48
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2627
Okunma


Canımın sıkıntısı had safhada… Netler arasında gayesizce gezinirken, özelime mesaj düştü: “Merhaba; adı gibi güzel bayan.”. İrkildim. Tanıyor mu acaba beni?
“Merhaba” dedim. “Tanışıyor muyuz?”
“Ben Murat. Tanıştık işte… Züleyha gerçek isminiz mi?” Bir an durup düşündüm. Ya beni tanıyorsa? Ya benimle dalga geçiyorsa? Amannn sende… Zaten canım sıkılıyor.
“Evet. Züleyha benim gerçek ismim. Takma adı hem sevmem, hem de kullanmam.”
“Tanıştığımıza memnun oldum Züleyha. Ben size demiştim güzelsiniz diye…Bakın işte; en başta yüreğiniz güzel. Mahzuru yoksa yaşınızı da öğrenebilir miyim? Yanlış anlamayın. Size nasıl hitap edeceğimi düşünüyorum da…”
O an ruh halimle, yaşımı açıklayıverdim hemen ve ekledim: “Bugün benim doğum günüm. Otuz beş yaşıma girdim.”
“Ne güzel! Akran sayılırız. Ben de otuz sekiz yaşındayım. Nerede oturuyorsunuz?”
Artık canımın sıkıntısı gitmiş, eğlenmeye bile başlamıştım…
“İstanbul’da. Siz?”
“Ben de Adana’da oturuyorum.”
“Ooo, çok uzak! Nereden, nereye?”
“Uzak değil. Benden bir soluk ötedesiniz. Çağımız teknoloji çağı. Uzak diye bir yer yok. Gönüller bir olsun. Doğum gününüzü birlikte kutlayalım mı Züleyha?”
“Nasıl? Siz Adana’da, ben İstanbul’da… Nasıl kutlayacağız?”
Birden uzun uzun yazmaya başlıyor. “İyi ki doğdunnn Züleyhaaa. İyi ki doğdunnn Züleyhaaa. İyi ki doğdunnn Züleyhaaa.”
Sıkıntım bir anda yok oluyor. Evde hem yalnızım, hem değilim. Bir an çok mutlu olduğumu hissettim. Hiç tanımadığım biriyle, hem de şehirlerarası, doğum günümü kutluyoruz. Gecenin ilerleyen vaktine kadar yazışıp sohbet ediyoruz.
Birden aklına bir şey gelmiş gibi soruyor. “Ne iş yapıyorsun Züleyha?”
Cevap vermekte sakınca görmedim o an. “Muhasebeciyim ben… Ya siz?”
“Ben özel bir şirkettin genel müdürüyüm. Eşiniz de mi aynı işi yapıyor?”
Eşimin ne iş yaptığını neden sorduğunu anlayıverdim. Evli olup olmadığımı, dolaylı yoldan öğrenmek istiyordu…
“Ben evli değilim.”
Yazılar birden hızlanıyor. Hızlı hızlı akıyor ekrana. “Ben de bekârım.”
Benden e-mail adresimi istedi. Sonraki günlerde de yazıştık. Artık onsuz yapamaz olmuştum. İçimde hep bir heyecan... Hep bir beklenti… Biliyordum, O da benden farklı değildi… Bulduğu ilk fırsatta ya telefon ediyor, ya da MSN açıyordu. Sürekli görüşüyorduk. Bir gün, “Sana geleceğim aşkım. Seni çok seviyorum. Artık sabrım kalmadı.” dedi.
Ben de ondan farksızdım… Gelmesini dört gözle bekliyordum. “Gel!” dedim.
Geleceği günü bana bildirdi. Buluşma noktasını kararlaştırdık.
Evden çıkarken beni arayıp yola çıktığını bildirdi. Ben, içim içime sığamayarak beklemeye başlamıştım. On dakikada bir telefon ediyordum; ama telefonu hep kapalı. Şaşkındım… Acaba benimle alay mı etmişti? Gelmeyecek miydi? Yine de O’na olan güvenimi kaybetmeden, saat farkını hesaplayıp, buluşma noktasına çıktım.
Biraz bekledikten sonra, siyah bir araba hemen önümde durdu. İrkilip sıçradım bir adım geriye. Arabanın kapısı açıldı. Baktım O… Başını uzattı.
“Ben geldim aşkım!”
Yavaşça arabaya süzüldüm. Elimi alıp sıktı. Dudaklarına götürüp sıcak bir öpücük kondurdu. Araba ağır ağır hareket etti. Bir eli direksiyonda, bir eli elimde… Hiç konuşmuyoruz. Sadece ellerimiz kenetli… Söylemek istediğimizi ellerimiz söylüyordu…