5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
746
Okunma

"Kendini yitiren insanın iç serzenişi"
Dinlerin Ortaya Çıkış Tarihi
İnsanın gelişimi;tarihten günümüze izlediği seyir,oldukça bir karmaşayı ifade eder.Gelişim özde maddi bir etkileşimin sonucu olsada,insanın kendini manevi dünyasında daha ilk çağlarda yarattığı tabular onun gelişiminin her zorlu evresinde çok önemli roller oynadığı görülmektedir.Bazen bu düşünsel edimleri onun ilerlemesine katkılar sunmuşsa da,çoğunlukta insanın ve toplumun gelişmesine,duraklama evrelerini yaşamasına neden olmuştur.Çünkü düşsel etkileşimler sonucu ortaya çıkan inançlar genelde insanın kendini kaybediş süreçlerinde yeniden doyumsamasını sağlar.Bu yüzden hassas ve kutsal bir mühtevaya bürünürler.
Toplulukların büyüyüp siyasal organizeler haline gelmeleriyle ortaya çıkan sınıflaşmalar,tümden ortaklaşma yaşamı ve üretim paylaşımcılığını da ortada kıldırmıştır. Sermaye üretimi üzerine gelişen eşitsiz toplum,doğası gereği insan arayışalarını da çoğaltmıştır.Toplum eşitsiz yapılanmanın baskısında ve angaryasından kurtulmak için eski ilkel inançlarına tekrar sarılmak zorunda kalmıştır.Ancak bu ilkel inançların mistik gizemi gelişmiş toplumsal yapının somutuna uymayan içeriği,sınıfılı toplum insanının yeni inançları bulmaya zorlamıştır.Din bu arayışların bir sonucu olarak ortaya çıkar.Dolayısıyla ilkel inançlar ve büyü böylelikle dün haline gelerek toplum hayatında rol oynamaya başlar.
Dinlerin ortaya çıkışı,insansal gelişmeye ve kökleşen toplumsal istemlere cevap olma özelliğine sahip oldukları bilinir.İstisnasız her dinsel çıkşın başlangıcında şu söylemler vardır."Zorba düzenlere son verme,sömürüyü ve köleliği ortadan kaldırma,eşitliği ve ortak paylaşımı sağlama..." Oldukça etkileyici ve büyük söylemlerdir bunlar.Bu söylemler "İnsanın kendini kaybettiği durumda,kendini doyuşunu" ifade eder.
Başlangıçta daha somut ve gizem perdelerinden uzaktırlar dinler.Toplumu manevi doyuma ulaştırmak kadar,topluma çoşkunsal bir heyecan da kazandırırlar.Bir yerde dinler iktidar olup siyasal erk olduklarında,yavaştan herşey bir gizem perdesine bürünmeye başlar.İlk dönem ki söylemler,kazanılan ekonomik ve siyasal yapı içinde kaybolur.Tanrısal buyruk,kulluk borcu ve herkesin belirlenen kaderi tekrar bir insansal yitirilişi getirir.Asıl kurtuluş maddi dünyadaki önemini yitirir,bilinmez bir dünya söyleminde simgeleşir.Toplum artık Tanrı’nın ve onun elçisi olan peygamberlerin buyruklarıyla yaşamak zorundadır.İnsan artık eskisi gibi tek bir yükümlülük altında değildir.İki ayrı yükümlülüğü vardır.Hem maddi hem de düşsel dünyasında simgeleşen manevi bir yükümlülük altına girmiştir.Eski toplumsal yasalar çiğnenebilir,gerekleri yapılmayabilir,değiştirilebilir ama tanrısal yasalar toplum yasalarından çok çok daha acımasızdır.Çiğnenemez,değiştirilemez,gerekleri yerine getirilememezlik edilemez.Böylece "Din dünyanın acımasız kalbi olup çıkar."(Christopher Caudwell: Ölen Bir Kültür üzerine)
İnsanın doğuşuyla eşit olan dinler,tarihsel süreç boyunca insan yaşamının bir parçası olabilmiştir.Bu yüzden dinler toplumsal hayatın "Düşsel bir gerçekliğidir." de.
"Düşseldir,çünkü varlıklar üzerine olan önermeleri doğru değildir (...) Gerçektir;çünkü bu düşüncelerin maddesel gerçeklikle nedensel bağları vardır ve yalnızca belirlenen değil aynı zamanda karşılığında kendi temelleri üzerinde nedensel bir etki uygulayarak belirleyicidir."(Christopher Caudwell.age)
Dolayısıyla dinin iyi tanımlanması ve toplum yaşamında oynadığı rolün iyi görülmesi kaçınılmazdır.Çözüm olgusal gerçekliğin doğru tanımlanmasıyla mümkündür.Toplum "Dünyanın acımasız kalbinden" yeni düşsel gerçekliklere sarılarak kurtuluşunu sağlayamacağı açık.Bunun doğru analizi maddi yaşamın ve toplum hayatının iyi çözümlenmesiyle mümkündür.Etkin gerçekliğin bir parçası olan dinsel inançları meydana getiren toplumsal nedenleri daha derince çözebilmek,bilimsel bir yaklaşımın sonucu olabilir.