4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
800
Okunma

Türkiye’nin liberalleşme girişimleri bildiğim kadarıyla üç siyasi partinin öncülüğünde oldu: Demokrat Parti(idam edildi), Anavatan Partisi(intihar etti), Adalet ve Kalkınma Partisi(İdam sehpasından bir kere direkten döndü ve tekrar o idam sehpasına getirileceği öngörülüyor).
Yani ben öyle biliyordum.
Peki, nedir ülkenin liberal demokrasiye doğru gitmesi?
Cevap: Halkı cahil görüp eğitmeye çalışan resmi ideoloji ekseninde halktan kopuk siyaset güdüp halkı şekillendirmek yerine bireyi temel almak ona söz geçirmek yerine gerçekten de onun sözünü dinlemektir. Yani bu da Milli irade oluyor.
Yukarıdaki girişimlerin haricinde liberal muhalefetin cumhuriyetin kurulmasından sonra Demokratik Partiyle birlikte gerçekten çok partili hayata geçmeden önce tam üç kez atağa kalktığını gördüm. Prof.Mustafa Erdoğan’ın Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset kitabıyla birlikte...
Adalet ve Kalkınma Partisine kapatma davasının fısıltılarının duyulmaya ve belki de kimi kesimlerce “hissedilmeye” başlandığı şu günlerde siyasi tarihimizin yasak bölgesinde gözüme çarpan şu parallelliği gördüğüm kadarıyla göstermek istiyorum, benzerlik var mı siz karar verin. Şöyle ki:
İkinci Grup:
TBMM’nin açıldıktan, Mustafa Kemal’in mecliste kendi kurduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu 1921’de kurmasından bir yıl sonra kurulan, “muhafazakar ve gerici” olmakla suçlanan ama Meclis’in üstünlüğünü savunan; Stefanoz Yerasimos’a göre “açıkça liberal muhalefet” olan İkinci Grup, 15 Nisan 1923’te Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikle vatan haini olarak suçlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve nihayetinde aynı yılın Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında yapılan iki dereceli seçimlerde Meclis’e girememiş ve Ahmet Demirel’in deyimiyle “tarih sahnesinden silinmiştir.”
Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası:
Mustafa Kemal’in iktidarın tek kişinin elinde toplanmasından korkan arkadaşları Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşa gibi isimler tarafından 17 Kasım 1924’te kurulan ve “gerici” olmakla suçlanan ama Eric Jan Zürcher’e göre “Kemalist rejimin köktenci ve otoriter eğilimlerine direnişin damgasını taşıyan ve siyasal liberalizmin klasik bir ifadesi olan” Terrakiperver Cumhuriyet Fırkası kısa zamanda geniş bir toplumsal destek kazandı. Ancak 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait olayı patlak verdi. İlan edilen sıkı yönetim ve Takrir-i Sukun Kanunu ile siyasal muhalefet ve basın tümüyle susturuldu. Bu arada 5 Haziran 1925’te TCF kapatıldı. 10 gün sonra ortaya çıkarılan Mustafa Kemal’e suikast olayı nihayetinde 6 TCF üyesi ölüme mahkum edildi ve yine partinin üyelerinden olan Rauf ve Adnan Beyler onar yıl kürek cezasına çarptırıldılar.
Serbest Cumhuriyet Fırkası
Cumhurbaşkanı ve Halk Fırkası lideri Mustafa Kemal, Fransa’daki büyükelçilik görevinden yeni dönen eski başbakanı Fethi Okyar Bey’den çeşitli nedenlerden dolayı bir muhalifet partisi kurmasını ister. Bunun sonucunda 12 Ağustos 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın parti programı yine Eric Jan Zürcher’e göre ana hatlarıyla “liberal” bir programı andırıyordu. 1930’un Ekim yılında yapılan seçimlerde 2 aylık parti 500 civarındali belediyeden 30’unu ve Samsun il merkezini kazandı. Mustafa Erdoğan’a göre “partiye yönelen ilgi ve desteğin kaynağı sosyolojik bakımdan homojen değildi, ama bu ilgi büyük ölçüde Kemalist reformlardan ve tek parti yönetiminin baskı politikasından hoşnutsuz olan muhafazakar kesimlerden geliyordu.” Nihayet Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bu muhalefetin yükselişinden çekinmesi sonucu bu parti tarafından “kışkırtılan” Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal de SCF’ye karşı sözlü tavır aldı ve Bernard Lewis’in deyimiyle “Gazi’nin sadık muhalefeti” ya da “izinli muhalefet” 17 Kasım 1930 günü kendiliğinden kapandı.
Yukarıda anlatılan siyasi tarih tamamen Mustafa Erdoğan’ın bahsettiğim kitabına dayanır.
Ancak bütün bu olanlar bana Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan’ların siyaset çizgilerine oldukça paralel geldi. Nitekim üçü de muhafazakar kesimlerin desteğini aldı, bilhassa Menderes ve Erdoğan “gerici” suçlamalarıyla sık sık karşılaştılar ve üçünün de politikaları genel olarak liberal çatı altında görülebilir.
Bir de sonlarına bakalım: Menderes İnönü ve CHP’nin de “kışkırtmalarıyla” idam edildi, başından zaten bir suikast girişimi geçen ve “sivil-dindar cumhurbaşkanı” yazılarıyla cenazesi kaldırılan Turgut Özal’ın ölümü hala tartışılıyor ve kendisine yönelik suikast iddiaları ortaya atılan Erdoğan’ın partisi zaten bir kere siyasi partilar mezarlığının dipsiz kuyularına gitmekten bir kere kıl payı döndü. Ve bu direkten dönme bence siyasi hayatımızda bir dönüm noktasıydı. Ama resmi ideolojinin bir şekilde yeniden atağa kalktığı “hissediliyor”, bakalım bu sefer gol olacak mı...