8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2252
Okunma

1907"de İstanbul"a gelen Üstad, yeni bir döneme başlamıştı artık. Üstad Tarihçe-i hayatta kendi hayatını "eski Said ve yeni Said" dönemleri olmak üzere iki bölüme ayırıyordu.
Yeni Said"in hayatı. Yıl 1910" İstanbul.
Said Nursi İstanbul"daki kültür dünyasına çok kısa bir sürede kendisini kabul ettirmişti.
Osmanlı imparatorluğunun başkenti olan İstanbul"da canlı bir fikir hayatı vardı o dönem. Dünyadaki fikir akımları takib ediliyor ve tartışılıyordu aynı zamanda. Said Nursi"de bu ateşli fikri tartışmalar arasına katılıyordu.
Said"i Nursi"nin yirmin"ci yüzyıldaki İslam bilginleri içerisinde bariz özelliklerinden birini oluşturan diyer bir tarfıda, pozitif ilimlerle olan ilşkisisdir. Buda ikinci Meşrutiyetten dolayı gelmektedir.
Abdulhamid döneminde Türkiye çok büyük bir eğitim hamlesini başlatmış ve vasıflı bir aydınlar sınıfı bu dönemde teşekkül etmiştir.
Yine bu dönemde, Mekteb-i Harbiyeler, Siyasal Bilgiler Fakültesinin çekirdeğini teşkil eden Mekteb-i Mülkiye, Hukuk Fakültesinin temelini atan Mekteb-i Hukuk, Ziraat Fakültesinin alt yapısını oluşturan Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi, Mühendislik Fakültesinin temeli olan Hendese-i Mülkiye Mektebi, Güzel Sanatlar Fakültesinin başlangıcı olan Sanayi-i Nefise Mektebi, ipekböcekçiliğine zemin hazırlayan Harir Darütta’limi ve Harir Darüt-tahsili mektepleri, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu, hatta Ankara Numune Çiftliği içerisinde açılan Çoban Mektebi gibi bir çokları...
Bu aydınlar sınıfı o zamanki batıda, çok rövaşta olan "pozitivizmin" etkisi altında kalmışlardır.
İkinci Meşrutiyet dönmindeki yayınlar arasında "Marks"a" ilişkin eserleri bulabiliyoruz mesela. Halbuki Cumhuriyet döneminde "Marks"a" ilişkin eserleri bulmak çok geçikerek mümkün olacaktır.
Padişahın aynı zamanda halife olduğu, "ikinci Meşrutiyet" Osmanlı döneminde "Darvin"den bahseden kitapları bulmakta mümkündü.
Hatta Türkiye"de "Materyalist Felsefenin" öncülerinden "Baha Tevfik", "Maddiyyun Kütüphanesi" yani "Materyalizm Kütüphanesini" kurmuş ve yayınlamıştır.
İslam böyle bir ortam içinde, daha önce karşılaşmadığı türden Modern, Pozitif, Materyalist,bir Felsefe ile karşı karşıya gelmiştir.
Bunun, Gazali öncesi Müslümanların, Yunan Felsefesi, Aristo ve Eflatun felsefesi ile karşılaşmalarınının uğradığı şokun, bir benzeri olduğunu adlandırmakta mümkündür.
Said"i Nurside bununla karşılaşmıştır. Said"i Nursiden önceki alimlerin, bu tür meseleleri tartışıdığı görülmemiştir .
Kısacası "Madiyyun Kütüphanesinin" "Metaryalizm Kütüphanesi" yayınalrının yapıldığı ve yayıldığı bir istanbul"du o dönem.
Gerçekte iyiki bu yayınlar gerçekleşmiştir aslında çünkü, İslamcılar buna cevap vermek için izleme ihtiyacı duymuşlardır ve "Şehbenderzade" gibi Pozitif ilimlerle İslam arasındaki ilşkileri araştıran bir alimler kuşağı teşekkül etmiştir. İşte Said"i Nurside bunlardan birisi ve en önde gelenidir.
Geleneksel Medrese eğitiminin yanı sıra vali konaklarında kalırken çeşitli Fen bilimlerinde araştırmalar yaparak Mekteb eğitiminide almış oluyordu böylece.
Bu iki kaynak onun düşünce dünyasınıda şekillendiriyordu aynı zamnda. Felsefi akınların, iki açıdan getireceği sorunları irdelemeye çalışmıştı kendisi özellikle.
Bunlardan birincisi, Müslüman düşünürler üzerinde yapacağı etkilerdi. Bunlar neler olabilirdi? Ve bir Müslüman düşünür fikir adamı olarak bunlara nasıl cevap verilelbilirdi?
İkinciside, bunların yine Müslüman toplumlar üzerinde etkisi ne olabilirdi?
Müslüman toplumunu "sosyolojik" olarak nasıl etkileyebilir? Sosyo kültürel açıdan ne tür neticeler doğurur? Bütün bunları incelemiş ve hatta o zamanın idarecilerini uyararak, Osmanlı padişahlarını mümkünse bizzat görüşmek,değilse eserler yazarak uyarmaya çalışmıştı.
İstanbul"daki İlim ve fikir dünyasına kısa bir sürede kendisini kabul ettiren Said Nursi, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle o günlerde Osmanılıyı ve istanbul"u çalkalayan "Hürriyet" ve "Meşrutiyet" tartışmalarınada katılıyordu.
Said"i Nursi derecesinde, karizması etkisi olup, kenidne bir ekol yaratmış İslamcı aydınların içerisinde, "Meşrütiyet" fikrini, istibdat aleyhdarlarını ve Hürriyet fikrini Said"i Nursi kadar ön plana çıkarmış birini düşünmek söz konusu bile değildir.
Diyer din bilginleri daha çok ilmihal ve tefsir meseleleriyle yükselmişlerdir. Said"i Nursi"nin istanbul"a gelmiş olması o dönem siyasetle ilgilenmiş olması ve" istibdale"de karşı çıkmış olması, onda büyük bir Hürriyet fikrini uyandırmıştır.
Ve kendisinin Cumhuriyete bakışını ise, bir çok Muhafazakar, Cumhuriyet"e şöyle veya böyle bakabilir, kendisi ise Cumhuriyet"i Ünüversitesi olarak akbul etmiş ve bir dindar Cumhuriyet"ciyim diye kabul etmiştir.
Dolayısı ile Said"i Nursi için geriye dönük "Teokrasi"ye" dönüş anlamında bir düşünce aramak tamamen yanlıştır.
Düşüncelerini geliştirdiği İstanbul"da liderlik yönünüde ortaya koyuyordu böylece. İhtilafları kolay yoldan halledip,pek çok kargaşaya son verişi dikkat çekiyordu.
Mesela ittihatçılar şehzade başındaki ferah tiyatrosunda tarihçi Murat beyin konferansını bastığında, aniden koltukların üzerine fırlayarak yaptığı konuşmada ortalığı yatıştırıp kan dökülmesini önlüyordu.
İstanbul"da yirmibin hamal boykottaydı. Üstad tüm kahvehaneleri gezerek bu isyanıda bastırmıştı.
27"Şubat 1909"da Bayezıt mitinginde yaptığı konuşmayla Askere alınacağız diye ayaklanan ilmiye sınıfını teskin edip yatıştırıyordu.
Kuruluşuna ön ayak olduğu "İttihadı Muhammedi" cemiyetinin açılışında yaptığı konuşmayla Aysofya"da bulunan ellibin kişiyi mest ediyordu.
Said"i Nursi siyaseti denemiştirde. İkinci Meşrutiyet ortamını Mehmet Akif Safahat adlı eserinde çok güzel anlatır.
Her taşın üstünde bir insan konuşmaktadır ve bir anarşi vardır. Bu herkeste bir sevinçtir,fakat bu neyin geleceğini neyin gideceğini bilmemektedir. Bunun sonucunda ortaya bir "ittiatı terakki" diktatörlüğü çıkacaktır.
Hürrüyet ortamında demokrasi terbiyesinin yetersizliğinden kaynaklanan aşırılıklar içerisinde savrulmalar meydana gelecektir ve siyasi hırslar son derece tahripler doğurabilecektir.
"İttiatı terakkinin" o pozitif yönlerinin olmasıyla beraber bu hırsından kaynaklanan, acemiliğinden kaynaklanan, delikanlılığından kaynaklanan büyük hatalarıda vardır.
Orada Said"i Nursi eski Said ve yeni Said ayrımı yapar. Buda Türkiye"de din ve siyaset ilişkilerinin ne olması konusunda önemli bir mevhimedir ve bir hareket noktasıdır. Said"i Nursi İslamiyeti bir siyasi doktrin bir siyasi ideoloji değil bir iman harekatı olarak ele almıştır.
Onun bakış açısı tamamıyle halk için halk adına olup,halkı korumak için İslam"dan nasıl yararlanabiliriz diye en büyük kaygısı buydu hep.
O anlamda Bediüzzaman, devlet eksenli, Miliyet"çi eksenli bir düşünceyede, kolay kolay gelecek bir yönü yoktur ve olmamasıda gerekmektedir.
1907" Yılında geldiği İstanbul"da üç yıl boyunca bütün Tarihi olayların içindeydi O. Dinine Ülkesine ve Devletine bağlı hizmet için çırpınan bir kahramandı artık.
1911..Şam..Osmanlı imparatorluğunun geleceğinden endişelenen ve bir şeyler yapmak için çırpınan Said Nursi, İstanbul dönüşü Diyarbakır ve Urfa gibi bölge illerinde, Valilerle, paşalarla ,ve aşiret reisleri ile toplantılar yapıyordu. Osmanlı imparatorluğunun durumunu anlatıyordu onlara.
Şam"a gidip Alimlerle ve şehrin ileri gelenleri ile görüşüyordu. Üstad"ın bu hizmetlerini takip eden Saray, Doğu illerini temsilen, Sultan Reşat"ın Kosova gezisine Üstad"ıda davet edip, padişahın kafilesinde yer veriyordu ona. Üstad böylece Saraya kadar kendisini kabul etirmiş oluyordu.
Said Nursi 1910"Yılında Van"a gitmek üzere iki talebesi ile birlikte İstanbul"dan ayrılıyordu. Önce vapurla inebolu"ya gitmiş, sonra Karadenizden batum yoluyla tiflise geçmişti.
Tiflis"tende Van"a geçerek doğudaki aşiretleri tek tek dolaşmaya başlıyordu.
Diyarbakır"da Ziya Gökalp"le görüşmüştü. Şanlıurfa"da da Yusuf Paşa Cmii"nde binlerce Şanlıurfalıya hitab etmişti.
Bir yandan siyasilerle paşalarla görüşürken, bir yandanda aşiret reisleri, ağalar ve halkla görüşüyordu.
Üstad Bitlis"e geldiği zaman Sultan Kureyşi camii"nde kalırdı. Burada verdiği vaazlarla ve okuduğu hutbelerle Bitlis"lilerle kucaklaşırdı.
Bu dönemdeki çalışmalarını anlatmak için "Münazarat "isimli eserini kaleme aldı. Bu eser"reçeteülavam" isiminde arapça olarakta yayınlandı.
1911" Yılı kışındada Şam"a gitti. Orda "Salahiye Maharisinde" misafir edildi. Şam alimlerinin ısrarı üzerine Emeviye camii"nde içinde yüz alimin bulunduğu on bin kişilik büyük bir cemaate hutbe irad etti.
Görüşlerini ve düşüncelerini paylaşmak üzere gittiği Şam"da,dönemin en büyük camilerinden biri olan "Emevi camii"nde" yaptığı bu konuşmada,bir çok ilim adamının katıldığı bu hutbede Said Nursi, Osmanlı"nın tüm geçmişini, İslam dünyasının tüm geçmişini ve hali hazır halini, gelecekte yüklenmesi gereken misyonlarıda kapsayan çok geniş ve zengin bir konuşma yapıyordu.
Sonra bu konuşma, tahlilli bir şekilde Hutbe-i Şamiy-e diye neşrolan eserde yer alıyordu. Bu uzun hutbesi iki kez Şam"da,üç kez de İstanbul"da basılıp halka dağıtılıyordu.
Daha sonra bu eseri bizzat kendisi Türkçe"ye tercüme edip bastıracaktı. Hutbe-i Şamiy-e bütün Alemi islama hitab eden çok değerli bir eserdir.
İstanbul dönüşünde osmanlı coğrafyasını bir baştan bir başa dolaşmıştı. Olacakları görüyormuşcasına bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyordu.
1911"Üsküp...
Şam"dan Beyrut"a geçen Said Nursi ordanda deniz yoluyla izmir üzerinden İstanbul"a gelmişti. İstanbul"da "ittihat terakki" iktidarıyla yeni bir döneme girilmişti. Kendisinin daha evvelki "ittiat terakki" içerisinde olan arkadaşları artık hükümet içindeydiler.
Kendisiyse biraz daha yaşlanmıştı. Kendisine olan ilgi alaka saygı ve hürmet her seviyeden devlet ricalinden gelmekteydi.
1911"Yılında Sultan Reşad"ın davetiyle doğu illerini temsilen Rumeli seyahatlarına katıldı. Kafile yedi Haziran"da Selani"ğe 11"haziran"da da Kosovanın Merkezi olan Üsküb"e vardı.
Üstad kısa zamanda Üsküp"te de tanındı. Sultan Reşad"ın Rumeliye yapmış olduğu bu seyahat sırasında Said Nursi"yide beraberinde götürdüğü ve Selanik"te Said Nursi"nin bir konuşma yaptığıda bilinmektedir.
Sultan Reşadla yapmış olduğu bu üç haftalık gezide Osmanlı imparatorluğunun en üst kademesine kadar çıkarak zirveden dünyaya bakma fırsatı bulmuştu.
26"Haziran"da Barbaros zırhlısıyla İstanbul"a döndüklerinde mahşeri bir kalabalık tarafından karşılanıyordular.
Üstad Said Nursi Üsküp dönüşü Van"a geçti. Sultan Reşad bu gezide Kosovaya bir Ünüversite açmaya söz vermişti.
Ne varki balkan savaşının başlamasıyla, Kosova işgal edilince Said Nursi"de Kosova Ünüversiseti için ayrılan ondokuzbin altının, Doğu Ünüversitesine tahsisisni taleb ediyordu.
Sultan Reşad"ın gönderdiği yirmibin altınlada "Medresetüzzehranın" temelleri Van"ın edremit sahillerinde atılıyordu.
Fakat birin"ci Dünya Savaşının çıkmasıyla Ünüversite"nin inşaatı yarıda kalıyordu. Osmanlı ordusuyla birlikte hareket eden Said Nursi"de talebeleri ve gönüllülerden dört-beşbin kişilik bir Milis alayı kuruyordu.
Alayını talim için Süphan Dağına çıkarıyordu.
Bu dönemde bir hocadan daha çok kumandandı. Yine bu dönem talebeleriyle beraber ikindiye kadar ders görüp,ikindiden sonra Van"ın arkasına geçip askeri eğitim görüyorlardı.
Bu durum öğrenciler arasında hayretle karşılanıyordu..Herkesin Seydası sadece ders okutuyor,bunlara ne lüzum var diyorlardı kendi aralarında Üstada gıyaben ancak,aynı zmandada silahları ateşleyip nişan almaktanda müthiş bir zevk alıyorlardı beraberinde.
Ne varki gerçekte meseleyi bilmiyorlardı. Üç yüzden fazla olan bu talebelerini Üstad, cihan harbi için hazırlıyordu. Ve harb başlayınca cepheye götürüp savaşacaktı berabece göğüs göğüse.
1914"de Birin"ci Dünya Savaşı kopunca Doğu"da önce Ruslar ve daha sonra Ermenilerle büyük çatışmalar yaşanmıştır. Said Nursi Doğu"da Milis kuvvetleri Komutanı olarak Ruslara karşı çarpışır.
Önce kafkas Cephesine koşuyordu. Keçe külahlılar adını verdikleri bu olay bölgedeki Ermeni Taşrak komitesinin ve Rusların korkulu ruyası olacaktı. Çocukların çoğu Rus ve Ermeni atları altında ezilerek ölüyorlardı. Köyler yakılıyordu,erkekler kurşuna diziliyordu.
Rusya geri çekilirken Doğu Anadoluyu Ermenilere terketmişti. Rusya bir devlet olarak Osmanlıyla nizami şartlar içerisinde savaşmıştır fakat Rusyanın durumu Ermenilere terketmesiyle çok korkunç katliamlar gerçekleşmiştir.
Ruslar Pasinlerde Osmanlı ordusunu bozguna uğratınca, Said Nursi alayını alıp Erzurum"a geçiyordu. Bu savaşlarda bizzat cephede ön saflarda savaşaçaktı. Aynı zamanda elinde hiç bir kaynak kitap olmadığı halde Arapça tefsiri İşaratul-icazı yazdırıyordu.
Hem Ruslarla çarpışıp ve hemde Pasinlerin o engin dağarında bu Kitabı yazdırıp bitiriyordu.
Bu çok şiddetli çarpışmalarda Said Nursi-nin ilmi faaliyetlerini terketmediğini görebiliyoruz açıkça. Hatta bu gün İslam dünyasında tabiri caiz ise çok büyük ilgi alaka ve taktirle karşılanan İşaratul-icaz tefsirini o zor savaş şartları içerisinde yazmıştır.
İşaratul-icaz Birin"ci Dünya savaşında Üstad bir taraftan cephede at sırtında savaşırken bir tarftanda "İmla suretiyle" yani dikte ettirmek suretiyle hazırladığı bir eserdir. Vatan mudafaasında çok büyük hizmeti geçmişti ve savaşta bir çok talebesi şehit düşmüştü.
Alay Komutanı Said Nur-si gönüllü Milis alayı ile cepheden cepheye koşuyordu. Öğrencilerinin bir ermeni ineğine saldırdığını duyunca, Komutasındaki askereri toplar ve onlara derki,
"bizi Rus mağlup edemedi, Ermenide mağlup edemezdi,ama bu inek bizi mağlup eder." Hayvan size ne yapmıştıki siz hayvanı öldürdünüz!" diye çok sert bir şekilde "emrinde" ve Komutasındaki öğrencilerini ve Askerlerini azarlıyordu.
Bitlis savunmasında Said Nur-si ve arkadaşları, Rus taburunun arasına düşerek ateş altında kalıyorlardı. Üstad ve dört talebesi dışında, bütün Askerleri şehid oluyordu.
Hattı yararak köprünün altında bir çamura saklanıyorlardı. Üstad yaralıydı ve köprününn altına sığınmıştı. Rus askerleriyse onu arıyorlardı.
Üstad Rus askerlerin görüyordu ama,onlar Üstadı bulamıyorlardı. Tam otuzüç saat o köprünün altında nahsur kalmışlardı.
Üstadın esir düşüşü ve Rusya"da geçen esaret günleri.
Ayağı bir taşa takılıp düştüğü için bacağı kırılmıştı.
Kan kaybından ve şiddetli soğuktan öleceğini düşünen bir talebesi Üstad Said Nur-siyi kurtarmak düşüncesiyle gidip,Ruslara haber veriyordu.
Ruslar 19"Şubat Cuma gecesi Üstadı esir alıyorlardı.
Said Nursi esir düşmüştü yaralı olarak. Rus kumandanı karşısında, bacak bacak üstüne atarak oturan Üstadı Kumandan sorgulayamıyordu orada. Üstadın ayağının kırık olduğu tesbit edilince alçıya alınıyordu ve Bitlis Hükümet Konağında yirmi yedigün tutuluyorlardı böylece.
1915"Sibirya...
Said Nur-si trenle Sibirya"ya sevkediliyordu. Sibiryadaki "kosturma" esir kampına götürülmüştü. Kampı dolaşan Rus başkumandanı "Nicola" yanına geldiği vakit umursamamış, istifini dahi bozmamış ve ayağa kalkmamıştı.
Bunu farkeden Nicola Üstad Said Nursi-ye çokca öfkeleniyordu.
Teftiş eden genarelin gelmesiyle herkes ayağa kalkmış Üstad ayağa kalkamamıştı çünkü. Rus general bunu tercumana sormuş ve sor bakalım benim kim olduğumu biliyormu? demişti.
Üstad "biliyorum!" diyordu. "Bir genarel geliyor ve sen neden ayağa kalkmıyorsun?" diye sorunca.
Üstad,"ben bir din alimiyim,"İslam alimiyim" bizim dinimizde kafirin karşısında ayağa kalkmak yotur.!" Bir din alimi bir kafirin karşısında ayağa kalkmaz! diye cevap veriyordu generale.
Bu davranışı yüzünden Divan-ı Harbe sevkedilip yargılama sonunda idama mahkum edilliyordu Üstad. İnfaz sırasında Said Nursi-nin yüzü gülüyordu. Büyük bir sevinçle iki rekat Namaz kıldı orada.
Bu arada Nicola"da onu seyrediyordu. Onun büyük İmanına kayıtsız kalamayan Nicola "beni tahkir için yaptığınızı sanmıştım oysa mukaddesatınız için öyle davranmışsınız" diyerek özür dliyor ve idam hükmünü kaldırıyordu üzerinden.
Üstad Kosturmada da boş durmuyordu. Müslüman esirlere ders veriyordu. Subaylar genellikle Üstada İslami meselelr hususunda sorular soruyorlarmış burada.
Diyer esirlere haftada bir,iki haftada bir izin vererek Moskovanın belirli yerlerine müsade ederlermiş.
Ama Üstad için böyle bir yasak yokmuş. Üstad"ı her istediği vakit girip çıkmak hususunda serbset bırakmışlardır. Hatta çarşıda yürüdüğü vakit Ruslar ve Rus halkıda çokca hürmet gösterip "Türk Mollası" diye iltifat ederlermiş ona.
Yaklaşık üç yıl Rusya"da esaret hayatı yaşadıktan sonra, Kominist ihtilalinin getirdiği karışıklıktan faydalanıp,Rusça bilmediği halde tek başına "Kosturmadan" "Fetesburga" yaya yürüyüp, oradanda Almanya"ya kaçıyordu Üstad.
Almanyada çokca büyük ilgi görüp burada iki ay kalmıştı.
Varşova Almanya üzerinden, Bulgaristan"dan tekrar Türkiye"ye giriş yapıyordu yeniden. Bir alay Komutanı olarak esir götürüldüğü Sibirya"dan İstanbul"a dönerken Avrupa"yıda yakından inceleme fırsatı bulumuştu aynı zamanda..
1918"İstanbul.
Rusya"daki kominist ihtilali kargaşasından yararlanarak Kosturma esir kampından kaçan Said Nurs-i, çok meşakkatli bir yolculuktan sonra İstanbul"a dönmeyi başarmıştı nihayet. Ne varki İstanbul İngiliz işgali altındaydı o vakit. İşte Üstadın işgal altındaki İstanbul"da verdiği canhıraş mücadele.
Üstad Said Nursi 25"haziran 1918"de Sofya"dan trenle İstanbul"a gelmişti. Dönüş haberi dönemin gazetelerinde büyük bir yer alarak yankı uyandırıp ses getirmişti. İstanbul"da devlet ricalinin ve ilim çevrelerinin çok büyük teveccühü ile karşılanmıştı. Üstadı harbiye nazırı Enver Paşa köşküne davet ediyordu.
İstanbul"a geldiğinde,günün İstanbul gazeteleri manşetlerinde, "Bediüzzaman Said efendi esaretten kurtuldu" diye ilan ediyorlardı bu haberi. O zamanın en yüksek ilim ve Diyanet Meclisi olan "Darul hikmetil İslamiye"azalığına tayin edillyordu.
Çamlıcadaki Yusuf izzettin köşküne yerleşmişti.
Orduyu humayunun temsilcisi olarak "Darul hikmetil İslamiye" bu günkü Diyanet teşkilatının bir heyet tarfından yürütüldüğü şekli oluyor.
16 Mart.1920"de İngilizler İstanbul"u işgal etmişlerdi. Üstad Bediüzzaman Said Nursi bu duruma çok derin bir üzüntü duymaktaydı.
Üsatd"ın birinci görevi, İstanbul halkını işgal kuvvetlerine karşı direnmeye davet etmesi ve cesaret vermesiydi. Bu Anadolu"daki Kuveyi Milliye hareketininde çok önemli bir dayanak noktası olmuştur.
İkincisi cihad fetfasına imza atmış olması.
Ve üçüncüsü"de bir takım ayrılıkçı hareketlere karşı çıkarak "Kuveyi Milliye" harketinin etrafında toplanıp işgalci kuvvetleri Osmanlı topraklarından süpürüp atma noktasındaki yapmış olduğu faaliyetlerdir.
İngilizlerin aleyhinde neşrettiği "Futuhatı sikke" adlı broşürle işgal kuvvetlerinin kötü emellerini ortaya koyarak büyük bir hizmet sunuyordu böylece.
İngiliz işgaline karşı bir eser telif eden Üstad,altı haftada altı sualle İngilizlerin maddeten nasıl işgal ettikleri ama, manen boğmaya çalıştıkları Osmanlı"yı, veya İslam"a karşı onların desiselerini çürütücü cevaplar veriyordu o kitapçıkta.
11"Nisan 1920"de Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi fetva verdi. Kuva- yı Milliye’ nin devlete ve Padişah’a asi olduğuna dair. Verieln bu fetfaya karşı çıkan Said Nursi, kendisinin kaleme alıp yayınladığı fetfa ile Milli Mücadeleyi ve Kuva-yı Milliyeyi destekliyordu.
Üstad Said Nursi-nin hizmetleri Anadolu"da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarfından takdir ediliyordu. Dönemin Ankara hükümeti tarafından ısrarla Ankara"ya davet edilmişti.
1922"Ankara.
İngiliz işgaline karşı istanbul"da direnişi örgütleyen Anadolu"daki Milli mücadeleye açıkca destek veren Said Nursi"yi Ankara"daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümet dikkatle izliyordu.Dolayıs ile ısrarla Ankara"ya davet edilmişti. İşte Üstad Said Nursi-nin 1922"de Ankara"da yürttüğü ve sekiz ay süren ilginç çalışmaları.
Önce talebelerini Milli hükümeti desteklemeleri için Ankara"ya gönderen Bediüzzaman, kendiside 1922"yılı Kurban bayramından bir hafta önce trenle Ankara"ya gidiyordu. Ankara büyük bir hürmetle karşılamıştı Üstadı.
Dokuz Kasım 1922"perşembe günü Bediüzzaman"a resmi "hoşamedi"töreni düzenleniyordu. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve mebuslar tarfından karşılanmıştıı.
Ankara"da bulunduğu sekiz aylık süre içinde Hacı Bayram Veli mevkiinde kalmıştı. Bu samimi ve candan karşılamaya rağmen Bediüzzaman Ankara"dan umduğunu bulamamıştı. Kendisine sunulan Şark umumi vaazlığı,mebusluk ve Diyanet azalığı tekliflerini kabul etmiyordu. Ankara"dayken Arapça "zeylüzzeyl" adlı eserini yayınlıyordu.
19"Ocak "923"te Mebusları uyarmak için kaleme aldığı on maddelik beyannameyi Kazım Karabekir Paşa Meclis"te okumuş ve sonra tüm Mebuslara dağıtılmıştı.
Meclis"te yapılmış olan o"on maddelik beyannamede,savaşa niçin girdiğimizi,İstiklal savaşına niçin katıldığımızı,bu savaşta neleri kaybettiğimizi,niçin bu fedakarlıklara o Meclisin katlandığını anlatan on maddelik konuşmadaki maddeler, bu gün bile hala geçerliliğini korumaktadırlar.
Dindarlığı ile bilinen Trabzon Mebusu Ali şükrü bey öldürüldükten on beş gün sonra,Ankara"dan Van"a gitmek için istasyona gelen Bediüzzamanı dostları uğurluyorlardı..
Bu sırada istasyona yakın bir yerde oturan Mustafa Kemal Paşada Üstad"ın yanına geliyordu ve bir müddet ayak üstü konuşuyorlardı.
1923"Van... Şeyh Said isyanından sonra hiç ilgileri olmadığı halde Van"ın ileri gelen doksan ailesi batıya sürgün edilmişti.
Sürgünler arasında Üstad Said Nurside vardı. Erek dağındaki mağarasını saran Askere teslim olduğunda Üstad için yeni bir hayat başlıyordu.
İstanbul Gebze ve Trabzon üzerinden geçerek Vana dönmüştü.
1923"yılı baharı. Üstad yaz aylarını çoravanis köyünde ve erek dağındaki bir manastır harabesinde ibadet ve tefekkürle geçiriyordu.
Van kalesinin doğusuna gidildiğinde karşınıza büyük bir haşmetle çıkan erek dağı bütün bir görüş alanını doldurur insanın.
Bu erek dağı Üstadın hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Üstad kışları nurşin camii"nde,yazlarıda bu erek dağında geçiriyordu.
İsyana karışmamasına rağmen Van"daki toplumun ileri gelenleri alimler,ağalar ve paşalar değişik şehirlere sürülmüştü.
Ankara"dan çıkan bir emirle sürgün edilen bu insanlar içinde Siad Nursi"de bulunuyordu. Nekadar tanınmış insan varsa, biz bunların hepsinin en azından yerlerini teğiştirelim. Doğudakiler batı"ya alınsın,batı"dakiler doğuya alınsın diye. Bu adil olmayan bir sürgün politikasıydı.
Yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, Üstadın kaldığı erek dağındaki bir jandarma müfrezesi mağaraya baskın yapmıştı.
Üstadı teslim alıp götürmüştü.
Şeyh Said isyanından sonra "buda isyan edebilir.!" diye,ki Said Nursi o isyana karşı çıkmıştı ve bunuda açık olarak her kes biliyordu. Ancak buna rağmen sürgün ediliyordu yinede.
O günkü hükümet onun nufuzundan rahatasız olarak, oradaki bazı Mühim zatlarla birlikte çok şiddetli bir kış gününde, onu mağaradan çıkarıp getiriyorlar ve kızaklarla getirdikleri şahıslarıda, birbirlerine iplerle bağlayıp önce Erzurum"a, oradanda Trabzona götürüyorlardı beraberce.
1925"İstanbul...
1925"yılının Şubat"ında kızaklarla yola çıkılan sürgünleri çok çetin ve zorlu bir yolculuk bekliyordu. Burada sürgüne gönderilen Said Nrsi"nin Van"dan Burdur"a kadar yaptığı ilginç yolculuk ve bu tarhten 1960"yılına kadar sürecek olan tam otuzbeş yıllık çileli haytın henüz başlangıcıydı..
Yarın devam edecek..