33
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1809
Okunma

Alış veriş için gittiğim markette, her zamanki gibi, kendimi yine kitap reyonunun önünde bulmuştum. Başlığı dikkatimi çeken bir kitabı elime alıp, evire çevire incelemeye başladım; ama kitap poşetli olduğu için hiçbir ipucuna rastlayamamıştım. Merakım giderek çoğalmış ve kitap sepetteki yerini almıştı.
Akşam yemeğinden sonra, biraz televizyon izleyip, birazda bilgisayarda yazı yazdıktan sonra, yatmak için hazırlanırken, kitabım aklıma gelmişti. Yatağıma uzanıp, okumaya başlamıştım. Bir iki paragraftan sonra, kitap beni tamamen içine çekmiş, uykum gelmesine rağmen bırakamıyordum. Konusu aşktı. Yazar öyle güzel anlatmıştı ki, soluk soluğa gidiyordu. Yazar, bazen Leyla olup yanıyor, bazen Kerem olup savruluyordu. Bazen de, rüyasının peşinden Piramitlere kadar giden Simyacı gibi, okyanusları aşıp, çölleri geçiyordu. Açıkçası hikâyenin konusuna bayılmıştım.
İçin için de, yazara platonik bir aşk beslemeye başlamıştım. Çünkü aşkı bu kadar güzel anlatan bir kişi, acaba nasıl aşk yaşar? Demeden edememiştim. O kadar etkilenmiştim ki, hemen ben de böyle bir öykü, roman her ne yazabilirsem, yazmaya karar vermiştim. Kırtasiyeye gidip, en kalınından bir defter ve yumuşak bir kalem almıştım. Kalemin yumuşak olmasını ısrarla isteyince, kırtasiyeci:
-Sınava mı gireceksin?
-Hayır; kitap yazacağım.
Adam yüzüme bakıp:
-Konusu ne?
-Aşk…
Alaycı bir şekilde güldü, ‘sen mi?’ dediğini anlamıştım. ‘Evet, ben.’ dedim, Beğenemedin mi? demedim. İleride büyük bir yazar falan olursam, bir okuyucu bir okuyucudur mantığına sığınıp, sesimi çıkarmadan oradan uzaklaşmıştım.
Gündüzleri çalışıyor, geceleri bıkıp usanmadan yazıyordum. Hem de geç saatlere kadar… Uzun bir uğraşmadan sonra, yazımı bitirmiştim. Kalın kalın iki defter. Şimdi şu meşhur yazara ulaşmaya gelmişti sıra. Defterlerimi nasıl ulaştıracağımı araştırmaya başlamıştım. Aramalarım sonuç vermiş, İzmir de imza günü yapacağını öğrenmiştim.
Bütün işlerimi bırakıp, imza gününe gitmiştim.Tabi defterlerim de yanımda…Erkenden yazarın geleceği yere gidip beklemeye başlamıştım. Yazar gelince, bir iki kitapta ben alıp, imza için kuyruğa girmiştim bile... Sıranın bana gelmesini bekliyorum. Heyecanlıyım... Nihayet sıra bana geldiğinde, kitaplarımı imzalatıp, defterimi yazarın önüne koyarak:
-Rica etsem şuna bir bakar mısınız?
Eliyle sırayı gösterip:
-Bitsinler; bakarız.
Defteri elime alıp, kenardaki bir sandalyeye oturup beklemeye başlamıştım. Nihayet kalabalık bitmiş, yazar toparlanmaya başlamıştı. Hemen yanaşıp, tekrar defteri uzatmıştım. Önüne koyulan defterin sayfasını çevirerek okumaya başlamıştı. Birinci paragraf, ikinci paragraf derken sayfa bitmiş, ikinci sayfayı çevirmişti. Çok sevinçliydim. Uçmak üzereydim. Defterimi okuyordu, hem de hiç başını kaldırmadan. Ben almak için bekliyordum ki, başını kaldırıp gözlerime bakmıştı. İçim eridi. Zaten aşığım ya…
-Defter ben de kalabilir mi? hepsini okumak istiyorum da.
Çığlık atmak üzereydim; hayranı olduğum yazar benim yazımı beğendi ve okumak istiyordu. Şaşkınım, konuşamadım, öylece bakıyordum... Neden sonra kendime gelip:
-Tabi tabi; siz de kalabilir.
Çok sevinmişti. Telefon ve mail adresini verip:
-Okuyunca mutlaka sizi arayıp fikrimi söyleyeceğim.
Artık yere göğe sığamıyor, çok heyecanlıydım:
-Merakla aramanızı bekleyeceğim efendim.
Yazar gitme vakti gelince, defterlerimi de alarak gitmişti. Ben heyecanla gelecek haberi beklemeye başlamıştım. Tam ümidimi keseceğim sırada, beklediğim telefon gelmişti. Yazımı çok beğendiğini, kitap olarak bastırmak isteyip istemediğimi soruyordu. Aman yarabbi! Yazım beğenilmiş ve kitap olacaktı. Hem de editörlüğünü de kendisi yapmak istiyordu. Heyecanlıyım, sevinçliyim, ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. İsa Be’in belirlediği bir tarihte İstanbul’a gitmiştim. Bir takım sözleşmelerden sonra kitabım basılmış ve bana harika bir imza günü ayarlanmıştı. Eh ben de kıvançla kitaplarımı imzalıyorum. Sevgili yazarım da eline aldığı bir kitabı bana uzatarak:
-Bunu da benim için imzalar mısınız sayın yazarım?
İmzalayıp eline verirken gözlerime bakarak:
-Benimle evlenir misin?
Şaşkınım… Demek benim platonik sandığım aşk, platonik değil, gerçekmiş. Hemen oracıkta boynuna sarılıp teklifini kabul ediyorum. Kısa zamanda düğün hazırlıklarını bitirip, nikah memurunun karşısına çıkıyoruz.
Nikah memuru soruyor:
-Hasan kızı Emine, Musa oğlu İsa’yı eş olarak kabul ediyor musun?
-Eveeeet!
Nikah memuru bu kez İsa’ya soruyor:
-Musa oğlu İsa, Hasan kızı Emine’yi eş olarak kabul ediyor musun?
-Evet!
-Ben de sizi karı koca ilan ediyorum.
Bana doğru uzattığı defteri imzalamak için kaleme uzanıyorum; fakat almak ne mümkün...Kalem yuvarlanıp masadan düşüyor. Tak diye bir ses; gözlerimi açıyorum. Kitabım yere düşmüş. Ben yataktayım.
-Olamazzzz!!!
27/03/2010/Emine/Manisa