3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
963
Okunma

Koşturmaca ve aslında o koşuşturmacanın içerisinde yitirilen masumane bir saydamlık. Aslında tek bir gülümseme yetebilecekken anlatmaya her şeyi, susmayı seçtik. Buruk bir kış daha geçiyor ayaklarımızın altından. Hiç yaşayamadığımız bir gitmek öyküsüdür birikiyor sinüslerimizde. “İşte burada,” diyoruz. “Tam burada”! Buramıza kadar geldi sustuklarımız. Ve kimseyi de dinlemeye vaktimiz (biz kendimize bile itiraf edemiyoruz ama tahammülümüz) yok. Gündelik işlerimizin arasında ve devam ettikçe bir koşu bandı misali yerimizde saydığımızı görmek yoruyor bizi. Yorulan bedenlerimiz değil üstelik. Her gece, gece gündüze gebe iken düşlediğimiz düşüncelerimiz yorgun.
Kaybediyoruz. Bir bir kaybediyoruz henüz kazanamadıklarımızı. Dilimizden tutun da düşündüklerimize kadar neyimiz varsa kaybediyoruz. Fikirlerimiz çalınmış, benliğimizi unutup özendirilmişiz birçok şeye, birçok yere ve aslında kültürümüzde dahi yeri olmayan birçoğuna.
Unutulmuşuz eski bir fırıncı küreği gibi tezgahlar arasında ve unutmuşuz da herkesi. Her gün bir öncekinden daha çok yabancılaşıyoruz. Çoğumuz bilmiyor üst katımızda kimlerin oturduğunu.
Her yerde bir kalabalık. Her kalabalıkta bir düşünce, aslında düşünmenin bile suç olduğu bu şehirde ve her adım başında karşımıza çıkan bir dur tabelası. Bizi susturuyor, esir ediyor bir kahrolası!
Ben mi geç kaldım anne rahmine düşmeye yoksa sadece filmlerde mi olur hasır tabureler üstüne denk gelmiş tavla maçı Berber Hasan ile Bakırcı Nedim’in? Şimdilerde bir geçim telaşıdır, bir gelecek kaygısıdır sürüyor. Unutturuyor bizi bize!
Hiç böyle büyümemiştim ben…
Cihat KIRDAR-14/01/2010
BURSA/KARACABEY