4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1261
Okunma

İslamiyet’te bilindiği üzere "Şari-î Azam"(Asıl yasayıcı) tanrıdır.Her şey tanrı iradesinin hükmüne bağlıdır.Tanrı iradesi "İrade-î külliye" yanlız insan eylemlerini değil devletin etkinliğini,devlet ve birey ilişkilerini de düzenlemiştir.Bu yüzden İsa’nın "Sezar’ın hakkı Sezar’a,tanrı’nın hakkı tanrı’ya" sözünde dile gelen din ve devlet ayrılığı İslamiyette yoktur.İslam bir iktidar mücadelesi olarak doğar ve iktidarı ele alır.Devlet biçiminde bir örgütlenmeye gidildiğin de bu devletin yansız,dinsiz olması ellbette ki düşünülemez.Devletin bir dini olur.Devlet "Yasayıcı tanrının buyruklarıyla" şekillenir ve toplumsal düzenlemeyi bu biçimde yapar.Burada da anlaşılacağı üzere İslam bir devlet dinidir.Böyle olduğu içinde "yasayıcı tanrı" fikri; değişimi ve yenilenmeyi istemeyen tutucu anlayışı öne çıkarır.Herşeye "Tanrı buyruğu,tanrı yasaları denilip doğmatizme saplanılır.Böylece yeniliğe ve demokrasiye açık olmayan çok totaliter bir yapılanma yıllarca kendini sürdürür ve oldukça gerici bir gelişim izler.
Tüm olumsuzluklarına rağmen,kimi yenilikçi islam bilginlerine göre,bu din devletinin oldukça demokrasiye açık yönleri de vardır.Onlara göre islamiyet diğer dinlerdeki gibi "ruhbanlı,kiliseli" bir din değildir.Tanrı ile insan arasında bir üçüncü kişinin yada zümrenin yeri yoktur.Cami sadece müminlerin ibadetlerinin düzenini sağlar,başka da bir kutsal nitelik sayılmaz.Tanrı iradesi karşısında bireyin "İrade-i cüziye" kısmi de olsa vardır.Kendi seçimini kendisi yapar.İyiyi ve kötüyü kendisi seçer.Dolayısıyla birey kendi seçiminde özgürdür.Bu da islamın demokratikleşmesine önemli bir olanak sağlar.
Her ne kadar kimi tutucu islam çevreleri "İslam ve demokrasi farklı şeylerdir,karşılaştırmaları bile yapılmamalıdır." deseler de;demokrasi bir devler biçimi olarak tüm ideolojik devlet yapılarına uyarlanabilirliği vardır.Gerçekte de islamiyetin ilk dönemlerine bakıldığında o çağın koşullarına göre,müminlere oldukça açık ve ilkel anlamda da olsa demokratik bir öze sahiptir.Bu yüzden islamdaki yenilikçi akımlar;islamiyetin özgürlüğe,bireye,demokrasiye ve eşitliğe olmadığını söylerler.Hatta ilk dönem demokrasi uygulaması-Hz.Muhammed’in yaşadığı ve dört halife dönemini kapsayan "Asr-ı Saadet" dönemine- "Devr-i Saadet demokrasisi" de demektedirler.Zira Hz.Muhammed’in yaşadığı ve onu izleyen dört halife dönemi boyunca,birlikte karar alma usulü,seçimlerin yapılması,katılımcılığın sağlanması vb. uygulamalar doğrudan bir demokrasi olarak görülebilir.Ama kendini süreklileştiremeyen,bir demokrasi kültürünü oluşturamayan,sadece ilk dönemlerle sınırlı kalan bir demokrasidir bu.Aslında İslamiyetin kendisi de diğer siyasal ideolojilerde olduğu gibi,iktidar erkine ulaşıldığında ilk dönemlerdeki demokratik özünü yitirir.Daha katı merkezli,toplumcu olamayan,doğmalara çok fazla saplanan öze bürünür.
Kuşkusuz;her düşüncenin ve ideolojinin doğuşu belli toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde olur.İlkin bu ihtiyaçlara cevap olma ve toplumsal ihtiyaçları dillendirmeleri bakımandan daha demokratik ve ilericidirler.Daha sonraları iktidarlaşıp devletleşme düzeyine ulaştıklarında ilk dönemki söylemler,ilerici ve demokratik yaklaşımlar merkezi devlet anlayışı ve devlet çıkarcılığı içinde eriyerek toplumsal gerilikten uzaklaştıkları görülmüştür.Sovyetlerde iktidarlaşan sosyalizm aşağı yukarı böylesine bir durumu yaşamıştır.Reel sosyalizm gerçekliği bunu ifade etmektedir.
İslam tarihinde bu durum daha trajik bir konumu ifade eder.Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra ortaya çıkan tartışmalar özünde Mekke ve Medine ayetleri ekseninde gelişir.Daha sonra iç çatışmalara ve bölünmelere neden olur.Günümüze kadar süre gelen bu bölünmeler ve tartışmalar Medine ayetlerini esas alan merkezi İslam otoritesinin kendini yeniliyememesi ve demokratikleştirmemesinin bir sonucudur.Doğal olarak çağın norumlarına ulaşamayan ve kendini her dönemin gelişim sorunlarına paralel olarak yenileyemeyen düşünce ve dinsel inançlar gerilemekten,zorba bir toplum boyunduruğu olmaktan kendilerini kurtaramazlar.Bir yerde islamiyetin yaşadığı gerçeklikte budur.Sonuçta bin beşyüz yıllık tarih zihinlerde düşsel bir yanılsamanın ötesine geçememiştir.Oluşturduğu egemenlik,asıl sınıfsal karakterine göre hareket etmiştir.Zira ideolojik olarak da sınıflı bir toplum düşüncesidir.Egemen sınıf çıkarı temelinde bir biçim alması zaten kaçınılmazdır.Fakat bu durum islamın kendi "inanç" ve "ibadet" sistemini korusa dahil kendini yenileyemez,çağa ve toplumsal ihtiyaçlara uyrlayamaz anlamına da gelmiyor.Yıllar yılı boyunca yapılması gereken buydu.Ne varki islamın uzun tarihi sürecine baktığımızda,ya kendine zıtlıklar doğurup değişik tarikatlar biçiminde hep bölünmeler yaşamış yada gericiliğin,günümüz değimleriyle "irticanın,fundemantalist" akımların merkezi haline gelmiştir.Bu drum sadece islamdaki demokrasi kültürünün gelişmemesi ve yenilikçi olmamasından kaynaklı bir durum değildir.Daha başka nedenleri de sıralamak mümkün.
Devletleşmenin ilk dönemlerinde Muaviye’nin maddi çıkarcılığı,islam saltanatlı devletlerin -Emevilerden,Abbasilere ve Osmanlıya kadar- hep ön plana çıkan egemen sınıf çıkarcılığı,islam adına yapılan işgal savaşlarında talan,ganimet ve sömürü mantığının hüküm sürmesi,bunun bir sonucu olarak islamın mutlakiyetçiliğe,giderek bir saltanat dinine bürünmesi ve toplmsal yapıdan iyice koparak,kaderciliğe ve doğa üstü doğmalara sapması,özellikle de iç muhalefete karşı acımasızlaşması,iktidar kavgaları,bölünmeler ve en öenmliside üretime dayalı bir evrimleşmeyi yaşamamasıdır.Dolayısıyla bu durumların iyi anlaşılması ve günümüz islam gerçeğinin daha iyi çözümlenmesi için islamda bölünmeler ve mezhepsel akımlara bakmakta fayda vardır.