Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
Suat Tutak
Suat Tutak

KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü)

Yorum

KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü)

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

813

Okunma

 KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü)

KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü)


SIR OLAN MEKTUP ( Öykünün devamı)

Otobüs ; Bornova’nın sokaklarından , İzmir’e doğru ilerlediği sıralarda Selim , hala ayni tebessümle koltuğunda uyuyordu .Daha sonra , Bornova-İzmir arası , sağı solu çam ağaçlarıyla çevrili , o eski meşhur yola girdi otobüs . Yolun etrafını çevrelemiş o yüksek çamlar , tatlı bir esintiyle , sanki onlara “ Hoş geldiniz “ der gibi , hışıltılarla hafiften sallanıyordu . Otobüsün hostesi , yolculara kolonya ve sakız dağıtmaya başladı . Artık yolcular arasındaki fısıltılı konuşmalar , dalga dalga kulaklara geliyor , herkes kentine , köyünün topraklarına ayak basacağının sevinci içindeydi .
Güzel hostes , Selimin oturduğu koltuğa gelmiş , kırıtarak , tatlı bir sesle onu uyandırmış , kolonyasını , sakızını vermişti . Selim , İzmire girmenin mutluluğuyla heyecanının arttığını hissetti . Şimdi uykusu dağılmış , ışıklar içinde , ışıl ışıl yanan İzmir’in sokak , cadde ve evlerini seyretmeye dalmıştı . Kahramanlar semtini geçip Basmane ye , oradan da eski garaja girdiler . Şuan her yolcu , birer birer otobüsü boşaltıyordu . Saat gecenin 23.00 ‘ne gelmişti . Bir dolmuş taksiye binen Selim , doğru evinin yolunu tutmuştu . Az sonra , kapılarının önünde dikeliyordu . Titrek parmakları evinin ziline , kesik kesik basmaya başlamıştı .Heyecanı ise , son haddine varmıştı . Kalbinin hızlı atışlarından , nerede ise dışarıya fırlayacak diye korktu . Kapı açıldı . Karşısında babası aklara karışmış saçlarıyla , dineliyordu . Kısa bir sessizlik oldu . Şoka benzer bir tereddüt . Ardından , titrek bir ses duyuldu :
- Huuu ! Hatun koş , koş . Bak , kim var karşımda . Oğlum , Selimim gelmiş , dedi .
Bu sözlerin ardında babası , aniden sendelemiş , fakat Selim , derhal boynuna sarılıp onu tutarak :
- Kendine gel , babacığım . Bak , oğlun Selim karşında . Kollarının arasındayım babacığım, toparlan . Size sürpriz yaptım , deyip babasını kendine çekerek , düşmesini önledi . O sırada annesi de kapıya gelmişti . Babasının şaşkınlığı geçip kollarının arasından ayrılmadan , birden annesini de kollarının arasında bulmuştu . Annesi, hem Selimi kucaklamaya çalışıyor , hem de konuşuyordu:
- Oğlum . Selimim , aslanım benim diyerek , oğlunun elbiselerini , saçlarını , yüzünü öpüyordu . Gözlerinden hem sevinç yaşları akıyor , hem de gülüyordu . Daha sonra , oğlunun boynundan ayrılıp :
- Dur oğul , sana şöyle bir ışıkta bakayım diyerek , elinden içeriye doğru çekip , hele gir içeri . Bak , hala sokaktasın . İlahi bey , niye oğlanı kapı dışında kodun . Gir yavrum , gir . Üşümüşsündür , hemen çay yapayım . Isınırsın…
Telaşla , ne yana gideceğini şaşırmış bir vaziyette, anlaşılmaz hareketler yapıyor , hem de konuşmaya devam ediyordu .
- Şimdi yaparım . Aç mısın ? Aklımı mı kaçırdım ne , yoldan geldi çocuk . Tok olur mu hiç ? Gel evlat , gel . Bakma sen , benim laflarıma .Biz, kocadık artık .Hele , şuraya bir otur .
Selim , pür telaş ne yapacağını şaşırmış , annesinin elini okşayarak :
- Nedir bu telaşın anne ? Ben ne üşüdüm , ne de açım . Sizlere kavuştum ya , bu bana yetti . Oturun hele , sizleri şöyle bir , doyasıya seyredeyim . Şu an , sizlerle konuşmaktan başka , hiç bir şey istemiyorum . Hem sizlere , iyi haberlerim var . Oğlunuz artık sizden hiç ayrılmayacak . Bir arada olacağız . Allah’ın izni ile , okulumu bitirdim artık . Hiç bir ilişkim kalmadı . Sizleri de , iyi gördüm . Buna daha çok sevindim . Bir yaramazlık yok ya ? diye , sordu . Annesi , ellerini havaya doğru açarak , yüksek sesle :
- Çok şükür Yaradan’a … bu günleri de gösterdi . Selimimi sağ salim , bana gönderdi.
Babası , havayı biraz daha yumuşatmak için , her zamanki gevrek gülüşüyle , gevezelik yapmaya çalışarak :
- Bak sen hatuncağızımın dediğine . diyerek, sözlerine devam etti . Günün iyisi , işin büyüğü bundan sonra . Daha , çok güzel günler göreceğiz. Hele bir oğlumuzu everelim . Asıl güzel günler , geride hanım . Yeni başlayacağız . Anlarsın ya , boy , boy … dedi .
Bu konuşmalar esnasında , oturma odasına geçmişler , karşılıklı birer koltuğa oturmuşlardı . Selimin annesi , hemen mutfağa geçmiş , baba oğul dertleşir , şakalaşırken , o da bazı yiyecekler hazırlamış , oğluna , güzel bir sofra döşemişti . Selim , üç-beş lokma bir şeyler yedikten sonra , başından geçenleri , ayrı olduğu son okul yıllarını, sınavlarını , diplomasını alışını , İstanbul’a gelişini ve vapurdaki olayları , bir bir onlara anlatmıştı . Her iki ihtiyar , ne söyleyeceklerini bilemiyorlar , çocuklar gibi seviniyorlardı . Zamanın nasıl geçtiği bilinmeden, sabahın alaca karanlığı olmuştu . Yeni bir gün perde perde ışıyarak , her yeri aydınlatmaya başlamıştı . Hepsinin gözlerinde , sevincin gölgelediği, uzun bir gecenin uykusuzluğu , yorgunluğu vardı . Az sonra , herkes kendi odasına çekildi . Annesi o gece , Selim uyumadan önce , eline bir zarf vermiş , bunu seneler önce , bu gün verilmek üzere , baban bana emanet etti , demişti . Açılmamış , kapalı zarfın üzerinde , “Oğluma “ yazısı yazılıydı . Selim, babasının yazısını tanımıştı . İçi heyecanla ürpermiş , annesi odayı terk edince , hemen zarfı açarak , okumaya başladı . Her satırı okudukça , gözlerinden yaşlar süzülüyor , babasına olan sevgisi , takdiri bir kat daha artıyordu . Ve , böylece yıllardır çözemediği, babasının ani değişmesi problemi çözülüyor , nedenler açığa çıkıyordu . Elinde tuttuğu , defalarca okuduğu mektupta şu satırlar vardı :

OĞLUM ;

Biliyor musun , şu an hayatta en büyük suçu işlemiş , bir baba olarak baş ucunda bulunuyorum. Perişan , çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen , senin sonsuz sevgine yenik bir baba . Görüyorum ki , başını iki elinin arasına almışsın . Sanki , büyük bir korku içinde , kendi gücünle , kendini korumak isteyen , kaderine , yalnızca terk edilmiş bir çocuk gibi , yatağına büzülmüş yatıyorsun .
Dalgalı kumral saçların , huzursuz ifadeli , terli yüzüne yapışmış , sessizce uyuyorsun . Seni , uyandırmaktan korkarak odana girdim . Yakalanmaktan korkan bir hırsızın , huzursuzluğu vardı içimde . Ben , her şeyini yitirmiş baba , Senin kırılan kalbini çalmaya girmiştim . Çalarken yakalanırsam , onu vermekten çekinirsin korkusuydu bu . Son tartışmamızdan sonra , beni boğan bir pişmanlık dalgası , benliğime hücum etti . Bu sebepten , şimdi baş ucundayım . Bunu , sana uyanıkken söyleyemezdim . Anlamazdın …
Sana aşırı derecede sert davrandım . Aylarca , gereksiz sebepler yüzünden acılar çektirdim . Arkadaşlarının yanında , gururunu düşünmeden , azarladım . Seni , onlara karşı küçük düşürdüm . Biraz evvelki hareketim , bardağı taşıran son damla oldu . Beni , kendime getirdi .
Bak evladım , biraz evvel elimdeki kitabım düştü . O , ölümsüz sevginin tutkusu benliğimi sararak , beni sana getirdi . Sendeki şu temiz karakter , bu sevgi , ne denli yüce bir ruha sahip olduğunu ispatladı . Bunca olaydan sonra , bana gelip boynuma sarılmanla , bunu gösterdin . Gecenin bu saatinde öğrendim ki , benim için şuan , biç bir şeyin kıymeti yok , oğlum . Sen varsın . Senin sevgin yeterli . Senin baş ucunda acizliğimle , pişmanım . Ayıldım artık . Uyanık olduğun zaman , anlamayacak olduğun bu sözler , satırlar , bir gün eline geçtiğinde beni , daha iyi anlayacağına inanıyorum .
Doğan güneşle , artık bir başka baba bulacaksın . Her şeyinle ilgilenen , senin yaşına dek zaman zaman küçülebilen , seninle arkadaşça oynayabilen bir baba olacağım . Seninle ağlayacak , seninle güleceğim . Yaramazlık ettiğin zaman , dudaklarımı ısırıp çocuktur, bilmez diyeceğim . Belli ki , seni gözlerimin önünde , zamanından evvel büyütmüşüm . Kocaman bir adam kabul etmişim . Şu , küçük boyunla yatağına büzülüşün , beni , kendime getirdi . Daha çok küçük olduğunu hatırladım . Düne kadar , yürümesini bile bilmiyordun . Meğer seni , ne çabuk büyütmüşüm . Ve inanıyorum ki , senden , yaşına göre yapamayacağın , çok şeyler beklemişim . Yanılmışım yavrum , yanılmışım . Oysa , vakit daha çok erkenmiş . Küçük , küçücükmüşsün .
Baban-tarih-imza .
Selim, uzandığı yatağının üstüne sırt üstü yatarak , ellerini başının altına koymuş , karanlık odada , kalbinde erimeler olurken uyuyakalmıştı . Ertesi gün , öğle vaktinin ışıkları yatağını aydınlatırken , Selim , hala uyuyordu .

O , ORADAYDI …

Aradan günler geçmiş , bu günlerce evlerinde düğün , bayram şenliği olmuş , mevlitler okunmuş , eğlenceler yapılmıştı . Selim , bir kaç gün yol yorgunluğunu atlattıktan sonra , her gün normal olarak , çalışmaya başlamıştı . Babasının işletmekte olduğu işyerinde , geçici olarak çalışıyordu . Bir müddet sonra Mühendisler Odasına gidip kaydını yaptıracak , kendi branşında büro açarak çalışmalarına başlayacaktı . Okuldan diplomasının gönderilmesini bekliyordu.
Bu arada boş durmamak için , babasına yardımda bulunuyordu . Cumartesi , Pazar günleri babasından izin alıp çocukluğunun geçtiği mesire yerlerine , çocuk bahçelerine gidiyor , böylece çocukluk yaşantılarını anımsıyordu . Bazen bu gezintilerine , annesi de katılıyor , bazen babasını da yanlarına alıp üçü birden , yürüyüşe çıkıyorlardı . Eski çocukluk yıllarını , ayni yaşlardaki çocukların duyduğu hazlarla yaşıyordu. Babasının iş hayatı da , son yıllarda çok gelişmiş , maddi durumları rekor seviyeye yükselmişti . Selim , üstün derecelerle okulunu bitirip dönünce de , mutluluk ortamını , son hududuna çıkarmıştı .
Yalnız Selim , geldiği günden buyana , içinde bir boşluk hissediyor , bunun da bir türlü nedenini bulamıyordu . İşte böyle durumlarda , şehirden , toplumdan , toplumsal yoğunluktan uzaklaşıp kırlara , hatıralarına koşuyordu . Ancak, anılarının yaşandığı yerlerde , iç dünyasıyla baş başa olduğu zamanlar , huzurlu olabiliyordu .
Bir gün , büyükçe ağaçlarla çevrili , yemyeşil çimlerle örtülü , insana yaşama gücü veren , bir çocuk bahçesine gitti . Orada çeşitli çocuk oyuncakları vardı . Atlı karıncalar , tahtaravalliler , kaykaylar , voleybol sahaları , tel örgülerle çevrili , küçük bir futbol sahası , çeşitli korunaklı yuvalarda tutulan hayvan yavruları , fıskiyeleri insanı sarhoş eden bir de havuzu vardı. Üstünde renkli gülleri sarkan çardakları ile sanki , bir yer yüzü çocuk cennetiydi burası . Hepsini bir bir avarece gezerek , küçük futbol sahasının tel örgülerine alnını dayadı . Bir eliyle de , örgü tellerine parmaklarını geçirdi . Bu sahanın , geçmiş yaşamında , tatlı bir anısı vardı .
Yıllarca evvel , bir Cumartesi günü , okullar tatil olunca , anne ve babası ile bu bahçeye gelmişlerdi . O gün , Selimin ısrarı ile bahçede , yaşıtı olan çocuklar arasında iki takım kurulmuş , bu çim sahada futbol maçı yapıyorlardı . Babası da , yine Selimin ve çocukların ısrarı üzerine maçta hakem olmuştu . Selimin oynadığı takımın kalecisi , şu kalede bulunuyordu . Maçın en kızıştığı bir sırada , karşı takımdan bir oyuncu çocuk , topa kötü bir vuruş yapmış , topta havadan uçup şu köşedeki tel örgünün , öbür tarafına aşıp düşerek , hemen oracıkta duran seyircilerin önünde kalmıştı . Topu almak için tel örgünün yanına kadar koşan Selim , işte şuracıkta , ayaklarından özürlü , kötürüm bir kızı görmüştü . İki tekerlekli bir bisiklet arabasında oturan bu kız , uzun sarı saçları ve yeşil tatlı gözleriyle , ona gülümsemiş , tel örgülerden hayran hayran onu süzmüştü . Daha sonra , aralarında bir kaç kelimelik bir konuşma geçmiş , tanışıvermişler , arkadaş oluvermişlerdi .
Arkadaşlarının bağırış, çağırışları olmasaydı, konuşmaları daha da uzun sürecekti . Selim , topu vermelerini rica etmiş , kızın yanındaki genç kadın , topu alıp sahaya atıvermişti . Serapla arkadaşlıkları böyle başlamıştı . Ondan sonraki haftalar Selim , babasına devamlı ısrarda bulunmuş , ayni yerde Serapla buluşmuşlar , uzun haftalar bu dostluk devam etmişti . Babası da bu iki çocuğun , manevi sevgilerine hürmet etmiş , sık sık onların buluşup oynamalarına , engel olmamış , saygı duymuştu . Bu güzel rastlantılar , ortaokulu bitirinceye kadar devam etmiş , Lisenin ilk yıllarında Selim , bir baba dostunun yardımıyla Fransa’ya götürülüp tahsilini orada yapmaya başlayınca , buluşmaları seyrekleşip , zamanla tamamen kesilmiş, birbirlerinden kopmuş, haber alamaz olmuşlardı . Bir süre daha aradan geçince , hiç haber alamamıştı Seraptan . Ne güzeldi , o günler ...
Bir müddet bu düşüncelerine kendini veren Selim , derin bir iç çekişi ile oradan ayrılacağı sırada , karşı kenarda , Serapla ilk tanıştığı yerde , birilerinin durduğunun farkına vardı . Yüreği aniden hızlı hızlı çarpmaya başladı . Koşar adımlarla tel örgülerin , köşesini dönüp o kenara gitti . Evet , oydu . Orada duran Seraptı . Yıllarca evvel bıraktığı , küçücük sevgilisi Serap . Yine ayni yerde , dönüşünü bekliyordu . Ve , yine ayni açık mavi elbiselere bürünmüş , o uzun sarı saçları yine beline kadar dökmüştü . İşte orada , bıraktığı yerdeydi . Kollarını ona açarak , koşmaya devam eden Selim , şuurunu yitirmişçesine bağırıyordu :
- Seraaap , Seraaaaap ! Serap . Genç ve güzel kız oturduğu iki tekerlekli bisiklet arabasından doğruldu . Bir , iki adım attı . Sendeledi . Düşecek gibi oldu . Sonra , dişlerini sıkarak tekrar doğrulup , koşmaya başladı . Evet , Serapta yürüyor , koşuyordu artık .
Bir müddet sonra , birbirlerine sarılıp kucaklaştılar. Selim , onu kucağına alıp , vals edercesine , kendi ekseni etrafında bir kaç defa döndürdü . Serap , hem ağlıyor , hem de bir serçe yavrusu gibi Selimin kolları arasında , titriyordu . Sonra , birbirlerinin kolları arasında kalmak suretiyle durdular .Göz göze gelerek uzun , buruk yılların acılarını , gözlerinin derinliklerinde yaşarcasına bakıştılar . Ağır ağır dudakları birleşti… Bir kaç adım gerilerinde Müyesser hanım , gözlerinin yaşını mendilinin ucuyla kurularken Serap , Selimin boynundaki elini indirmeden :
- Selimim … Seni seviyorum , diyebildi .
Başını Selimin omzuna yaslayıp akan yaşlarını , Selimden saklamaya çalıştı . Selim ise , ayni kesik ve kısık sesle , Serabın kulağına , ayni şeyleri söylüyordu . BU günün güneşi , bir başka parlak , ışıkları bir başka sıcaktı . Isıtıcıydı . Gelecek mutlu günlerin muştucusu gibi …

26.03.1974
Suat TUTAK
S Ö K E

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kötürüm... (öykülerim) sır olan mektup (son bölümü) Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kötürüm... (öykülerim) sır olan mektup (son bölümü) yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü) yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL