5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
701
Okunma

Önümde giden at arabasında, bir aile olduğu izlenimi veren inanlar, neşeli bir sohbet ile ilerliyordu. Arabaya koşulan atların nal sesleri, sanki her telden çalan bir orkestraya eşlik eder gibiydi.
Giderken söyledikleri şarkılar ise tamamlıyordu bu tabloyu. Her zaman ilgimi çekmişti onların özgür yaşamı.
Ağır bir şekilde ilerliyordu arabaları. Belki de ekmek teknesiydi. Çünkü, sıkışık bir şekilde oturmuşlardı. Arkalarında kalan boşlukta, ne olduklarını göremediğim bir sürü eşya vardı. Aracımın hızını azalttım. Amacım onları biraz daha gözlemlemekti.
Dikkatlerini çekmiştim fakat oralı bile olmamışlardı. On dört on beş yaşlarındaki bir erkek çocuğu çaldığı klarneti susturmadan bana baktı meraklı gözlerle. Yerleri sıkışık olmasına rağmen, hatta kımıldayacak durumda bile olmayan, kirli saçlı, yüzleri kirden gözükmeyen kız çocukları ise ritme kendilerini kaptırmış, oturdukları yerde raks ediyorlardı sanki.
Üstlerindeki giysiler, duman karasına batırılmış gibi gözüküyordu. Yüzlerinde ise buna aldırmayan, hayatı gırgıra almanın bir dinginliği yansımıştı.
Bir an kendi yaşamımla kıyaslama gereği duydum. Ben ki, paramın hesabına yapmaz olmuştum son zamanlarda. Bir elim yağda, bir elim bağda yaşıyordum. Geçim sıkıntısının ne olduğunu unutalı çok uzun zaman olmuştu.
Kendimi tatmin etmek için elimden gelen çabayı sarf ediyordum. Yapmadığım çılgınlık kalmamıştı. Fakat yine de mutlu hissedemiyordum . Sanki bir şeyler eksikti. O eksikliği hissediyor, tam karşılığını bulamıyor ve adını koyamıyordum.
Son zamanlarda da bırakmıştım zaten bu arayışımı. Sabahtan akşama kadar son model arabama biniyor, iki dirhem, bir çekirdek giyindikten sonra, bilinçsizce atıyordum kendimi sokaklara.
Bazeniçimden, çılgınlık yapmak geçiyor ve icatlar buluyordum . Sokakta oynayan ve tanımadığım çocuklara para veriyor ve onlardan kavga etmelerini istiyordum.
Tomarla parayı gören çocuklar, yaptığım şeyin mantıksız olduğunu bildikleri halde paranın hatırına vurmaya başlıyorlardı birbirlerine. Zevk alıyordum, onlar birbirine vurdukça. Acaba ben ruh hastası mıyım acaba diye de düşünmeden edemiyordum. Sonra da kendime söz veriyordum.
At arabası sağa dönünce ne yapacağımı şaşırmıştım. Yolun ortasında aniden durmam, onları ürkütecekti. Biraz daha gittikten sonra u dönüşü yaparak uzaktan uzağa takibime devam ettim. Birden onları kaybettiğimi sanarak korktum. Sonra merakla bakarken onları gördüm.Dere kenarında, çalılıklarla dolu bir yere çekmişlerdi arabayı. Arabanın karşısında da bir çadır.
Arabadaki eğlence, çadırın önünde de devam ediyordu. Arabamı yanaştırdım yolun kenarına. Aşağıya indim ve onlara doğru yürümeye başladım. Beni fark etmiş ve oynamayı bırakmışlardı. Yüzlerindeki ifade de değişmişti.
Yanlarına iyice yaklaştım. Bir taraftan da korkuyor fakat belli etmiyordum.
“ Bir Tanrı misafirini kabul eder misiniz ? “
Diye sorduğumda ise benden zarar gelmeyeceğini anlayarak,
“ Abe buyurasın, fakiranemize. Otur baş köşeciğe. “
Babanın gösterdiği, çadırın önündeki kirli mindere oturmuştum bile.
Onları seyrettim. Onlarla oynadım. Bana ikram ettikleri kirli kaplardaki yemeklerini paylaşmışlardı. Tavşan kanı çaylarını da içmiştim. Üzerimde yıllardır bana yük olan mutsuzluk bir anda uçup gitmişti.
Mutluluğun parada, pulda olmadığını anlamıştım. Mutluluk yürekteydi besbelli. Ben onu bilmiyordum. Bulmuştum en sonunda. Gülen insanların yüzünde...