5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1430
Okunma

Kadını dövmeyi dinen meşru hale getirmek için adam şöyle diyor. Dayak cennetten çıkmadır. Cennet annelerin ayağı altındadır. O zaman kadın falakaya yatırılabilir. İşte bu adam dövülürse iyi olur.
Bakın din aynen şöyle diyor.
“Kadınlar konusunda ALLAH’tan korkun. Siz onları ALLAH’ın emaneti olarak aldınız. Onlarla ilişkiye girmeniz size, ALLAH’ın emriyle helal oldu. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız bir kişiye serginizi çiğnetmemeleridir. Eğer böyle yaparlarsa onları belli olmayacak şekilde dövün. Onların sizin üzerindeki hakları, örfe uygun olarak onları yedirmeniz ve giydirmenizdir.”
Burada bahsedilen dövme insanın kendi nefsine yenik düşerek, kendi kendine kızması, kendini küçük görmesi kadardır. Hatta bu fiziksel şiddet değildir. Zaten belli olmayacak kadar dövünüz ifadesi de yoruma açık bir ifadededir.
Bu ancak fiziksel şiddet kullanmamak anlamına gelir. Yani kadına küsmek, belli bir süre ondan uzak durmak şeklinde algılanmalıdır. Üstelik bu ayette erkeğin kadın üzerinde ki hakkı sadece aile birliğini temeli olan birlikte hareket etmek esası üzerine kurulmuştur.
Erkeğin dövülmediği bir konuda kadını, kadın olduğu için dövmek ne dine, ne imana, ne kanuna sığmaz. İnsanın dövülmesi de artık kabul edilemeyecek bir feodalite olduğuna göre kadının dövülmesinin meşru olduğu halleri saymak bile ilkelliktir, magandalıktır.
Sokakta sağa sola baktı diye, yüksek sesle güldü diye, kocasından habersiz elbise aldı diye dövülen kadın mağdurdur.
Toplumlarda varoluş biçiminin “eril” anlayış üzerine kurulduğunu, maalesef bunun oluşumunda erkekler kadar kadınların da rol aldığını söylememiz mümkündür.
Fiziksel ve duygusal dünyalarımıza eril bir anlayışın hâkim olduğunu, pek çok düzlemdeki davranış kodlarımıza bakarak da söyleyebiliriz. Hatta bu bakış açısının dini söylemlere de yoğun bir şekilde yansıdığını ifade etmek herhalde yanlış olmaz.
Hâlbuki insanın iki veçhesidir/yüzüdür kadın ve erkek… Ama aynı zamanda, her kadın ve her erkek, “ötekini” de içinde barındırmaktadır.
İnsanın iç dünyasında varoluşsal olarak kurulmuş olan bu denge, hayata yansıma noktasında, eksik bir anlayışla tezahür etmektedir. İnsan, inşasını/oluşunu, diğer yüzü olanla tamamlayacak, gerçekleştirecektir hâlbuki…
Evet, nasıl oluyor da insan, tabiri caizse diğer yarısını kendinden daha aşağı, daha değersiz noktaya itebiliyor? Yaratılışta, sorumlulukta kendisinden farkı olmayan diğer varlığa, kendisi maruz kaldığı takdirde asla kabul edemeyeceği bir davranışı, hangi hakla layık görebiliyor?
İnsana bakışımızı doğru bir eksen üzerine oturtursak, meseleleri daha insanî ve daha ahlakî bir boyutta değerlendireceğiz. Dolayısıyla kadın problemi de kendiliğinden çözülecektir.
Fiziki şiddet olayının en yaygın görülen şekli eşin şiddet kullanmasıdır; tipik olarak içki içtiği veya morali bozulduğu zaman karısını döven kocanın iyileşip ve bir daha yapmayacağını sanan kadın yanılmaktadır.
Çoğunlukla bu olay tekrarlar. Şiddet kullanan kişinin büyük ihtimalle kendiliğinden düzelmeyecek olan psikolojik problemleri vardır. Birçok durumlarda bu dayaklar ilişkiden geriye ne kaldıysa o devam ettiği sürece veya kadın ölene kadar devam edecektir.
“Türk erkekleri kompleksli! Bunun sorumlusu da anneleri. Oğullarına kral muamelesi yapıp bir ellerini öpmedikleri kalıyor. Yani sorumlu gene kadın. Erkekler de kendini birer kral sanıyor! Aslında hiçbir şey değiller tabii, özellikle Avrupalı erkeklerle kıyaslanınca bu kompleksli adamlar birer hiç.”
Yukarıdaki ifade bir kadının ifadesidir. Bu onun nefsi müdafaasıdır. Kadını bu nefsi müdafaayı yaparken bile objektif davranabiliyor. Suç yine kadınlarda diyor. Atatürk’te erkekti. Atatürk’ünde annesi vardı. Atatürk’ünde kadınları vardı. Peki, Atatürk neden kadın dövmedi. Çünkü o insandı.
Başka bir kadın “Türk erkeği sevmeyi beceremediği için dövüyor.” diyor. Öğretilmeyen, görülmeyen, yaşanılmayan şey bilinmez. Bilinmeyen şey becerilemez. Becerilemeyen şeyin ise aksini yaparsınız. Hükmetmek, başarmak her insanın doğasında vardır. Başarısızlık insanı bitirir. Ama hiçbir zaman sevmeyi bilmemek bir kadını dövmenin mazereti olamaz.
Dünyanın hayvanlara bile eziyet etmeyi vahşet olarak tanımladığı bir Dünya’da erkeğin fiziksel üstünlüğünden, ekonomik gücünden istifade ederek kadını dövmesi ve kadının buna karşı koyamaması artık kabul edilemeyecek acı bir gerçeğimizdir.
Kadın dövülürse günahı erkekleredir. Kadın dövülürse, çocuğu da dövülüyor demektir. Siz hiç kendi kendini döven insan gördünüz mü? İşte kadınını döven erkek kafasını duvara vuran erkekten farksızdır.
Zira kadınını döven kendini dövüyor demektir. Kendi yanlışlıkları, kendi hatalarını, kendi iktidarsızlıklarını dövüyor demektir. Kadına el kaldıran, güzelliğe, sevgiye, hoşgörüye el kaldırır. Kadına el kaldıran Tanrıya el kaldırır. Çünkü Tanrı insan için hulk ettiği tüm güzel ahlaki, fiziki, ruhi melekeleri kadın üzerinde toplamıştır. Tanrı insanı, insani değerleri kendi suretinden yaratmıştır.
Kadına kalkan el bir giyotin kadar insafsızdır. Kızını dövmeyen dizini döver diyen zihniyet Türk zihniyeti değildir. Arapların İslamiyeti kabul etmeden önceki zihniyetidir.
Maalesef İslamiyeti kabul ettikten sonra Araplar o tertemiz dini, peygamberimiz ölünce tarikatlar kurarak kendi bildikleri şekilde yaşamaya devam ettiler. O tarikatlar aracığıyla da Arapları İslamiyet’ten önceki kadına bakış açısı bize de zehir olarak bulaştı. Yoksa dinimizin ve ırkımızın erkeğin kadını dövmesini kabul ettiğini, onay verdiğini düşünmek Türklüğe ve İslama sürülecek en büyük lekedir.
Sözün özü odurki çocuk dövülürse arsız olurmuş, kadın dövülürse nursuz olurmuş. Nursuz bir kadınla bir ömrü geçirmeyi hangi erkek hazmedebilir ki?
KAYNAK:Tırnak içindeki yazılar GOOGLE arşivinden alınmıştır.