının; ortaklarından gizlice kaçırdığı ve bir daha da alıp gidemediği bir hazineydi. Şehirde kaldığı zaman içerisinde, ahbaplık kurduğu bir iki kişiyle sohbet ederken, farkında olmadan ağzından kaçırmış; sonrasında, geldiği gibi kimse görmeden ayrılmıştı şehirden.
Üçüncü sınıf bir otel odasında kalmış, bazen otelin lokantasında, bazen de şehirdeki diğer lokantalarda yemişti yemeğini. Ara sıra içkili lokantalara uğrar, genellikle tek başına oturduğu masada yudumlardı içkisini. Ne kimseye zararı vardı, ne de faydası…
Anlatılanlara göre değer biçilemiyordu hazineye… Karun’un hazinesinden bile değerli olduğu söyleniyor, herkes ele geçirmeye can atıyordu bu hazineyi. İnsanlar birbirini vuruyor, kırıyor ve yaralıyordu. Ne kardeşlik, ne dostluk ne de arkadaşlık tanıyordu bu hazine.
Varsa yoksa bu hazineydi gündem. Kahvelerde, lokantalarda, barlarda, işyerlerinde ve evlerde bile başka konu konuşulmaz olmuştu.
Ah bir bulabilseydi o hazineyi…
Neler yapmayacaktı ki? Büyükçe bir ev, güzelinden son model bir araba ve bir işyeri. Ve daha neler?
Tabii başkalarına da yardım edecekti. Öncelikle durumu iyi olmayan yakınlarına. Sonra bir de okul yaptıracaktı. Koskoca hazineyi tek başına yiyecek hali yoktu ya…
…
Ama olmuyordu işte. Kayıp şehir mezarlığını bulmuştu bulmasına da, aradığı mezarı bulamıyordu bir türlü.
Kaç gün, kaç gece elindeki haritayla mezarlığı aramış; haritada işaretli mezarlığı bulamamıştı bir türlü. İşaretler birbirine benzese de aynısı sayılmazdı.
Yine de şansını denemek istedi beyaz saçlı adam. Ne olursa olsun şansını deneyecek, hazineyi bulmaya çalışacaktı.
Olanca gücüyle kazmaya başladı mezarlığı. Bir yandan kazıyor, bir yandan binbir türlü hazine hikâyeleri geçiyordu aklından. Kazarken bayılanlar, düşenler ve hatta ölenler…
Polisi ya da jandarmayı hiç hesaba katmıyordu bile adam. Nasılsa bir yolunu bulur sıyrılırdı adaletin elinden. Zaten hep öyle olmuyor muydu?
Baklava börek çalanlar yıllarca içeride yatıyor, devletin ve milletin parasını çalanlar gerine gerine gezmiyor muydu ortalıkta? En fazla bir müddet içerde yatar, sonra da krallar gibi yaşardı.
Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Kazmalıydı… Hem de hızlı bir şekilde ve olabildiğince geniş bir alanı…
…
Birden… Bir el tuttu sanki gizlice kazmayı. Kazma adeta havada asılı kaldı.
Adam tekrar denedi…
Olmadı. Vuramadı kazmayı toprağa…
Bir kez daha…
Olmuyordu.
Görünmeyen, gizli bir el tutuyordu sanki kazmayı. Bir an kazmayı bırakıp kaçmak istedi adam. Ama ne kazmayı bırakabildi, ne de kımıldayabildi bulunduğu yerden.
Donmuş kalmıştı beyaz saçlı adam. Gözleri koca bir fener gibi açılmış, neredeyse fırlayacaktı yuvalarından. Zaten hızla atan kalbi yerinden kopup kaçacaktı mezarlıktan.
Ne olup bittiğini anlamaya çalıştıysa da boşunaydı. Kolu havada asılı dururken, aklı da kazmanın ucunda takılı kalmıştı sanki.
Aklı başından gitmiş, ağlamak istiyordu yaptığı aptallığa…
Neler oluyordu? Yoksa mezarın ve hazinenin laneti mi başlıyordu?
Mezar taşının altından gri bir duman yükselmeye başladı gecenin kasvetinde. Tuhaf da bir kokusu vardı. Daha önce koklamadığı bir koku…
Yoksa bahsedilen zehirli duman bu muydu?
Zehirlenerek öleceğini düşündü bir an…. Karmaşık duygularla doldu kafası. Yolun sonuna mı gelmişti yoksa?
Her şey buraya mı kadardı? Bunca uğraş, bunca gayret boşa mı gidecekti.
Bir film şeridi gibi geçti hayatı gözlerinin önünden. Çocukluğu, gençliği, orta yaşları ve şimdi… Bitiyordu artık her şey…
Oysa daha yapacak çok işi vardı beyaz saçlı adamın. Neler yapmayacaktı ki?
Dedelerinin yaşadığı toprakları gezecek, ailenin köklerini araştıracak; görev yaptığı yerlerdeki dostlarıyla son bir kez buluşarak, geçmişten geleceğe bir köprü kuracaktı.
Çocuklarına ve kendinden sonrakilere güzel bir miras bırakmaktı tüm amacı.
Geçmişini bilmeyen ve geçmişine sahip çıkmayanın geleceğinin de olmayacağına inanıyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse parada pulda da gözü yoktu ya…
Bir kere uymuştu nefsine… Oysa şimdi…
…
( İki bölümlü öykünün ilk bölümü )
Günay ÖZDEMİR
mayısaonyedikala / merSİNop