28
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1494
Okunma


Kendimi ırmak kıyısına nasıl attığımı bilemiyorum. Öylesi bir ayaz vardı ki dışarıda, soğuk içime işliyordu. Herkesten uzak bir köşe bulmalı hatta bir süreliğine gitmeliydim buradan. İçim çok acıyor, çapı belirsiz bir taş sanki yerini bulamıyordu. Kıyıdaki banklardan birine oturup bir sigara yaktım. Koca bir dağ içime devrilmiş gibiydi ve ben kimsesiz, kimliksiz kalmıştım. Uzaklara bakamıyor, içime dönemiyor, çaresizlik içinde kıvranıyordum. Hiç bilmediğim bir kentin ara sokaklarında kaybolmuştum adeta. Avukatın sözleri teker teker kulağımda yankılanıyor, duyumsamadığımı sandığım noktalar yerine oturuyordu. Umduğumdan da çetin bir durumdu ve ben bunu tek başıma kaldıramayacağımı düşünüyordum.
Çalan telefon sesi ile irkildim. Arayan Suat’tı. Ben açmadıkça ısrarla çalıyordu telefon. Nihayet,
—Asya! Neler oluyor ve sen neredesin? Neden açmadın telefonu?
Ağlamaya başlamış olmam öfkemi bir kat daha artırıyor, öfkelendikçe konuşamıyordum. Sadece,
—Irmak kenarındayım
diyebildim ve telefonu kapattım.
On dakika sürmemişti ki Suat yanımdaydı.
—Neler olduğunu anlatmayacak mısın?
—Çok kötü şeyler oldu ve olacak Suat. Bununla nasıl başa çıkacağım bilmiyorum. Kendimi hiç bu kadar eğreti hissetmemiştim hayatın içinde.
—Önce sıcak bir yere girebilir miyiz canım? Donmuşsun burada. Sonra en başından anlatırsın neler oluyor, seni bu kadar yıpratan şey nedir?
Hemen karşıdaki balıkçıya girdik. Çok üşümüş olduğumu ancak içeriye girdiğimde anlamıştım. Suat Ahmet’e iki kişilik bir semaver söyleyerek yanıma geldi.
—Evet, şimdi anlatacak mısın?
Artık kaçışı yoktu. Suat bu duruma bir yanıt beklemekteydi haklı olarak. O’na anlatmaya karar verdim ve başladım.
—Ömer, Ömer artık yok Suat ve hiç olmayacak.
—Bu da ne demek şimdi?
—Yok işte… Ömer ölmüş!
Güçlükle konuşabiliyor cümleleri yarım yamalak kuruyordum. Anlatım dilim sanki felç olmuştu.
Ömer’in bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini fakat ailesinin bunun bir kaza olmadığını düşündüğünü güç bela kurduğum cümlelerle ifade etmeye çalıştım.
—Peki, ne zaman olmuş bu olay ve sen nasıl öğrendin?
—Sanırım bir ay kadar oluyor.
Diyerek, avukatın beni araması ve Ömer’in bana bırakmış olduğu yerden bahsettim.
—Dur biraz. Tuhaf noktalar var bu işte, ya sen anlatamıyorsun ya da gerçekten çok karışık bir durum.Ne yeriymiş bu bakalım ve neden şimdi ortaya çıkıyor? Bu işte bir iş var ya anlarız neymiş.
—Bilemiyorum ne yeri fakat bu yer meselesi olmasaydı sanırım Ömer’in kazasından hiç haberdar olmayacaktım. Avukat Ömer’in vasiyetini yerine getirirken ölümü hakkında da ipucu yakalamaya çalışıyor gibi geldi bana doğal olarak.
Suat’ın öfkesine endişe ve merakın karıştığını sezebiliyordum. Ben de endişeliydim açıkçası fakat Suat’a anlatmakla iyi mi etmiştim, bilemiyordum. Sadece olaylar karşısında soğukkanlı ve sakin oluşu içimi rahatlatıyordu.
Ona aldığım mail ve mektuplardan da bahsederek bu konu ile ilgili endişemin büyük olduğunu fakat bu mektuplardan avukata bahsetmediğimi söyledim.
Çılgına dönmüş gibiydi adeta mektup meselesini duyunca. Hele yeni anlatıyor olmam kızgınlığını bir kat daha artırmıştı. Yine de bu tavrımdan memnun olmuş olacak ki, bütün öfkesini bir kenara bırakarak ve ellerimi ellerinin içine alıp;
—İsabetli bir karar bu. Çok iyi yapmışsın canım. Bu işin peşine önce biz düşelim, gerekirse onlarla da paylaşırız zamanı gelince. Ama şimdi sen sakin ol lütfen. Hiçbir şeyin seni üzmesini istemiyorum. Ömer’e üzülmeni anlıyorum fakat diğerlerini kafana takma lütfen. En azından şimdilik.
Boynumu büken çaresizlik bir nebze de olsa ayaklanmaya durmuş, uzun zamandır içimde sakladığım olayı paylaşmış olmanın rehaveti çökmüştü içime. Yağmur altında kalan sokaktaki bir kedi yavruna sahip çıkmış gibi minnet duyuyordum Suat’a. Bu durum sevginin ötesinde bir şeydi. Seven insan sevdiğini çaresiz değil hep güçlü görmek isterdi. Ama o bana kanatlarını açmış ve bütün iyimserliği ile benim o kanatlarının altına sığınmama izin vermişti. Babam gibiydi sanki şu anda ya da sıkı bir dost.
İkili ilişkilerde yakalanması en zor ama en gerekli bir durumdu beklide. En zayıf hallerini açabilmeliydi insan sevdiğine. Nedendir bilinmez, bu yönlerimizle hiç çıkmak istemezdik sevdiğimiz adam ya da kadının karşısına. Hep güçlüyü oynamak gibi bir çabamız vardı. Oysa hayat her haliyle çalıyordu kapımızı. Suat için ben sadece bir sevgili olsaydım şu anda bir başka adam için göğsünde nasıl ağlardım. Lakin bu benim Suat’ın dışında gelişen hayatımın bir gerçeğiydi ve ben bu gerçeklerle O’nun kapısını çalabilmeliydim. Olması gereken de buydu. Belki de bunu başaramadığımız için yıkılıyordu birliktelikler. Hayatın bize olduğu kadar açık olamıyorduk birbirimize karşı. İşte bu nedenle her sevgili çokça dost, her dost da biraz sevgili gibi durmalıydı adama. Tenden geçen fakat tenin çok ötesine taşınan daha güçlü bir bağdı bu.
Sadece mükemmel bir sevgili olmak yetmiyordu ilişkiyi uzun tutmaya ya da dost dediğinde bulamadığın sevecenlik, kendine özel kılınan durumun olmayışı zedeliyordu bu ilişkileri. Ömer’in bu şekilde gidişinin beni bu kadar yaralaması da bundandı sanırım. Hayatımdan bir erkek olarak çıkmış fakat bir dost olarak çıkaramamıştım onu. İlk gördüğüm anda bıraktığım yerden aynı dostluk çerçevesinde başlayabilirliğimdi belki de beni bu kadar yıpratan. Suat’ın kendisi dışındaki olaylarıma bu denli yürekten müdahalesi de bundan değil miydi?
Çaylarımızı içerken biraz daha sakinlediğimi düşünüyordum. İyi ki hayatımda Suat gibi birinin varlığına müsaade etmiştim. Tam anlamıyla kendime geldiğimde birkaç meraklı gözün bizi takip etiğini fark ettim. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Ben bu düşüncelerdeyken araya Suat girerek,
—En kısa zamanda şu mail ile mektuplara bakmalıyım Asya. Merkezde çok iyi tanıdığım avukat arkadaşlar var, onlarla bir istişare yapıp nasıl hareket etmemiz gerektiğine karar verelim, olur mu canım?
Ben tamamen teslim olmuş gibi, küçük bir kız çocuğu edasıyla “tamam” dercesine başımı Salladım. O devam ediyordu.
—Bunu artık dert etmeyeceğine bana söz ver. Bak göreceksin her şeyi halledeceğiz, yeter ki sen üzülme. Şu işi bir halledelim işte o zaman ben üzeceğim seni bu gecikmişlik için haberin olsun. O zamana kadar üzülmek yok. Anlaştık mı?
Bunu söylerken gülümsüyordu. İçim sıcacık olmuştu bu gülüşüyle. Her şeyi halledebileceğine inanmak istediğim ve bu doğrultuda tam güvenimi kazanan biriydi Suat. Bu anlamda boş da sayılmazdı. Babasının ısrarı üzerine 2 yıl hukuk okumuş ve bağdaşamayarak 3. yılında bırakmış, inşaat alanında öğrenimini tamamlamıştı. Aramızdaki hukuki olaylara genelde o bakar, mali yönü ise benden sorulurdu. Suat gibi gruptaki bir çok arkadaşın müşavirliğini ben yapmaktaydım.
O kadar çok gel-git yaşıyordum ki aynı anda, aklımın bir yani avukatın bürosunda kalmış, bir yanı çok uzaklara, Bitlis’e kadar gitmişti sanki.
--Eve gitmek istiyorum Suat. Kalkalım mı?
--Tamam kadın. Ama önce bana bir gülüver. Ve sonra da söz istiyorum kendini üzmeyeceğine dair. Eğer bir şey olur ya da kendini kötü hissedersen beni hemen arayacaksın.
Muzipçe gülerek,
--İstersen sende kalayım bu gece,
diyerek de ekledi.
Keşke “evet” diyebilseydim O’nun bu teklifine. Nasıl ihtiyacım vardı hiçbir şeyi düşünmeden, emin kollarda uyumaya. Hatta abartarak bu işi açılan üzerimi bir elin örtmesini nasıl da özlemiştim. Şuursuzca,
--Olur.
Dedim.
--Kalabilirsin bu akşam.
Şaşkınlığını görebiliyordum. Gözleriyle bunu onayladığını fark etmiştim. Bazen böyle hiç düşünmeden hareket ederdim ve en çok kendim olduğum zamanlardı bunlar. Hiçbir şeyi düşünmeden geleni olduğu gibi yaşamak. Hayatın içine akmaktı bu, kendindeki küçük çağlayanları o büyük ummanda birleştirmek.
SEVGİ KAYA
devam edecek...