13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1010
Okunma

Suat’ın Ömer’i neden hiç sevemediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Hatırlıyorum da evleneceğimizi söylediğimizde gereksiz bir tepki vermiş ve “öğrenci adam evlenir mi” diye çıkışmıştı bize. Evet, Ömer’le okulun son yılında evlenmiştik. Bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştik hâlbuki ama zor günlerdi evlilikten sonraki zamanlar. Okul ile evlilik bir arada gitmiyordu. Okul bittikten sonra da ciddi sorun oluşturmuştu bu evlilik iki aile arasında. Aileler zamanında da onay vermemişti zaten bu beraberliğe. Ömer’in Bitlisli olması en büyük sorundu bizimkiler açısından ama biz bunları aşmış, ailelere tepkimizi göstermiş ve evlenmiştik. Okuldan sonra yerleşeceğimiz yer de oldukça gündemde kalmış, Ömer’in ailesi ısrarla onların memleketine yerleşmemizi istemiş ve bu doğrultuda ciddi baskı yapmıştı. Buraya yerleşmek Ömer’in fikriydi ve en ufak bir baskı uygulamamıştım bu konuda. Kaldı ki, doğu ve güneydoğu bölgelerine oldum olası sempatim vardı ve çok rahatlıkla, sorunsuz yerleşebilirdim de. Lakin Ömer dayatınca bu böyle olmadı ve neticede buraya attık çadırı. Aynı binada hatta aynı katta tutmuş olduğumuz işyerleri hemen hemen her anımızın bir arada geçmesine vesile oluyordu.
Zamansız yapılan evlilik; yeni iş yeri ve ev açmanın getirdiği sıkıntılarla beraber ailelerle olan zayıf diyaloglarda eklenince fazlaca yıpranmıştı. Çok kavga etmesek bile sürekli olarak kendini hissettiren sinir harbi yormuştu bizi. Onun ailesi tarafından yapılan çocuk konusundaki baskılar da üzerine tuz biber olmaktaydı. Bizi bize bırakmamışlardı ki hiç. Oysa ne Ömer ne de ben şu an hazır değildik çocuk olayına. Evliliğim konusunda benim ailemin de elle tutulur bir yanı yoktu hani. Ve hiç istemeye istemeye sıradan sorunları olan sıradan bir evliliğe doğru yol almıştık. O kadar ki, artık birbirimize olan sevgimizden bile endişemiz vardı. Çok da dayanmadı zaten ve biz evliliğin dördüncü yılında isyan bayraklarını çekmiş, boşanma kararı almıştık.
Çok zor günlerdi. Bir çocuğun annesinden ayrılması gibi bir acıydı Ömer’den kopmak. İçimin hep bir yanının eksik kalacağını bile bile “evet” demiştim bu talebine. Oysa “üstesinden gelebilirdik” düşüncesini hiç atamadım üzerimden. Son zamanlarda benimle paylaşmadığı bir sorunun bu ayrılıkta büyük etkisi olmuştu sanıyorum ama ben de gurur yapmış ve teklif geldiği anda onaylamıştım. Bu olumsuz olayda takındığı tavırlar nedeni ile belli etmesem de aileme de hala kırgındım. Hiç yanımda olmamışlardı destek anlamında. O’nun ailesi ise neredeyse düğün bayram yapmıştı.
Bu ayrılığın üzerinden dört yılı aşkın bir zaman geçmişti yani dört yıldan fazladır görmüyordum Ömer’i. İlk başlarda birkaç kez telefonlaşmıştık ama ailesinin arzu ettiği kişi ile evlenince bu bağ da kopmuştu. O’nu özlediğim çok olmuştu ilk zamanlar fakat çevremin genişliği ve işimin giderek yoğunlaşması zamanla bu sancıyı da silmişti içimden. Yine de hala özlemekteydim Ömer’in dost yanını. Hiçbir zaman O’nun gibi bir dost bulamayacağımı biliyordum.
Bundan 5-6 ay öncesine kadar durum “Ömer”in hayatımdaki son duruş şekli buydu, ta ki o mail gelinceye kadar. Bütün dünyamı alt-üst etmeye yetmiş, arada gelen mektuplar da olayı iyice perçinlemişti. O kadar çok soru işareti vardı ki kafamda bu olayla ilgili ve hepsi yanıt beklemekteydi.
Avukat Zeki bey’le yaptığım görüşmede bu olayın açığa çıkacağını düşünmüştüm nedense. Gelen mail ve mektuplarla bir bağlantısı vardı bu görüşmenin. Çok garip bir görüşmeydi aslında ve elle tutulur hiçbir şey söylenmemişti. Sadece Ömer’le ilgili bir görüşmeydi ve geçmişimize ait bazı sorular sormuştu. Israrla nedenini öğrenmek istemiştim bu araştırmanın fakat buna yetkisi olmadığını ve daha sonra gerekli bir açıklama yapacağını beyan etmişti. Bu görüşmeden elde ettiğim tek bilgi Ömer’in üzerime hatırı sayılır bir yer yaptığıydı evlilik sürecimizde. Çok varlıklı bir aileden geldiğini biliyordum ama yine de anlam verememiştim bu duruma. Avukat’a sadece bu yeri istemediğimi söylemiş ve Ömer’le bu konuyu konuşmam gerektiğini belirterek ulaşabileceğim bir telefon numarası istemiştim fakat başarılı olamamıştım. Gerektiğinde benim aranacağımı söyleyince çok endişelenmiştim. İçimde tuhaf bir şüphe uyanmıştı. Neden 4 yıl önce çıkmamıştı bu yer meselesi de şimdi gündeme gelmişti. Zeki bey nazik olduğu kadar ketum biriydi. Ağzından hiç laf alamamıştım açıkçası ve bu belirsizlikle de bitmişti görüşme. Tek umudum beni kısa bir süre sonra arayacak olmasıydı ve ben hala bu aramayı bekliyordum. Umduğum kadar açık olmayınca görüşme ben de mektup ve mailden hiç bahsetmemiştim.
Bu olayı hiç kimse bilmiyordu. Şaşkın ve ne yapacağımı bilmez haldeydim. Bu konuyla ilgili içimdeki merak ve korku her geçen gün büyüyordu. En büyük merakım da Ömer’e çok istediğim halde ulaşamayışımdı ki; izini bir bulsam sanki her şey çözülecekti. Bana hiçbir zaman yalan söylememesine rağmen çok şeyi de sakladığını bilirdim. Muammalı bir yanı hep olmuştu. Bu anlamını çözemediğim mektuplardan sonra oraya gitmeyi bile düşünmüş, evlendiğini bildiğimden sorun yaratmamak anlamında vazgeçmiştim. Bakıp görecektik nihayetinde. Bir iki hafta içinde avukatın beni yeniden arayacağını umut ediyordum açıkçası.
—Neyin var, hiç tabağına dokunmadın?
Suat’ın bu sorusuyla kendime gelmiştim. Herkes yemeğini bitirmiş sayılırdı.
—Yok bir şey. Sadece iştahım kaçtı Suat.
—Neyse. Şimdi yeri değil. Alırım bunu hesabını. O güzel beyninin içinde çok ciddi şeyler döndüğünü biliyorum ve sen benden saklıyorsun. Zamanı gelince anlatacağını biliyorum kadın ama ya geç olursa…
—Ne hesabıymış o, söyle de bizde bilelim.
Derken zoraki gülümsemiştim. Ses tonundan çok meraklandığını hatta endişe ettiğini sezebiliyordum ki konuşurken kocaman açtığı gözleri bunun en güzel kanıtıydı zaten.
—Canım hiç sinemaya girmek istemiyor Suat, biliyor musun? Ben eve gitmeye kalksam Figen beni topa tutar şimdi ve kurtulamam da dilinden değil mi?
Gerçekten de sinemaya girmek istemiyordum lakin amacım konuyu saptırmaktı. Sanırım başarılı da olmuştum.
—Evet, haklısın. Kurtulamazsın valla. Şimdi kafandakileri bir yana bırak güzelim, sonra beraber hallederiz.
Bu durumu ne kadar Suat’a söylemem gerekiyordu, onu da
bilmiyordum.
Nihayet sinemadan çıkmıştık. Film beklemediğimizden vasat çıkmış ve bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. Oysa gündemi de oldukça meşgul etmişti doğrusu. Eleştirmenler ve yorumcular neden bu kadar abartmışlardı ki bunu?
Eve geldiğimde saat gece yarısına yaklaşıyordu. Oldukça yorgun hissediyordum kendimi ve hemen yatmak için oturma salonuna uğramadan yatak odasına geçtim. Lakin aklıma Yusuf ile Züleyha gelince onları doyurmadan uyuyamadım.
Aradan geçen bir hafta çok iyi düşündüğüm ve bu anlamda iyi kullandığım bir süreç olmuştu. Uzun zamandır ihmal ettiğim anne mi de ziyaret etmiştim ki beni en çok sevindiren bu olmuştu. Aslında bu kadar ihmal etmezdim onu fakat son olaylara karışarak canı sıkılsın istemiyordum. Babamı kaybettikten sonra hiç toparlayamamıştı kendini ve bir türlü bana gelmeye de ikna edememiştim onu. Yalnız bırakmamak adına teyzeme yalvarmış ve akrabalardan genç bir kızımızı annemle kalmaya ikna etmiştik. Annemi ikna daha zor olmuştu ya neyse ki sonunda tatlıya bağlanmıştı olay.
Tek çocuk olmanın ne kadar zor olduğunu o zaman anlamış ve “keşke bir kardeşim olsaydı” diye çok hayıflanmıştım.
Hayatta sağlam durmam gerektiğini ve çokça düşünüp az hamlede bulunmamı babam öğretmişti bana. Akrabalarla da çok samimi değildim zaten. Babamın emekli oluşundan sonra yerleşmiştik buraya ki, ben çok daha sonra gelmiştim okulda olmam nedeniyle. Bundandır ki çok sıkı ilişkilerim de olmamıştı kimseyle. Bunu söylerken utanıyordum kendimden ama en çok Şermin teyzemi sevmiştim ve yakın bulmuştum kendime. Onunda iki oğlu yurtdışında kalıyor ve teyzem enişte beyle merkeze yakın bir köyde oturuyorlardı. Annemi yokluğumda emanet ettiğim tek insandı Şermin Teyzem.
O sabah işe geç geleceğimi bildirmek için ofisi aradığımda, Avukat Zeki Bey’in erken bir saatte aradığı notunu aldım. Elim ayağım buz kesmiş, heyecandan nutkum tutulmuştu sanki. Bu kadar yakın bir süreçte aramasını beklemiyordum. Hemen üzerime ciddi bir şeyler takıp arabayla ofise geçtim. Cep telefonundan aramak istemiyordum ve kartı ofiste kalmıştı.
Aradığımda öğlen saatine kadar duruşması olduğunu ve saat 13.00 gibi müsait olacağını söylemişti genç olduğunu düşündüğüm bir bayan sesi. Hemen bir randevu notu bırakarak telefonu kapattım. Oldukça sinirlenmiştim ve sade bir kahve ile kendime gelme çabam boşunaydı. Aklım hiç yaptığım işte olmadığından ufak tefek bir iki işi elimden güçlükle çıkarmıştım.
Tam ofisten çıkacakken Suat aradı. Yemeğe çıkıp çıkamayacağımızı soruyordu. Çok önemli bir işim olduğunu söyleyerek hemen telefonu kapattım. Şu anda Suat’ı düşünecek halde değildim.
Oldukça sıcak karşılamıştı beni Zeki Bey.
—Hoş geldiniz Asya Hanım, nasılsınız?
—Teşekkürler Zeki Bey. Hemen konuya girsek nasıl olur?
—Lütfen sakin olun, merakınızı ve endişenizi anlıyorum. Önce sıcak bir şeyler içelim.
Benim cevabımı beklemeden hemen iki kahve söyleyerek bana tekrar döndü.
—Söyleyeceklerim sizi biraz üzecek, lütfen sakin olun, olur mu?
Endişem giderek artıyor, içim içime sığmıyordu. Bütün uzuvlarım fazlalıktı sanki bedenime. Dar gelmiş bir elbiseyi üzerimde taşıyormuş gibi nefes alamıyor, göğüs kafesimin daraldığını hissediyordum. Kötü bir şeyler vardı, biliyordum. Görünmeyen bir el sanki beni boğuyordu.
Kahveler gelmiş yudumlanırken avukatın söylediği söz beynimde hiç durmadan çalan bir kilise çanı gibi yankı yapıyordu. Bulunduğum mekân daralmış, duvarları üzerime üzerime gelmeye başlamıştı. Bağırmak gibi tuhaf bir istek aklımı kemiriyordu sanki. Hala konuşuyor ve bir şeyler anlatıyordu avukat, benim hiç duyumsamadığım. Ben olduğum yerden çok uzaklara gitmiş, içimdeki kargaşayı bana unutturacak bir yer arıyordum sığınmak adına yine kendi içimde. Sanki çocukluğumdan kalma bir atlıkarıncaya binmiştim ve bu ilk binişimdi. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Böyle ne kadar geçti bilmiyorum. Beni kendime getiren Zeki Bey’in sesi oldu.
—Asya Hanım! İyi misiniz?
sevgi kaya
devam edecek...