8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1139
Okunma
Şair: Yazargiller familyasından duyarlı bir canlı türüdür. Yaşamın her alanındaki duygu ve düşüncelerini şiir denilen edebiyat kolu ile anlatırlar.
Yazın sanatına saygılı toplumlar bu canlı türünü koruma ve yaşatma çabasını gösterirken, sanata değer vermeyen bazı kesimler de bu sanat koluyla dalga geçmeyi kendilerine asla sorulmayacak ve sorgulanmayacak bir hak olarak görmeye devam etmişlerdir.
Bu dalgacı kesim, kendilerini cinsiyetlerine göre ikiye ayırırlar. Bunlardan, erkek olanlarına, “şair,” dişi olanlarına da “şaire,” denilir. Bu ayrımı kendileri yaptıklarından, kendilerine ayrı bir anlam ve ayrıcalık yüklerler.
Şair ve şairenin, şakir ve şakire ile hiçbir ilgisi yoktur. Her ne kadar bu çevrelerde bunun bir bağlantısı aranmış ise de tam olarak teoriye dönüşmeden hipotez olarak düşünülmeye devam etmektedir.
Bu cinsiyetçi zihniyette olanlar, kimi çevreler tarafından zaman zaman, “yiğit yarasından at harasından belli olur,” diyerek bulundukları ve yetiştikleri ortam eleştirilmek istense de pek gerçekçi bir yaklaşım olmamıştır.
Bunların şiir yorumları da çok ayrıdır.
Belirgin olmasa da belli konularda aralarında ikiye ayrılırlar.
1. Şakşakçı.
2. Bakbakçı
Şakşakçı olanlar, “övgü de yerginin kardeşiyse eğer, o zaman fark etmez ,” düşüncesiyle yergiyi hak eden şiirlere de övgüler dizmeleriyle tanınırlar.
Hatta şiire övgü yetmediği yerde, şair veya şaireye, şair veya şaire olabildiğince ayrıcalıklı hitap şekilleriyle kendilerini belli ederler.
Örnek:
“Benim mavi gözlü, yürek sözlü, kalem kaşlı, ceylan bakışlı –arkadaşım- kardeşim!..”
Bazı şiirlerin altına yorum olarak şunların da söylendiği söylenti halinde dolansa da kanıtlanmakta zorluk çekilmektedir.
Örnek:
“Kız ben sana ölürüm, bu ne güzel şiir böyle.
Haa! Aklıma gelmişken söyliimm, geçenlerde Neclalara gitmiştim. Senin o sevdiğin sehpa örtüsünün örneğini istedim de vermedi.
Kıskanç anam, bu kıskanç!”
Bakbakçılar ise şiire öyle bakar bakar dururlar. Ve onların yorumları da şöyledir.
Örnek 1:
“Sizin için üzüldüm; ama güzel bir şiir gördüm…”
Örnek 2: (Edebiyat Defteri’nde Ömer Nazmi’nin ‘şiir ve yorum’ denemesine kardanadam’ın yazdığı yorumda...)
Aslında bu topraklarda şiirin önemli bir yeri vardı bir zamanlar.
Şairden önce şiire saygı duyulurdu.
Şeyh Galip, Fuzuli, Nedim, Baki gibi anlamda ve manada zirve yapmış değerli insanlar yetişmişti.
Cumhuriyet döneminde de öyle önem verildi ki şiire; heceyi kullananlarla serbest nazımda yazanlar arasında tatlı bir çekişme bile vardı.
Şimdiki şiire verilen önemi ve de şaire şakir ve şakire muamelesi yapanları Nazım Hikmet, M. Akif, Necip Fazıl gibi şahsiyetler görseydi ne yapardı bilinmez. (Elbette bu türleri şair yerine koyarlar ise!)
Hele ki şiirde yollar açmak için kalemlerini ve yüreklerini sıvayan; beş hececiler – Yusuf Ziya, Faruk Nafız, Orhan Seyfi…- yedi meşaleciler – Cevdet Kudret, Yaşar Nabi…- garipçiler – Melih Cevdet, Oktay Rıfat, Orhan Veli- bunlara ne derlerdi acaba!
Herhalde Orhan Veli’nin yüzünde garip bir gülümseme belirirdi önce.
Bu satırları yazarken kimsenin duygularını anlatma şekline dil uzatma gibi bir amacım asla olamaz, öyle bir şey değil aklımdan, aklımın kapısından bile geçmez.
Her zaman şunu söylemek istedim, amacı şiir yazmak olan hiçbir kalemin iyi niyetinden kaygı duymamak gerekir, ancak amacı şiir yazmak olmayanların da hiç değilse şiire saygı göstermesini beklemek her şiir seven kişinin hakkıdır.
Yoksa biz de biliriz bunlara hitap şeklini.
Önce, bisiklete binmeyi beceren maymun muamelesi yaparak başlarız söze, sonra da öyle bir haşlarız ki dilimizle, çiyliği gider, mecburen pişer bu kazanda.
Haa!.. Birilerinin hoşuna gitmez ise söylediklerimiz, dilimizi ağzımızda, fikrimizi beynimizde bohçalar, alır çıkınımızı gideriz.