Ayakta Kalırsam Gazi Kalmazsam Niyazi
Otobüs tıka basa dolu idi. Ayakta bile yer yoktu. İki semt hattında çalışan halk otobüsü akan trafik içinde toplu taşımacılık yaparak kolaylık sağlıyor fakat milyonca insanın yükünü çekmek de kolay olmuyordu. Ara sıra çıkan münakaşalar, ayakta beklemekten bozulan sinirler, asap bozucu trafik yoğunluğu ve insanı boğan kalabalık münakaşalara gebe olmasında ne olsun.
İnsanlar birbirini terini dahi, hissedecek denli yakın duruyorlar ve bu yakınlaşma kadınlar için netameli bir durum arz ediyor idi.Çocuklar ise kalabalığın arasında ezilmemek için çaba gösteriyorlardı.Otobüsün ortasında bir kız çocuğu ve 30’lu yaşlarda gösteren asker tıraşlı babayiğit bir adam oturuyordu. Babanın kırışmış yüzü çok çile çektiğine dair ipuçları verir gibi olsa da yanında çalıkuşu misali kıpır kıpır duran kara gözlü kız bütün bakışları tereyağından kıl çeker gibi babasının üzerinden çekip alıyor kendi çocuksu halinin neşesinde yitiriyordu.Adamın adı Niyazi idi.Ve bu Niyazi’nin hüzünlü yaşamında bir ufacık kesidin hikayesidir.Her gün bir şekilde vurulduğu yetmezmiş gibi insanların kendisine acınacak bir gözle bakmaları yüreğini yerle bir ediyordu.
Kıvırcık saçlı küçük kız bütün dikkatleri babasının yüzünden çekiyor ve kendi üzerinde topluyordu. İşte bakışların kaçtığı bu anlarda Niyazi derin bir oh çekiyor yüzüne renk geliyordu.Otobüste koltukta oturan tek erkek olarak kendisi kalmış idi.Memleket insanı nezaketini bal ve yağ edip ayakta duran hatunlara, annelere, ninelere, dedelere buyur ediyordu. Sadece bir kişi buyur muhabbetine uymuyor ve oturmuş olduğu koltuğa gömüldükçe gömülüyordu.Ruhu azapta imiş gibi geliyor, herhangi bir gözle kazara dahi karşılaşsa sanki ona ”Neden bayanlara yer vermiyorsun?” tarzı nazarlar fırlatıyordu. Ya da kendisine öyle geliyordu.
Baba kız koltuğa gömülmüş üzerlerine birer ok misali atılan bakışlarla karşılaşmamak için otobüsün camından dışarı kaçırıyorlardı gözlerini. Ah biçare diye düşündü adamcağız. Eskiden olsaydı kilometrelerce dahi ayakta kalacağını bilse, saatlerce ayakta kalacağını bilse yine vermez miydi yerini? Otobüsün penceresinden süzen güneş ışığı onun sıkıntıdan kırmızı olmuş yüzünü daha da yakıyor, kalabalıkların sesi uğultu gibi geliyor, insanların sadece siluetlerini hayal ediyordu Niyazi. Sıkıldıkça sıkılıyor, son haddine değin üflenen balona benziyordu; ha patladı, ha patlayacak bir hal alıyordu.
Ayakta durmaktan bizar olan kadınlardan sosyetik giyimli ve sarışın olanı yanındaki arkadaşına güya söyleniyordu ama nazarlarını bizimkinin üstüne fırlatarak şunu söylüyordu:
“Görüyor musun bak, artık eski saygı kalmamış. Eskiden mümkün mü idi bir bayanın ayakta kalması?” Niyazi bu kinayeli lafı zorla yuttu ama nasıl sindireceğini bilemiyordu.
Yanında esmer olanı ise yine cevabi olarak güya arkadaşına hitaben ama esasen kendilerine yerini vermeyen Niyazi’ye doğru şunu söylüyordu:
“He valla, doğru diyorsun. Kendi karısı olsa bizim yerimizde acep ne düşünürdü?”
Niyazi bu lafı da evirdi çevirdi zihninde, ne kadar aptalca bir laf değil mi? Tutup esmer kadına şunu söylemek istedi ama yapamadı. ”Karım ol da gör!” Yapamadı gayri.
Kumral bir bayan kalabalığın ortasında panter gibi atlayarak feminist bir nazarla lafa balıklama atlar. “O, yerini bayanlara vermeyen kim? Gösterin bakayım da dünya kaç bucakmış görsün!” otobüsün içinde hep beraber bir homurtu sesi işitildi, her kafadan bir ses çıkıyordu. Kalabalık işin sonu nereye varacak diye merak edenler ve adamın ne yapacağı konusunda fikir yürütenlerin muhabbeti ile gayet ciddi bir boyuta vardı. Kadınlar dırdır ve hırla Niyazi’yi pes ettirmek ve mat etmek istiyor, ayrıca Niyazi’nin kayıtsızlığı ile her biri Çılgın Birer Türk Kadını oluyorlardı. Durum daha da çetrefilleşmeden Niyazi yerinde doğruldu, kızına yaslanarak koltuk ile pencere arasına bırakmış olduğu bastonunu aldı. “DURMA” butonuna zorla, bastonuna dayanarak bastı.Başı öne eğikti. Gözlerinde düşmek için iki göz yaşı salınıyordu kirpiklerinde. Onu dahi silecek takati yoktu. O ana kadar bastona dikkat kesilmeyen herkes, bastonla beraber şaşkın ve lal kesilmişti. Her ağızda gayri ihtiyari sözler dökülüyordu:
“Vah vah! Sakatmış ya! Boşuna o kadar yüklendiler adamcağıza.”
“Halbuki kadın erkek ne fark eder; ayakta ya da koltukta. Hani eşitlik vardı?” diyorlardı. ”Sakat olmasaymış mutlaka yer verirmiş.” şeklinde yargısız infaz cümlelerini tesirsiz hale getirme sözleri çıkıyordu kirli ve pis dudaklarda.
Bir an önce otobüsten inmek ve sonsuza değin gözlerden kaybolmak istiyordu Niyazi. Otobüs nihayet durdu. Ama bu buton ile durma arasındaki saniyeler ona yıl gibi gelmişti.Bir anda yaşlandığını hissetmişti. Kolu kanadı zaten kırılmıştı. Bu insanlar için sakat kalmamış mıydı? Bu toplum için bacağına isabet etmemiş miydi kurşun? Vatan için gerekirse ölmeyi dahi göze almamış mıydı Niyazi?
Ah ulan Niyazi!
Bir garip adam indi otobüsten, ağır aksak yürüdü bir kızcağızın desteği ile.
Bir şaşkın grup kaldı otobüsün içinde, ağzı açık bakakaldı Niyazi’nin ardından.
Niyazi indikten sonra oturduğu koltukta bir zarf unutmuştu. Bunu gören sosyetik sarışın hatun hemencecik şaşkın kalan ve lal kesilen idam mangasının huzurunda yok otobüs yolcularının ortasında zarfı aldı ve haydi aç da görelim ne var bu esrarengiz adamın unuttuğu zarfta diye sorarcasına bakan yolcuların huzurunda zarfı açtı.Zarfta bir not ve bir madalya vardı:
“Güneydoğu Gazisi Niyazi DEMİR’e bu madalya vatanın bir şeref nişanesi olarak verilmiştir.İş bu berat bu yüzden hazırlanmıştır.”
Boşlukta salınan madalya.
Boşlukta bir sürü göz.
Ve göz yaşları.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.