4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
795
Okunma

[ ital
-Gözünü sevem. Naparık goca şeerde bu gadar boğaz?
-Deniz varmış de mi buba? Köy gadar da böyükmüş.
-Oooo. Bizim kööööyy, Yukarı Depecikli Köyüüüü… Ayvalı Gasabası’ nı da ekledin mi aha o gadar.
Osman sedirden kalktı; tavandan sarkan salıncağa eğildi.
- Ayşemm. Anam suretli gızım. Seni de götürem mi?
Kerpiç damlı, iki göz odalı bir ev. Tek mirasları evin arkasında bir bahçe ve birkaç küçükbaş. Hanife şafakla birlikte kalkar, ekmeğini pişirir, satılacak yoğurdunu mayalardı. Yetiştirdikleri dört bağ maydanozla, topu topu birkaç kilo ürün veren sebzelerini doldurur heybesine, giderdi Osman kasabaya.
Ahmet, babasının pazarda olduğu günler toplardı köylü çocukları; doğru tren yoluna. Sağdan soldan buldukları çivileri rayların üstüne koyar, trenlerin onları ezişini kahkahayla seyrederlerdi. Arif böbürlendi:
-Görüyon mu? Nası da ezildi. Pırttı seninki. Oraya goma dediydim.
Trenin geçmesiyle birlikte ucu yassılaşmış çivilerini toplayıp, hızlıca atarlardı toprağa. Bir keresinde aşağı köyden bir çocuk oyunlarına karışmıştı.
-Madem toprağa saplıyacaanız. Ne diye uğraşıyonuz yassılaştırmakla. Gafasızlar, sivri uçla daha eyi batar.
Ahmet sinirlenmişti.
-Sen ne garışıyon? Marifet yassı ucu saplamakta akıllım.
…
İki yün döşekten başka götürecek eşyaları yoktu.
-Bırak Hanife’ m. Yük etmiyek. Daha gözellerini alırım ben sağa. Hem beşşik de alırık.
Hanife dinlemedi. Sırtı yün döşeğe alışıktı. Yoğurta ekmeklerini banıp, bindiler ekspresse. Hanife örtmesiyle dudaklarını ısırıyordu. “Buralarda tek başına gomam seni.” demişti babasına. Ama “O” istemedi. Doğduğu topraklarda ölecekti. Osman paralarını mendiline sardı; sıkıca yerleştirdi mintanın içine. Ahmet ise kardeşini kucaklamış, tren uzaklaştıkça, küçülen dedesini izliyordu. Babası bundan sonra köye kolay kolay gelemeyeceklerini söylemişti.
-Onca baş… Paramız yetmez.
Kafasına koymuştu Ahmet. Dedesine mektup yazıp ikna edecekti şehre getirmeye.
...
İstanbul demeye bin şahit, bir tepenin yamacında soğuk yüzlü bir eve yerleştiler. Osman, zaten yorgun bedenine yük taşıtıyordu. Lakin pazarda sattığından fazlasını getiremiyordu ocağına. Ahmet daha küçüktü ama İstanbul onu büyüttü. Yakmak için inşaatlardan topladığı tahtaların arta kalanıyla bir boya sandığı yaptı babası.
Yüklenip sandığını omzuna, erkenden çıkıyordu evden apar topar. Yeni arkadaşları vardı artık. Siyah boyanın adı Mustafa, cilanın ki Arif. Fırçanın adını kimseye söylemiyordu.
Ayakkabı boyatan kimse olmadığında cebindeki çivileri çıkarıp koyardı sandığın üstüne. Birini Mustafa’ nın yanına, diğerini Arif’ in. O gün hiç ayakkabı boyatan olmadı. Eve para götürememenin yüküyle yorgun argın evine gitti zavallıcık. Bütün gün sıcağın altında oturmaktan, umutla beklemekten yorulmuştu. İki lokma bile yiyemeden uyuyakaldı oturduğu yerde.
Köyünü görmüştü rüyasında. Dedesinin elinden tutmuş, dere kenarına gitmişlerdi. Hiç uyanmak istemedi o sabah. Tekrar aynı rüyayı görememekten korkuyordu. Özlemişti oraları. Annesinden gizli ağladı. Köyünün trenleri bile daha başkaydı. Sevmemişti ki İstanbul’ un raylarını.
Annesinin hayır dualarıyla evden çıktı. Koşarak gitti istasyona. Ama nafile… İlk sefere yetişemedi. Güya o gün daha fazla ayakkabı boyayacaktı. Kardeşi ne zamandır bez bebek istiyordu.
-Kırk beş dakika sonra bir tren daha gelecek. Bi fırça at bakalım benimkilere. Parlasın yüzün gibi.
Sevinçle kaldırdı başını. Dedesininki gibiydi Niyetçi Amca’ nın kaşları. Fırçası gibi… Kalın.
Arandı ama bulamadı. Karardı Ahmet’ in yüzü. “Fırçası neredeydi?”
Sonraki trenin gelişine bile sevinemedi Ahmet. Ayakkabıları kafasını hiç kaldırmadan boyadı. Fiyakalı bir gençten de azar işitti üstelik.
-Hiç fırçasız boyacı olur mu?
Akşam olmak nedir bilmedi o gün. Bir an önce eve gitmek telaşındaydı. Gidip evin her yerini didik didik arayacaktı. Sırtlandı boya sandığını; düştü evinin yoluna. Gökyüzü pusluydu; tıpkı yüreği… Annesi duvar dibine çömelmiş, için için ağlıyordu. Üşüdü Ahmet annesini öyle görünce. Korkarak yanına gitti.
-Gül yüzlü, güleç yüzlü anam… Hayırdır?
Dedesine mektubu gönderememişti.
...
Ahmet umutlarını koydu bu kez rayların üstüne. Omuzlarındaki ağırlığı yükleyemeden vagonlara, bakakaldı giden trenin ardından.
ik ]