8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1192
Okunma

Çokça çelişki ve yanıtlayamadığım soru da benimle beraber gittiğim yere geliyordu.Bunu görebiliyordum ama ihtiyacım olanı yapıyordum. Her ne kadar “yalnız kalmak” isteyeceğim son şey olsa da ihtiyacım vardı düşünmeye. Çok ani alınmış bir karardı, farkındaydım ve çok kişinin de tepkisini almıştım fakat bunu yapmamak kendime ihanet gibi olacaktı. En başta annem karşı çıkmış, hastalığından dem vurarak sürekli onu ihmal ettiğimi söyleyip durmuştu. Biliyordum, sevgiye, şefkate ihtiyacı vardı lakin bu halimle ona destek değil ancak ayak bağı oluyordum. Şermin teyzeme sık sık arayacağımı söylemiş ve anneme iyi bakması için adeta yalvarmıştım. En sonunda annem dayanamayıp,
—Git bakalım ne olacak? Son zamanlarda sende bir haller var ya hadi hayırlısı. Kime çektin bilmem ki? Hiç bir şey de anlatmıyorsun ki insana. Gittiğin yerde inşallah sorularına yanıt bulursun. Seni üzgün görmek isteyebileceğim en son şey, biliyorsun bunu değil mi? Anne olunca anlayabilirsin ancak bunu Asya.
Diyerek hem gidişimi onaylamış hem de sitem etmişti.
—Yapma böyle Sermin Sultan. Sonra aklım hep sende kalıyor, biliyorsun. Bir de seni kafama takmayayım olmaz mı şekerparem?
Gülerek ve her zamanki gibi saçlarıma kondurduğu öpücüğü eksik etmeden,
—Hadi git deli kız. Biliyorum ki bu saatten sonra bağlasam durmayacaksın. Aklın bende kalmasın, Şermin teyzen vay ya.
Keyfim biraz yerine gelmişti. En azından gönlünü almayı başarmıştım.
—Benim biriciğimsin sen. Sen de beni anlamasan ne yapardım bilmiyorum inan. Şimdi içim daha rahat.
Onu öpüp koklamış ve hayır duasını alarak ayrılmıştım yanından. Arkamdan ağladığını biliyordum. Sanki hiç dönemeyecekmişim gibi içim birden karardı, geri dönüp tekrar sarılmak istedim, yapamadım. İçine evham düşürmemeliydim. Sonra aklım hep onda kalırdı.
Bir de Suat vardı geride bıraktıklarım arasında. Yavaş yavaş işlerin yoluna girdiğini düşündüğü bir anda “uzaklaşma” fikrinden bahsetmiştim. Çok şaşırmış hatta inanamamıştı. Bunu net olarak ifade etmekten çekinse bile Bitlis’e gidiyor olabilme ihtimalim yüksekti nazarında. O da gelmek istemiş,
—Beraber gidelim, söz sana ayak bağı olmam, istemezsen yokmuşum gibi de davranabilirsin.
Diyerek endişelerini dile getirmişti. Biraz da haklıydı. Düşünmemiş de değildim Bitlis işini ama hala bir ipucu yakalayamamıştık. Suat’ın avukat arkadaşı bu konu ile ilgili bir araştırma için oraya bile gitmişti. Ufak tefek küçük gelişmelerin dışında durum hala belirsizliğini koruyordu. Bu konu ile ilgili sabitlediğim tek karar Ömer’in bıraktığı yeri kabul etmemiş olmamdı. Ancak bunu avukat Zeki beye iletememiştim. O hala beni bu konu üzerinde düşündüğümü sanıyor olmalıydı. Defalarca aramama rağmen ulaşamamış en sonunda kendisinden gelecek talebi bekleme kararı almıştım.
Gideceğim yeri hiç kimseye söylememiştim. Ne kadar kalacağımı da bilmiyordum açıkçası. Gerekli talimatları vererek ofisteki işleri Âdem’e bırakmıştım. Sıkı bir elemandı ve işi iyi kavramıştı. O nedenle içim rahattı işler konusunda. Nasılsa Suat da yardımcı olacaktı ters bir durumda. Evet, Yusuf ile Züleyha vardı birde. Evin anahtarını da vermiştim Suat’a. Onları doyurmasını rica etmiş hatta kalabileceğini söylemiştim hafifçe gülerek.
—Yalnız çok dağıtmak yok, ona göre. Gelince sana toplatırım, haberin olsun.
Çok zor olmuştu Suat’tan ayrılmak. Özellikle de kafasındaki soru işaretleriyle kalması canımı sıkmıştı. O’na gitmem gerektiğini, gitmezsem hep çelişkide kalacağımı ve bunun hem beni hem onu gereğinden fazla yıpratacağını defalarca anlatmaya çalışmıştım. O’nu hiç bu kadar sabit fikirli görmemiştim daha önce. Duygularını bana açmaktan duyduğu pişmanlığı ve kendisinden kaçtığımı düşünüyordu.
—Bunu samimiyetinle söylediğine inanmak istemiyorum Suat. Evet, haklısın, bu gidişin seninle de bir ilgisi var lakin dediğin boyutta değil. Sadece sana şekil vermek ve hayatımdaki duruşunu belirlemek adına.
Ve devam ediyordum hiç aralık vermeden. Söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki aslında.
—Bunu bir kaçış olarak değerlendirmeni istemiyorum canım. Bazı gerçeklerle yüzleşme vakti geldi sanırım. Buna böyle bakarsan hem sen hem ben bu kadar üzülmeyeceğiz. Kaldı ki kaçmıyor, aksine kaçanları bulmak adına bir süreliğine uzaklaşıyorum. Hepsi bu.
Gideceğimi söylemek için işyerine gittiğimde yaptığımız uzun konuşma O’nu ikna etmemiş akşam yine bana uğramıştı. Hiç O’nu böyle görmemiştim. Oldukça titiz biri oluşundan olsa gerek, kravatını gevşetip gömleğinden açtığı iki düğme dikkatimi çekmişti. İçimden yakıştığını geçirmeden de edememiştim hani. Gözlerinde uzak duran bir anlamsızlık ve hüzün vardı. İstemediği bir düşten uyandırılmış gibi bir elbise misali üzerindeydi hayal kırıklığı. Üzülüyordum, çünkü Suat çok üzülüyordu. Elinden oyuncağı alınmış bir oğlan çocuğu gibiydi adeta. Ağlamak istiyor ama “erkekler ağlamaz” diyenleri yalancı çıkarmıyordu.
—Bir daha dönmeyecekmişsin gibi geliyor kadın. “Ya dönmezse” diyorum, “ya dönmezse”. Gözlerine bir daha bakamayacak olmak, o derinlikte kendimi arayamamak, teninin sıcaklığını, kokundaki sarhoşluğu bir daha yaşayamamak düşüncesi deli ediyor beni. Anla lütfen. Ve böyle düşündükçe kendime olan öfkem artıyor, kendimden nefret ediyorum.
Ağlayabilirdim. Bu duruma engel olmak için sözünü bitirmesine fırsat vermeden dudaklarımla kapadım dudaklarını. Uzun ve
İsterik bir öpüşün ardından biraz ondan uzaklaşarak,
—Hatırla… Hani bana “en güçlü halinle gelinceye kadar hayır” demiştin. İşte sana bu duruşla gelmek için, kendimi arzu ettiğim şekilde sana teslim edebilmek için, yüzüne bakarken bana bahşettiğin dünyada kaybolmak, sen gözlerime baktığında kendini bulabilmen adına gidiyorum Suat. Sana “adam” diyebilmek için. Ve ben bunu istiyorum. Hayatımdaki yerin bu olsun istiyorum. Şimdi bana engel olma ve ben gideyim. Döneceğimi ikimizde biliyoruz.
Biraz rahatlamış gibiydi. Tam ağzını açıp konuşmaya başladı ki engel oldum.
—Hayır Suat. kalamazsın. Yoksa gidemem. Anla artık seni gerçekten istediğin boyutta arzu ettiğim için hayatıma almak istediğimi. Kendimi “seni sevdiğim” duygusuna alıştırmalıyım. Biliyorum tuhaf gelmekte sana fakat 10 yılı aşkın bir alışkanlığı yıkmaktan bahsediyorum. Kurduğum cümlelerin öznesine seni yerleştirmek inan kolay olmayacak bu alışkanlık doğrultusunda. Ve ben o cümlelerdeki özne “sen ol” istiyorum. Seni yaşamanın hakkını başka türlü veremem.
Bunlar son sözlerim olmuştu. Başımı göğsüne gömmüş, kokusunu içimde hapsetmek ister gibi derin derin nefes almıştım. Gömlek düğmelerinin açık kalan kısmından teninin sıcaklığı dudaklarıma değiyordu. Bu küçücük dokunuş bile koca bir deprem habercisiydi sanki içimde. O ise tepede toplamış olduğum saçlarımı açmış, incitmekten korkarcasına parmaklarıyla tarar gibi okşuyor, öpüyordu. Aniden saçımdan sert bir şekilde tutup başımı göğsünden ayırarak beni hırpalarcasına, içindeki tüm ateşi dudaklarımdan içime doğru akıtırcasına şehvetle uzun uzun öptü. Nefes alamıyor, aklıma ulaşamıyordum sanki. Ayaklarımın yerden kesildiğini hisseder gibiydim. O gittiğinde ben hala kendimde değildim. Bu kadar etkileniyor olmam korkutuyordu beni.
Başım otobüs camına dayanmış bunları düşünürken muavinin,
—bayan, biletinizi görebilir miyim?
Sesiyle kendime geldim.
—Hayrola! Bir sorun mu var?
—Sadece koltuk numaranıza bakacağım. Sanırım bir yanlışlık olmuş.
Diyerek bileti inceledi.
—Sizden arkadaşlar adına özür diliyorum. Sizi bir ön tarafa, bayanın yanına alabilir miyiz? Burası daha önce bir çifte kesilmiş.
Sorun çıkarmak istemiyordum. Bu nedenle hemen söyleneni yaptım ve bir ön sıradaki cam kenarına oturdum.
Yanımdaki koltukta orta yaşlı hoş bir bayan vardı. Hala güzel görünüyordu fakat gençliğinde çok güzel bir hanım olduğu da gün gibi aşikârdı. Yol uzundu. Onunla sonra ilgilenecektim. Başımı tekrar cama yaslayarak dışarıyı seyretmeye koyuldum.
Yağmur çok inceden yağıyor, otobüsün sıcak olması nedeniyle camlar buğu yapıyordu. Çocukluğumdaki gibi camlara resimler çizmek, yazılar yazmak geçti içimden. Yazmaya kalksam kim bilir neler düşerdi buğulu camlara, hayatın içine düşmek adına çıkılan bu yolculukta. Hem hiçliklerine hem de p/içliklerine dair.
sevgi kaya
devam edecek...