Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
hüzünlükent
hüzünlükent
VİP ÜYE

Şehit Ruhin Xalilov

Yorum

Şehit Ruhin Xalilov

( 5 kişi )

4

Yorum

15

Beğeni

5,0

Puan

150

Okunma

Şehit Ruhin Xalilov

Şehit Ruhin Xalilov

ÖZÜMDEN ÖNCE YAZILMIŞ KADERİM...

Azerbaycan, tarih boyunca bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için mücadele vermiştir. Bu mücadelelerde sayısız kahraman, vatanları uğruna canlarını feda etmiştir. Özellikle 1990’ların başında yaşanan Karabağ Savaşı ve 2020’deki ikinci Karabağ Savaşı Azerbaycan’ın yakın tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. 27 Eylül 2020’de başlayan ve 44 gün süren ikinci Karabağ Savaşı’na gönüllü olarak katıldım. Bu savaş ülkem için zafer ile sonuçlanırken işgal altındaki toprakların büyük bir kısmı geri alınmıştır. Bu savaşta birçok Azerbaycan askeri şehit düşmüştür. Hepimiz gösterdiğimiz cesaret ve fedâkarlık ile halkın gönlünde ölümsüzleştik. Benim ülkemde şehitler ulusal kahramanlar olarak anılmaktadır. İşte benim öyküm tam olarak burada başlıyor.
Beni en hassas yerimden vurdular. Yüzüme karşı değil kahpe bir kurşunla, bir ikindi vakti yüreğimden vurdular.
Nasipte şehitlik varmış teslimim, nihayetinde kaderimizi yazan Hakk’ın kalemine!

Ben Adalet Bakanlığı Adliye Nazirliyinin icra baş idaresinde maslahatçısı, birinci dereceli devlet qulluqçusu, Kapitan Ruhin Halilov.
Babam Muzaffer Bey, Annem Gülnaz Hüseynova.

Aylardan 13 Mart kışla bahar arası bir gün, yıl 1987 Cebrayil Rayonu Yukarı Mezra köyünde doğdum. Annemin tabiri ile ne kar vardı ne yağmur ama hava çok soğuktu. "Sabah ezanından sonra seher vaktinde doğdun" diyordu. Ve sözlerine devam ediyordu. Ellerini iki tarafa açarak “Ruhin doğduğunda işte böyle bir kucak dolusu doğdu" derken, o an ki mutluluğunu görmenizi çok isterdim. "Benim oğlum akça pakça, tam dört kilo doğdu.” diye daima gururlanıyordu. Ben zaten her zaman annemin gururu oldum. Ne mutlu bana!

Annem, sessiz kendi halinde çok çalışkan bir kadındı. Benden iki yaş büyük ablam Gülnar ile birlikte huzur dolu evimizde sakin bir hayatımız vardı. Aynı bahçe içerisinde yan tarafımızda babaannem Gonca Hanım oturuyordu. O dönemlerde babam taksici, annem hastane personeliydi. Annemle babam gün için de çalıştıkları için Gonca ninem bizimle ilgileniyordu. Babam sabah kalkar kalkmaz işe gider, akşam eve döner dönmez Gonca ninemin koyunları ve keçileri ile ilgilenirdi. Bizim evimizin bahçesi bir nevi küçük çiftliği andırıyordu. Geçmiş zamana göre babam doğmadan önce rahmetli dedem bahçeye birçok meyve ağacı dikmişti. Şu an o ağaçların dalları neredeyse gökyüzüne kadar uzanıyordu. Bu ağaçların bedenini iki kişi kollarını birleştirse bile arasına sığmayacak kadar büyüktü... Bahçenin arka kısmındaysa hayvanların barındığı ahırımız vardı. Genelde hayvanlarla Gonca ninem ilgileniyordu. Çoğu zaman bütün aile hepimiz birlikte can cana, baş başa evimizin bahçesinde ufak tefek işlerle uğraşmaktan büyük mutluluk duyuyorduk. Ta ki o güne kadar güzel bir aileydik. Gerçekten de biz çok güzeldik!

*
Fiyakalı bir ayak sesi, ardından çalan zil sesi, sonra umut ile açılan kapı sesi, çığlık çığlığa çocuklar koşuyor içimde ve benim ruhumda vakit daima aynı. İş çıkışı her akşam evime saat sekiz gibi giriyordum. Eve her geldiğimde ismi ile müsemma Günel adında güler yüzlü genç bir kadın açıyordu kapıyı. Güneş gibi parlak siması ışığını saçıyor, ay ve yıldızları kıskandıran uzun sarı saçlarının şavkı, yorgun yüzüme vuruyordu.
Gecenin kasveti düşmüşken bir acı hüzün çöküyor gün yüzü görmemiş vatanımın ve çileyle örülü, annemin ak saçlarına. Biraz sonra akşam kendini yavaş yavaş geceye yaslamışken saat 01.00 ve kulaklarımı sağır eden bir çığlıkla uyanıyorum. Oysaki uykuda değildim, boylu boyunca yattığım tabutumun içine yüreğimden ılık ılık kanlar damlıyordu. Genç kadının dilinden acı sözler dökülürken “Sensiz ben ne yaparım!” Feryadı ruhumu sarıyordu. Mahzun bir adamın dudaklarında “Vatan sağ olsun!” sözleri. Ağladıkça gözyaşları dudaklarından cümlelerine karışıyor, aksakallarına akıyordu. Günel’in “Gitme, canım acıyor. Gitme kal!” figanıyla kıyamadığım gözyaşları düşüyor soğuk kaldırımlara. Annemin çığlığı karışıyor güzel eşimin sesine ve sesler çoğaldıkça çoğalıyor. Henüz baba demeyi öğrenmemişken, ağlamayı öğrenen, gözleri uykulu, nefesleri süt kokan çocuklarımın sesiyle buluşuyor. Gecenin bu vaktinde anne ninnisi dinleyecekken ağıt dinleyen çocuklarımın vebâli, tüm Ermenilerin üstüne kahır ve azap yağmuru olarak yağsın inşallah.

Asil genç bir kadın daha var. Hem de nazlımı nazlı hem de kırılgan. Bazen annem, bazen arkadaşım, bazen sırdaşım o benim annemden sonra ilk aşkım. Canım ablam Gülnar. Acıyla yolduğu saçları parmak uçlarına takılı kalmış, ellerini semaya kaldırmış, dilinden pervasızca beddualar göğe yükseliyordu. “Nasıl kıydınız kardeşime? Elleriniz kırılsın!” derken saç telleri esen yele karışıyordu. “Ruhin” diye bağırdıkça sesinin buğusu bulutlara ulaşıyor, bulutlar da onunla birlikte ağlamaya başlıyor, gözyaşları yağmurla birlikte sele karışıyordu. “Ağlama anne sus... Ağlama Günel sus... Ağlama Gülnar... Ağlama baba... Ne olur ağlamayın... Çocuklarım korkuyor!” diyemedim. Oysaki yüreğimden vurulmam önemsizdi. Sadece yüreğimde taşıdığım sevdiklerimin bu hâlini görmek ruhumu derinden üzüyordu.

Gece vakti şehrin tüm caddelerinden akın akın Azerbaycan halkının ayak sesleri ve “Şehitler Ölmez!” nidâsı yankılanarak bizim eve doğru geliyordu. Hepsinin dilinden aynı sözler dökülüyordu. “Ruhin artık tüm Azerbaycan halkının yüreğinde yaşayacak olan bir kahramanıdır. Ruhin şehittir.” diyorlardı. Gururlandım. Şeref duydum. Açıkçası çok onurlandım.

Birinci Dağlık Karabağ Savaşı, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nın Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasını isteyen Ermenilerle bunu kabul etmeyen Azeriler arasında başlayan ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Azerbaycan ile Ermenistan arasında çatışmaya dönüşen Şubat 1988-Mayıs 1994 arasında süren savaştır. Bu konu ile alakalı, kendi yaşadığım sürecide ilgilendirdiği için öyküm boyunca geçişler yapacağım.

Yıl 1993 aylardan 23 Ağustos. “Birinci Dağlık Karabağ Savaşı” Azerbaycan’ın bazı kesimlerinde sürüyordu ve artık bizim yaşadığımız bölgeye kadar gelmişti. Karabağ Savaşı’na küçük yaşta şâhit oluyordum. Henüz aklımın bir şeylere ermediği çağlarımdaydım. Köyde, şehirde Azerbaycan’ın her bölgesinde Ermenilerin zulmü çoktan başlamış artık kapımıza kadar dayanmıştı. Her ne kadar küçük olsam da altı yaşımda bilinçaltıma yerleşen o günü asla unutmadım. Annemle babam çok acı verici bir şekilde memleketten ayrılmak zorunda kaldıkları için sürekli o kötü zamanları onlardan dinlemek için geniş geniş sorular sorardım. Kendi çocukluğumu büyütürken yanı sıra zalimlere karşı İçimde çok büyük bir nefretin yanı sıra ölçüsüz bir kin büyütüyordum. Hep bu Travmayla büyüttüm çocukluğumu. En büyük yemini ediyordum “Bir gün tekrar yeniden yine” diye diye yaşadım. Ve o topraklara tekrar dönmek için en mutlu çağımda, henüz tomurcuk mevsimi yaşayan çocuklarımı yetim, gencecik bir kadın olan eşim Günel’i yalnız bırakıp bu vatana canımı gönüllü olarak fedâ ettim.

Cebrayıl’dan Ayrılış
Çevre köylerde olduğu gibi bizim köyümüzde de çatışmalar başlamıştı. Önceki gece çatışmalar sonucu komşumuz yaralanmıştı. Babam kendince tüm önlemleri almış olsa da yine de çok tedirgindik. Bizim eve henüz uğrayan olmamıştı ama an meselesiydi. Her an çat kapı birilerinin bizi öldürmeye gelmesi kaçınılmazdı. Bu gün ise her günkünden normal bir gün değildi. Savaş iyice sarmıştı Cebrayıl’ın köylerini babam ve annem bu çatışmalar sonucu işe gitmemiş evdelerdi. Yan komşumuz yaralı olduğu için babama gelerek “Yardımcı ol da yaralımızı olduğu yerden getirelim!” dedi. Babam annem ve Gonca nineme “Hemen çocukları alıp Bakü’ye gidin, ben de arkanızdan geleceğim!” dedi. Gonca ninem ve annem bunu kabul etmeyerek “Hayır” dediler. “ O halde ben gidip geldiğimde hiç birinizi bu evde görmeyeceğim ölmek mi istiyorsunuz?” diye söyledi. Annem, babama “Tamam çocukları alıp hemen yola çıkacağım.” dedi. Lâkin çıkmayacaktı. Babamı asla bırakmazdı. Babam nineme “Bak! Gülnaz çocuklar ile gidiyor, sen de bahçede ki büyük ağacın arkasına saklan ve ben gelene kadar oradan sakın çıkma!” dedi ve gitti. Gonca ninemi bilinmez bir telaş aldı. Gonca ninem anneme seslenerek: ”Gülnaz kızım, hadi sen çocukları al yola koyul!” dedi. Annem, “Tamam, hazırlık yapar hemen gideriz.” dedi. O an ablam ile bana kaş göz işareti yaparak yanına çağırdı. Biz bahçenin arka kısmına geçerken Gonca ninem de hemen babamın arkasından gitmek için tam bahçeden çıkıyordu ki birden bire çok sert bir şekilde avlu kapımızın açıldığını duyduk. Gonca ninem göz göze geldi içeri girenlerle “İhtiyar, senden başka burada yaşayan var mı?” dediler. Ninem, “Hayır yok! Beni attı gitti evlatlarım. Yapayalnızım.” dedi. Şimdi anlıyorum ki ninem bizleri yaşatmak için böyle söylemişti. Şayet benden başka birileri var deseydi. Bizde öldürülmüştük. Bahçemize girenler bir takım Ermeni askerleriydi. Annem hemen fark etti. Ablam ile beni alıp bahçedeki büyük bir ağacın arkasına gizlendi. Ermeniler evin içine girdi çıktı. Gonca nineme bir şeyler sordu. Ninem onlara karşı gelecek sözler sarf ediyordu. Asilik yaptığını düşünüp Gonca ninemi hiç acımadan yaşına başına bakmadan yüreğinden vurarak katlettiler. Yaşlı bir kadının onlara ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Çocuk dilimde beceremediğim dualar ve kalbime inen âminler ile “Allah’ım bizi koru!” diyordum. Annem korkudan dehşete kapılmıştı. Bir bacağına ablam sarılmış, diğer bacağına ben sarılmış bir vaziyetteydik. Annemin bacakları sanki bedeninde deprem oluyormuşcasına titriyordu. Annemin bacakları titredikçe ben ve ablam korkudan bağırmak istiyorduk. Annem, ablam ve benim ağzımı elleri ile kapatıyor, tepemizden bakan korku dolu gözleri ile ‘Sessiz olun!’ diyordu. İlk defa korkuyu yaşıyorduk. Hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştık. Gözlerimizin önünde ninemiz öldürülmüş kanlar içinde yatıyordu. Biz ise hiçbir şey yapamamıştık. Annemin gözlerinden akan yaşlar başımıza damlıyordu. Tepemizden aşağıya damlayan yaşlar ablamın ve benim saçlarına iniyordu. Asla unutmam, annemin bir damla gözyaşı alnımdan aşağıya doğru yol almış yanağımdan süzülüp dudağıma düşmüştü. Bir damla suyun tadı bu kadar acı olamazdı. Resmen annemin gözyaşlarına kan karışmıştı. Damağımda kalan o tadı bu yaşıma geldim hala unutmam. Biz çocuk yaşta annemizin gözünde ki yaşın acısını tattık. Artık bizi ne mutlu edebilirdi ki? Yahut ne korkutabilirdi? Biz savaşın çocuklarıydık… Babaanneme ve köyüme olan sevgim daima diri kalacaktı. Ermenilere olan kinimde diri kalacaktı. Ermeni askerleri bizi fark etmeden bahçemizden çıkıp gittiler. Bir müddet daha ağacın arkasında bekledik. Ermeni askerlerinin artık iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra annem Gonca ninenim yanına koştu bizde arkasından koştuk zavallı ninem gözleri açık bir şekilde cansız yatıyordu. Annem titreyen elleri ile ninemin gözlerini kapattı. Başını dizlerine koydu hangi dilde tarif etsem edilmez duyulmadık ağıtlar yakıyordu. Benzi bir anda solan Gonca’mıza. Etraftan konu komşu haber vermiş olmalı ki, babam bir an da bahçede belirdi. Babam güçlü kuvvetli mert bir adamdı. Onu köyde kasabada adının geçtiği her yerde herkes sever sayardı. İyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir evlattı. Babaannemin cansız bedeninin yanına koşar adım geldi annemin dizlerinde ki, başını kendi dizlerinin üstüne koydu annemin ağıtlarına eşlik eden, canhıraş avazı çocuk yüreğimi yaktı. Bu babamın suratına vurulan en ağır tokattı. Ablam ellerimden tuttu, “Korkma Ruhin!” dedi. Ablam da çocuktu. Anne ve babamızın yanına oturduk hep birlikte Gonca ninemize ağladık. Daha sonra babam sert ve hışımlı bir ses tonu ile “Gülnaz! Siz hâlâ burada mısınız? Ben ne demiştim size!” diye ağzından alevler çıkarak kızıyordu. Ve yine aynı sözleri sarf ediyor “Gülnaz kalk, çabuk ol, çocukları hemen yanına al ve başkent Bakü’ye gidin! Savaş bizim kapımıza kadar geldi. Artık buralarda huzur vermezler bize sana ben hemen gidin demiştim.” dedi. Annem, babama “Seni almadan hiç bir yere gitmem.” diyordu. Babam, öfkesine öfke ekleyerek, “Annemi öldürdüler onu toprağa vermeden şuradan şuraya gitmem, lafımı dinle Gülnaz!” diye bağırıyordu. Annem, evin içine girdi bir kaç parça ekmek ve gece hava serin olursa diye üzerimize giyecek bir şeyler aldı. Hiç oyalanmadan direk ablam ve benim elimden tuttu. Gonca ninem henüz yerde kanlar içinde yatarken yola çıktık. İki küçük çocuk ve yalnız genç bir kadın hiç durmadan koşarcasına savaşın içinden geçerek yürüyorduk. Dağları taşları aşıyor Bakü’ye doğru sınırsız adımlar ile gidiyorduk. Arada sırada annem beni sırtına alıyor, ben dinlenince sırtından indiriyor bu defada ablamı sırtında taşıyordu. Ah... Hem garip hem de kahraman annem! Şu an ablam ve ben yaşıyorsak canımızı ona borçluyduk. Vakit artık akşam olmuştu. Hem acıkmış hem de susamıştık. Bir dağın yamacına oturduk annem bohçasına aldığı ekmekle ablam ve benim karnımı bir parça doyurdu. Bu dağlar bizim dağlarımızdı ve bizim yaşama sebebimizdi. Vatanımız, memleketimiz, yurdumuzdu. Yediğimiz o kuru ekmek boğazımıza dizildi adeta. Annem, ablamla benim başımı birer dizine koydu. Kendi sırtını da bir taşa dayadı. " Hadi biraz uyuyun" dedi. Bir an sevindim hani çocuktum ya, karnım az da olsa doyunca mutlu olmuştum. Bir çocuk için karnının doyması mutlu olmasına sebep değil miydi? Çok az dinlendikten sonra gecenin girdâbına kapılıp yolumuza devam ettik. Üç gece dört gündüz yürüdük. Ayaklarımızın altı su toplayıp patlamıştı. Annemin ayakları kayalarda, patikalarda kuruyan dikenler üstünde yürümekten kanlar içinde kalmıştı. O zorlu bölgelerde garip annem, yeri geldiğinde ablamı sırtında, beni de kucağına alıp taşıyordu. En nihayetinde Bakü’ye gelmiştik. Gelmiştik fakat vallahi bitmiştik. Sevinsek mi? Üzülsek mi? Bilinmez bir duyguya kapılmıştık. Doğduğumuz, doyduğumuz topraklar, evimiz, yurdumuz, ninem, bahçemiz, annemin ve babamın iyi kötü tüm anılarımızla birlikte her şeyimiz geride kalmıştı.

Bakü’de Yeni bir Hayat
Bakü’de amcam vardı. Bizi hemen yanına aldı. Birkaç hafta sonra babam da yanımıza geldi. Daha sonra babam ve annem belediyede iş buldular. Bundan sonraki hayatımıza Bakü’de devam etmeye başladık. Bu süreçte Dağlık Karabağ Savaşı hâlâ sürüyordu. Yıl 1994’de Ermenistan’ın kısmi zaferi ile sonuçlandı. Tabii ben de büyümeye başlamıştım. Kendi kendime söz vermiştim. Bir gün tekrar yeniden bu topraklar bizim olacak ve ben canımı, bu vatan uğruna feda edeceğim. Memleketime ben dönemezsem bile ailem tekrar dönecek diye. Çünkü babam sürekli “Beni ölünce köyüme defnedin. Orada anamın yanında yatmak istiyorum.” diyordu. Diyordu da nasıl gidecektik, çünkü artık oralar bizim değildi. Ama bir gün mutlaka yine yeniden bizim olacaktı!

Annemle babam Bakü’de bahçıvanlık yapacaklardı. Babam kamuya ait kurumların bahçe işlerinde, annem ise şehitler mezarlığında çalışmaya başladılar. Annem tam otuz bir yıl boyunca kutsal şehitlerimizin çiçek işleriyle ilgilendi. Sabahın erken saatlerinde şehitler mezarlığına gider, akşama kadar elleriyle çiçekler eker, kuruyan otları ve etrafı temizler, yorgun argın eve gelirdi. Kolay değildi kahraman şehitlerimizle iç içe olmak. Her şehidin ayrı bir hayat öyküsü vardı. Onları her gün gördükçe diğer kadınlardan daha erken yaşta saçları beyazlamıştı. Ve gün yüzü görmeyen yüzüne derin çizgiler düşmüştü. Ah canım annem! Nereden bilecekti ki bir gün tek oğlu olan Ruhin’in de bu mezarlığa şehit olarak geleceğini. Annem de bilmiyordu ben de bilmiyordum. Şehitlere karşı daima içim de sevgi besliyordum. Bazen anneme soruyordum: “Anne ne hissediyorsun üzücü olmuyor mu bu iş?” Annem ise, “Oğlum, ben bunu iş olarak görmüyorum. Şehitlerimize karşı bir vefâ borcu olarak görüyorum lâkin dediğin gibi çok üzücü oluyor, yüreğim dayanmıyor ama şehitlerimize hizmet etmek bana gurur veriyor. Onlar ölü değil ki ben çok mutlu oluyorum vatan kokan topraklarını gözyaşlarımla suladıkça.” diyordu. “Belki inanmazsın Ruhin mezarlıkta yüzlerce çiçek var ama şehitlerin kokusu çiçeklerin kokusunu bastırıyor. Yeryüzünde olmayan bir koku var. Cennet misâli kokuyorlar bunu ancak hissedenler anlar.” diyordu.

Göreve Başlama
Artık okul çağım gelmişti. 1994 yılında Sabail bölgesi 203 sayılı ortaokulunun birinci sınıfına başladım. Eğitim öğretim hayatımı bir kaç okul değişikliği ile tamamladım. Daha sonra Asya Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. 2009 yılında aynı üniversiteden mezun oldum. 2009-2010 yılında Granboy bölgesinde N numaralı Askeri birlikte bomba atarcı olarak askeri görevimi yaptım.
2011’de Adalet Bakanlığı tarafından Yargı Yürütme Ofisinde işe başladım. 2011-2016’da Bilasuvar Bölgesi, 2018-2019’un Yargı Yöneticisi Ofisinde icracı olarak görev yaptım. 2019-2020’de 1C- dereceli danışmanlık yaptım.
Eğitim hayatım ve mesleklerimin arasında bir başka bölüm daha vardı. Burada bir parantez açmak istiyorum. 2012’de Günel isminde bir bayan ile evlilik yaptım. Şimdi o günlere doğru hep birlikte gidelim…
Menekşe, Erica, Manolya İris, Leylak ve dahası güllerin açtığı bir mevsim, ilkbaharın son ayı olan 10 Mayıs. Sabah güne heyecan dolu mutlu bir şekilde uyandım. Annem kendince bir kahvaltı masası hazırlamış, sürekli “Ruhin kahvaltı hazır gel!” diye seslenip duruyordu.
Bir yandan tıraş olurken diğer yandan “Geliyorum bekle anne!”
“Kızarttığım patatesler soğumasın, sonra yenmez hâle geliyor... Hadi gel!” diye hâlâ sesleniyordu.
“Ruhin bu gün ne var ki? Kendine bu kadar özen gösteriyorsun” diyordu.
“Bu gün Gül Bayramı unuttun mu anne?” dedim. “Hayır, dedi dudağını büktü. Unutmadım ama biraz fazla özendin gibi.”
Cidden bu gün ne vardı ki? Normal bir günden tek farkı Gül Bayramı olmasıydı. Ama ben de bir değişik hava vardı. Kendime özen verdikçe veriyordum.
Arkadaşlarla bir gün önce kendi aramızda anlaşıp hep birlikte kutlamaların yapılacağı bayram alanına gidecektik. Annemle birlikte hazırlamış olduğu kahvaltıyı yaparken hoş muhabbetler dönüyordu aramızda. “Bu gün sana Gül Bayramından gül gibi bir gelin kız bulup geleyim mi anne?” dedim. Annem, önce sert bir bakışla gözlerini gözlerime dikti: “Henüz eğitimin bitmedi, askerliğinde var önce bunları hallet daha sonra bakarız gül gibi geline.” dedi. ”Oy annem gerçek mi sandın? Şaka yaptım!”
O an kendi aramızda neşeyle gülüştük. Ah canım annem ömrünü çile ve acıyla geçirmişti. Ve hâlâ da geçiriyordu.
Evden çıkmadan önce en yakın arkadaşımı aradım. “Ben bayram alanına doğru geçiyorum siz de gelirsiniz.” dedim. Annem yine gözlerini üzerime dikmiş bana bakıyordu. Bu defa aşkla bakıyordu. “Maşallah oğluma nazar değmesin, Rabbim esirgesin.” diyor, bir taraftan da içinden okuduğu duasını suratıma doğru üflüyordu. Kollarımı açtım, “Gel buraya annelerin en güzeli!” diye sarıldım, öptüm, kokladım daha sonra evden çıktım. Üzerime o kadar çok parfüm sıkmıştım ki yürüdükçe tüm mahalle parfüm kokuyordu. Etrafımdan gelen geçen bana bakıyordu. Uzun boylu, karakaşlı, kara gözlü, buğday tenliyim. Çevrenin tabiriyle çok yakışıklı bir delikanlıydım. Hangi ortama girsem tüm bakışlar üzerimde toplanıyordu. Beni ilk defa gören, ya da tanıyan insanların söylediği bir şey vardı. “Ruhin sen çok farklısın.”
”Evet... Ben çok farklıydım. Çünkü ben şehit nişânesi taşıyordum.”

Eşim Günel ile Tanışma -Rüya-
Bir müddet yürüdükten sonra bayram alanına gelmiştim. Arkadaşlarım çoktan benden önce gelmişlerdi. “Merhaba.” dedim ve arkadaşlarımla tek tek tokalaştım. En yakın arkadaşım ve nişanlısı da vardı aralarında. Yanlarında ilk defa gördüğüm çok güzel bir kız vardı. Bütün bakışlarımı ona yönelterek “Merhaba ben Ruhin,” dedim elimi uzattım. “Merhaba ben de Günel,” dedi. Tokalaştığım eli o kadar narin, o kadar küçüktü ki, elimin içinde kayboldu âdeta. İkimizin de eli terlemişti. Sadece ellerim değil, bütün bedenim terlemişti. Başını yukarı kaldırdı gözlerime baktı Günel. Bilmem heyecandan, bilmem ilk aşk dedikleri şey bu olmalıydı! Aman Allah’ım hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Korkuyu çok iyi tanıyordum, çocukluğumdan kalan bir mirastı. Ama aşk ne kadar farklı bir duyguydu. Göğüs kafesime sığmayan kalbim, konuşurken dilime asılı kalan kelimeler ve kızaran yüzüm. Günel gülümseyerek öyle güzel ‘merhaba’ demişti ki gözlerinin içi gülüyordu âdeta. Kızlar yanımızdan uzaklaşıp diğer arkadaşlarının yanına gittiler. Günel yürüdükçe ismi gibi etrafa ışık saçıyordu. Gün boyunca bayram alanında ben ona bakıyordum o da bana bakıyordu. Sanki bir çekim gücü bizi birbirimize yaklaştırıyordu. Arkadaşıma sordum “Kim bu kız? Beni benden aldı. Bizi iyice tanıştırsana!” dedim. “Nişanlımın en yakın arkadaşı bekle deneyeyim.” diye cevap verdi. Ardından Günel’in yanına gitti. Aslında Günel’le aramızdaki çekimden dolayı bizi birinin tanıştırmasına gerek yoktu. Lâkin, bazı konularla ona gidemezdim. Arkadaşım, birkaç dakika sonra Günel’le beraber tekrar yanıma geldi. Arkadaşım kulağıma yaklaşarak, “Yüzün kıpkırmızı olmuş oğlum, bir kendine gel!” diye fısıldadı. Çok utandım. Eminim ki daha da fazla kızarmıştım. Artık Günel’le tanışmıştım. Şimdi de telefon numarasını nasıl isteyecektim onu düşünmeye başladım.
Arkadaşıma, sevinçli bir sesle ”Beni kaybettin.” dedim.
Merak ederek sordu: “Ne oldu Ruhin?”
“Âşık oldum.” dedim. Aşık oldum!
“Saçmalama oğlum daha ilk defa gördün kızı ne aşkından bahsediyorsun?” dedi.
“İlk defası sonrası yok! Günel benim eşim olmalı. Elinden geleni yap ve telefon numarasını al.” dedim.
“Nişanlıma söylerim, Günel’e sorar şâyet uygun görürse verir.” dedi.
Artık ben bende değildim. Gecem Günel, gündüzüm Günel olmuştu. İsmini şuan yazarken bile yüzümde ki gülümsemeyi görseydiniz onu ne kadar sevdiğime şâhit olurdunuz. ”Ah... Günel ah!” Başımı gece yastığa koyar koymaz aklımdan ona şiirler yazıyordum.
"Gözlerimi kamaştıran güzel kız,
Gökyüzünün altında güzel bir gece de kollarına koşuyorum.
Ha sardı beni, ha saracak.
Karanlık bir gece de, bulutların üstünde dans ediyoruz.
Sen Ay ben yıldız, kavuşmadan umutlarım ha düştü, ha düşecek." Diye diye uyuyordum.
Rüyamda Günel’le evleniyordum. Hatta kendimize ait bir evimiz vardı. Evimizin salonundaki duvara büyük bir düğün resmimizi asmışız. Günel yatak odasında uyuyordu. Benim ise üzerimde askeri üniforma vardı. Tam o resmin önünde duruyordum ben. Günel ise yatak odamızdan birden bire “ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED” diye çığlık çığlığa bağırarak uyanıyordu. “Ruhin” diye koşarak evimizin salonuna geliyordu. “Ruhin çok korktum rüyamda sen Şehit oluyordun.” diyor ve bana sarılmak için üstüme üstüme geliyordu. Sert bir şekilde “Günel, sakın yanıma gelme! Uzakta dur, senin benim yanıma gelmene daha çok zaman var. Çocuklarımıza iyi bak! Anneme, babama iyi bak! Peygamber efendimize (s.a.v) sürekli salavat getirmeyi unutma. Benim makamım cennet, beni merak etme. Sen olduğun yerde dur.” derken bağırarak uyandım. Bu rüyaya bir anlam veremeden kan ter içerisinde kalmıştım. Yatağımdan kalktım, bir müddet derin düşünceler içinde bekledim. Rüyama farklı farklı anlamlar yükleyerek tekrar uyudum.

İlk mesaj... “Merhaba, Nasılsınız?”
Birkaç gün sonra akşam saatlerinde “Merhaba, nasılsınız?” diye telefonuma bilmediğim bir numaradan mesaj geldi. Aklımda Günel var ya! Hemen içimden onu geçirerek, “Bu mesajı atan kesin Günel’dir.” diyerek heyecanla gelen mesajı açtım. Evet, yanılmamıştım mesajı atan Günel’in ta kendisiydi. Heyecanlanmıştım. Hemen cevap vermeliydim, “Merhaba iyiyim, siz nasılsınız?” diye yanıtladım. Bu mesajın ardından direkt beni aradı. Ve o gün bu gündür Günel ile sevginin, aşkın en güzel günlerini yaşamaya başladık. Tam yedi yıl sevgili olarak devam ettik. Benim devam eden bir eğitim hayatım vardı. Çok zor şartlar altında okuyordum. Annem babam gariban insanlardı. Fakirliğin her yüzünü yaşamıştık. Bir an önce eğitim hayatımı tamamlayıp mesleğimin başına geçip annemi babamı rahat ettirmek ve çok sevdiğim Günel ile evlenmekti gâyem. Annem babam gece gündüz çalışıp hem ablamı hem de beni okuttular. Aslında babam iyi kötü kendimize yetecek kadar bir ev bile almıştı. Azerbaycan depreminde göçük olması nedeniyle tekrar evsiz kalmıştık. Biz nereye gitsek kader bizden önce başköşeye oturuyordu, açıkçası bizimle birlikte kol kola geziyordu. Annem, babam tekrar sıfırdan yine çalışıp çabalamaya başladılar. Bizim hayatımız hep çile içinde yokluk ve sıkıntıyla geçti. Acının her türlüsünü ekmeğimize katık eyledik. Ama yine de yaşama hevesimizden asla vazgeçmedik. Annem, babam sabah erkenden işe gider ta ki gece dönerlerdi. Ben ve ablam evde kalıyorduk. Ben çok akıllı zeki ve çalışkandım. Ablam bana göre daha hareketli daha gözü açıktı. Gündüzleri okula gider gelirdik. Çocuk olmamıza rağmen evin tüm işlerini birlikte yapardık. Boş vaktimiz kalınca resimler yapar sürekli kitap okurduk. Bazen oyunlar oynar bazen de saç başa kavgalar ederdik. Ne tatlıydık anlatamam.

Günel ile evlilik
Bu şekilde yıllar geldi geçti ve ben artık tüm eğitim hayatımı tamamlamış 2011’de Adalet Bakanlığı tarafından Yargı Yürütme Ofisinde işe başlamıştım. 14 Ekim 2012’de Günel ile evlenerek dünya evine girdim. İkisi kız olmak üzere üç çocuğumuz oldu. İlk kızımıza Gonca ninemin ismini verdik. İkinci kızımıza Melisa ismini oğlumuza ise Tunar ismini verdik. Günel ile çok mutlu bir evliliğimiz vardı. Çocuklarıma ve bana çok bağlı bir kadındı. Anneme babama saygılı ve sevgisi çok güzeldi. Seneler bu şekilde evli ve mutlu olarak ilerliyordu. Her gün iş çıkışı saat sekiz gibi eve geliyordum. Daha kapının önüne gelip zile basmadan kapım açılıyordu. Kapımı daima güzeller güzeli eşim açardı. Hemen arkasından “Baba!” diye kızlarım koşardı. Oğlum henüz yeni yeni yürümeyi öğreniyordu o da onların arkasından emekleyerek gelirdi. Eve girmeden önce hemen kızlarımı alır hava iyice kararmadan bir saat parka götürür oyunlar oynatır öyle evime girerdim. Çoğu akşam bu böyle devam etmiştir. Önceliğim çocuklarımın mutluluğu olmalıydı değil mi? Ben çok şanslı bir adamdım böyle güzel bir aileye sahip olmak beni daima mutlu etmiştir. 2018-19 illerde on ay İmişli Mahkeme icra idaresinde Reis vazifesi yaptım. 2020 yılının Temmuz ayında bir kaç arkadaş ile aramızda konuşarak ailelerimizi alıp bir kaç günlüğüne kafa toplamak için tatil köyüne gidelim diye karar verdik. Tatil köyünde gündüz yedik içtik gezdik, akşam olunca çocukları uyutup hep birlikte güzel sohbetler eşliğinde okey oynuyorduk. Söz konusu geldi gitti benim memleketim olan Cebrayil’e dayandı. Eşim hemen yanımdaki sandalyede oturuyordu. Memleketime olan özlemimden bahsettim. “Şayet ileride bir gün bu zulmün bitmesi için savaş olursa hiç tereddüt etmeden giderim ve o topraklar için canımı veririm!” dedim. Eşim, eli ile omuzuma vurarak, “Hayır, göndermem çocuklarım ve ben sensiz kalamayız!” dedi. O an gördüğüm rüya aklıma geldi. “Günel, ben gideceğim ve şehit olacağım sen de çocuklarımıza sahip çıkacaksın.” dedim. Günel ağlamaya başladı. Arkadaşlar, “Ruhin, Günel… Ya hu yapmayın böyle şeyler. Hani savaş mı var ki böyle konuşuyorsunuz?” dediler. Sonra eşim ile göz göze baktık, ben onun gözlerinin içindeki savaşı gördüm. Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından işgal ettiği Karabağ ve çevresindeki topraklarda yaklaşık otuz yıl boyunca Azerbaycan askerleri ve sivillere karşı saldırılar düzenlemişti. Azerbaycan halkının sahip olduğu toprakları işgal etmişlerdi. Benim ve tüm Azerbaycan halkının içinde zaten otuz yıldır savaş oluyordu.

Çatışmalar Başlıyor…
Birkaç günlük tatil sonrası normal hayatımıza dönüş yaptık. Henüz aradan birkaç gün geçmemişti. 12 Temmuz 2020’de Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri arasındaki askeri çatışmalar başladı. Ermenistan’ın Tovuş vilayetindeki Movses (18) ve Azerbaycan’ın Tovuz Rayonu’nda bulunan Ağdam köyü arasında Azerbaycan-Ermenistan devlet sınırında yaşanıyordu. Eşime, “Ben Tovuz çatışmalarına gönüllü olarak yazılacağım.” dedim. Günel oturduğu yerden kalkarak, “Hayır bunu kabul etmiyorum!” dedi. Benim bakışlarımdan vazgeçmeyeceğimi anladı. “Ruhin o halde beni de yazdır. Ben de seninle geleyim. Orada hemşirelik yaparım.” dedi. Günel beni çok seviyordu. Ben de onu çok seviyordum. Sırf beni yollasın diye, “Tamam Günel, seni de yazdıracağım.” dedim. En yakın askerlik şubesine gittim. Gönüllü olarak yazıldım. Fakat beni çağırmadılar. Kafaya takmıştım, savaş tekrar alevlenirse hemen evdekilerden gizli cepheye gidecektim. Haberleri olursa yollamazlar diye endişe ediyordum. Akşam haberleri izlerken Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev “Zengezur bizimdir... Karabağ bizimdir!” diyor, yumruğunu sert ve kararlı bir şekilde masaya vuruyordu…

12 Temmuz’da başlayan ve (19) Tovuz Rayonu’nda azalan çatışmaların yaşandığı bölgelerin dışındaki Dağlık Karabağ’da yeniden çatışmalar başladı. Bu çatışmalar savaş durumuna yükseldi. 27 Eylül 2020 Pazar sabahı savaş resmen başladı. Artık bu otuz yıllık zulüm bitmeliydi. Karabağ zaten Azerbaycan’a aitti ve bana bir fırsat doğmuştu. İşte tam da burada “Ben de savaşa gitmeliyim!” dedim. Şu an Adalet Bakanlığının Kaptanı pozisyonunda danışman olarak 13-14 bölgenin kuratörlüğünü yapıyordum. Savaş henüz çok yeni olmasına rağmen benim içimde sürekli çocukluk sesim konuşmaya başladı. “Hadi Ruhin ettiğin yemini hatırla ve çık yola! Annen baban o topraklarda son nefeslerini vermeli ve Gonca ninen huzur için de uyumalı. Yarın öbür gün kızların büyüyecek bu vatan bayrağı altında onurlu ve şerefli yaşamalısın. Ölürsen şehit, yaralı dönersen gazi olacaksın. Sağ sağlım zafer ile dönersen ne mutlu sana!” diyordu. Arada nefesim daralıyor, dişlerim kenetleniyor içimdeki vatan aşkı beni yakıyordu. Gidip kanımın son damlasına kadar savaşmalıydım. Sabah işe gidiyorum aklımda savaş, gece yatağa yatıyorum aklımda savaş, en nihayetinde iç sesime yanıt verdim “Tamam Ruhin.” dedim. Bu durumu Adalet Bakanlığında çalışan arkadaşlarıma söyledim. Samimi olduğum üç arkadaşım “Ruhin biz de geleceğiz seninle savaşa.” Dediler. Yola beraber çıkmak için karar verdik. Eşim bendeki bu durumu fark etmişti. “Ruhin çok dalgınsın ne düşünüyorsun?” dedi. “Günel, savaşa gideceğim.” dedim. Eşim bunu asla kabul etmiyordu. Çocuklarımız var, ben varım, sana bir şey olursa biz ne yaparız?” diyordu. Savaş haberini televizyondan ilk duyduğum gün her şeyi düşünmüştüm.

Gönüllü olarak Savaşa Katılma...
Savaşın üçüncü günü 1 Ekim’de evden ayrılmalıydım. Eşime bu durumu diyemezdim anneme, babama da diyemezdim. Ama gitmeliydim. Eşime, “Ben gidip o bölgeyi bir gezeceğim ve akşam geleceğim.” dedim. Eşime fark ettirmemek için evden yanıma hiçbir şey almadım. Ona ilk defa yalan söylemiştim. Güzel eşim beni affet ve bana hakkını helal et, ömrümün en şerefli yalanını söyledim sana. Yüreğin incinmesin kırılma bana. Beni daima çok sev ve asla sevmekten vazgeçme. Geriye dönmek çok isterdim ama kahpe bir kurşuna yenileceğimi bilmiyordum. Senin ve çocuklarım için çok direndim ama gelemedim. Lütfen beni bağışla. Sabah erken saatlerde ilk otobüse bindim. Ağca bedi bölgesine gittim. Oradan eşime telefon ettim, “Gülüm ben iyiyim merak etme, her şey yolunda.” dedim. Eşim farkına varmıştı savaşmaya geldiğimin. “Ruhin neden bizi bıraktın gittin? Sana bir şey olursa ben de ölürüm!” diyordu. Ben sağ-sâlim geleceğim gülüm. Çocuklarımıza iyi bak tekrar ararım.” dedim. Telefonu kapattım. Artık ailem gönüllü olarak savaşta olduğumu biliyordu. Çocuklarım her akşam pencere önünde oturup yolumu gözlüyordu. Minik ellerini açıp dua ediyorlardı babalarına. “Allah’ım ne olur babama bir şey olmasın, onu bizden alma onu koru, tekrar evimize gönder.“ diye. Bunları duydukça benim ciğerim yanıyordu ama geriye dönemezdim. Bu vatan uğruna her şeyimi fedâ edebilirdim. Canımın ne önemi vardı ki! Günel, annem ve babama da bu durumu söylemiş. Annem, babam duyunca ikisinin de kalbi daralmıştı. Artık baya yaşları ilerlemişti. Her an şehit haberimi bekliyorlardı. “Günel kızım, Ruhin gittiyse artık gelmez savaşa giden dönmez, biz hazırlığımızı yapalım. Oğlumuz şehit olarak gelecek!” diye günlerce gözyaşı ve acı ile yaşamışlardı. Günel “Öyle deme anne. İnşallah gelecek Ruhin’imiz.” diyordu ama sesi titriyordu.

Savaş için ilk önce Fuzuli Rayonu’na gittim orada beni komutan olarak tayin ettiler. Benimle birlikte tüm Azerbaycan askerleri canla başla savaştık. Fuzuli yöresini ve köylerini işgalden kurtardık. Daha sonra kendi şehrim olan Cebrayil Rayonu’na geçtik. En son altı yaşında iken çok üzücü bir şekilde ayrılmıştım. Burada hatırlayabildiğim tüm anılarım gözümde canlandı. Gözlerimden yaşlar, memleketimin toprağına damladı. Giderken de ağlamıştım, savaşmaya gelince de ağladım. Ben zaten otuz yıl boyunca hep ağladım. Cebrayıl de daha hırslı ve intikam duygusu ile savaştım. Öncelikle Allah’ın izni ile daha sonra içlerinde vatan sevgisi olan askerler ile Cebrayil ve Hocavend Rayonları’nı 4 Ekim günü işgalden kurtardık. O an orada beni görmeliydi annem ve babam. Sıktığım her kurşunda çocukluğumda hayatımızdan çalınan her günün, her anın intikamını alıyordum. Ve ben çok mutluydum. Secdeye eğildim ve memleketimin toprağını öptüm kokladım. Gözümden bu defa sevinç gözyaşları dökülüyordu. İnanamıyordum. Çocukken annemin gözyaşında tattığım acının ilk defa damağımdan silindiğini hissettim. Hemen Günel ve annemi aradım Cebrayıl işgalden kurtuldu. “Hazırlanın sizi buraya gezmeye getireceğim, beni merak etmeyin ve artık ağlamayın iyiyim.” diye öyle bir bağırarak söyledim ki sevinç çığlığımdan yer, gök, dağlar, taşlar inledi. Onlarda çok sevindi.

Kutlu Şehâdet...
Daha sonra Kubatlı Rayonu’na geçtik. Burada savaşmaya başladık. Savaşın on beşinci günü karın bölgemden vuruldum. Hemen tedavi altına alındım. Başımdaki, komutanlarım “Ruhin seni eve göndereceğiz çocukların var.” dediler. “Kesinlikle bunu kabul etmiyorum ben savaşmaya devam edeceğim.” dedim. Bir gün dinlendikten sonra yaralı bir şekilde bir hafta daha savaştım. Eşimle arada mesajlaşıyorduk ne zaman “Ruhin nasılsın?” dese “İyiyim merak etme gülüm.” diyordum. Oysaki iyi değildim vurulmuştum! Ona diyemezdim. En son eşim ile savaşın on dokuzuncu günü mesajlaştık. Özlem dolu mesajlar yazıyordu. Hepsini vakit buldukça cevaplıyordum. En son yazdığına karşılık verememiştim. “An gidişin, mevsim isyan, hasretin yüreğimde şafak ayazı, üşüyorum sensiz çabuk gel.” diyordu. Çabuk gel! Savaş son derece hararetli geçiyordu. Ben ve cephe arkadaşlarım nefes almadan savaşıyorduk. Bir anda kurşunlar çok hızlı gelmeye başladı. Hepimiz hemen o tarafa, bu tarafa dağıldık. Düşmanı her taraftan abluka altına almaya başladık. Gayet de başarılıydık. Bu çatışmada birkaç silah arkadaşım vurulmuştu. Bir tanesi özellikle en yakın arkadaşımdı. Çatışma biraz sakinleşince yanımda bulunan arkadaşlara, “Beni koruyun onu düştüğü yerden alıp geleceğim belki yaralıdır.” dedim. Tam silah arkadaşımı yerde bırakmamak için koştuğum anda kalbimden vuruldum. O da ben de Şehit düşmüştük. Sonrasını hatırlamıyorum. Sanki derin bir uykuya yattım. Rüya zannediyordum düştüğüm yerde uzanıyordum. Çocuklarım, ”Baba gel artık çok özledik!” diye sesleniyor, eşim ise “Ruhin uyan artık uyan!” diyordu, o ara uyandım. Gözlerimi açtığımda başucumda ellerinde Kur’an ve bayrak olan ilk defa gördüğüm nur yüzlü melekler vardı. “Korkma Ruhin!” dediler. Ruhumu incitmeden bedenimden çıkardılar. Beni yerden kaldırdılar. Bayrağa sardılar. Sonra gökyüzü bembeyaz açıldı. İki melek iki koluma girdi. Gökyüzüne doğru çıkartıp, Önce vatanımın üstünde bayrak gibi dalgalandırdılar. Gökyüzünün en yüksek katına çıkardılar. Orada bekleyen meleklere seslenerek, “Açılın Şehidimiz Ruhin geldi!” dediler. O an şehit olduğumu anladım. Diğer melekler, “Şehidimiz Ruhin hoş geldi. Kendi gelmeden önce kokusu geldi. Cümle cihanı miski amber kokusu sardı.” dediler. Sonra beni şehitler makamına götürüp çocuklarımın sesiyle tekrar uyuttular.
Artık Şehit düştüğümü tamamen anlamıştım. Şimdi hangi kalem, hangi kelime, hangi cümle yazabilirdi ki Şehâdetimi ve ailemin acısını. Allah Azze ve Celle tarafından özümden önce yazılmıştı kaderim. Adliye Bakanlığında çalıştığım birkaç arkadaşım ile gönüllü olarak savaşa gitmiştik. Onlar evlerine zafer ile döndüler, bu öyküde mutlu olduğum anlardan biride bu kısımdır. Beni şahâdetimden sonra da tüm Adliye Bakanlığında çalışanlar yalnız bırakmadı.

Artık şehâdetim kesin olarak aileme ulaşmış ve resmi olarak ilân edilmişti. O an bütün kıtaların acıları geçti gözlerimden. Şehâdetim uçtan uca memleketimin her yerini sardı. Meleklerin omuzunda cesur bir cengâver, şanlı bir nefer, cennet kokusu naaşımdan önce ulaştı şehrin tüm sokaklarına. Soğuk bir gecede, kışa bir adım kala aylardan kasım, hüzün ve hazan dolu bir mevsimde sararan yapraklar gibi düştüm toprağa. 21.10.2020 gece saat bir suları ambulans içinde evime getirdiler. Sabah naaşım şehitler mezarlığın defnedilecekti. Annem, annem derken önce gece sustu, sonra yıldızlar, şimdi ise ben sustum. Anneme şehâdetimi ablam söylesin. Annemin yüreği dayanmaz bu habere. Şimdi ellerinle çiçekler ektiğin, şehitler mezarlığına tek oğlunu götürecektin. Biliyorum senin için kolay olmayacaktı. Lütfen başucuma çiçeklerin en güzelini ek ve sakın ağlama! Hani sen diyordun ya, “Şehitler ölü değil, onlar dünyasını değişen diriler.” diye. “Cennet kokuyor yattıkları toprak.” diyordun. Hadi anne ağlama ve en güzel dualar ile yâd et beni. Sakın yüreğin incinmesin, sen şehit anası oldun ağlamak yakışmaz sana. Toprağımı en güzel güller ile donat ve beni orada yalnız bırakma. Seni çok seviyorum tüm şehitlerin annesi.
Babam... Ah garip babam. Ben babamın aslan parçası, öz kardeşi, yeri gelince atasıydım. Ben babamın sağ kolu, sol gözüydüm. Yeri geldiğinde tutmayan eliydim. Şimdi ise acı ile kırılan beliyim. Yüreğim dayanmıyordu babamı ağlarken görmeye. Ağlama canım babam sen şehit babasısın. Hani Gonca ninem şehit düşünce yemin etmiştim ya, unutma, ben yeminime sâdık kaldım ve kanımın son damlasına kadar savaştım. Ağlama, bir evlat çok mu bu vatana ağlama, diyemedim.

Vakit gece olduğu için naaşım ailemin yanında sabahladı. Ey yerin ve göğün Rabbi olan Allah’ım Çocuklarım ve benim Rabbim sensin. Tüm kâinatın Rabbi de sensin. Bana kutsal olan bu şehâdeti nasip ettiğin için şükürler olsun. Yarabbi eşime, anneme, babama ve çocuklarıma sabır ihsan eyle. Acılarını hafiflet, onları yokluğumun hüznüyle üzdüğüm için lütfen beni bağışlasınlar. Güzel eşim Günel seni çok seviyorum. Ona ağlama diyemiyordum. Çünkü eşim çok gençti ve üç çocukla bensiz kalmıştı. Nasıl ağlama diyebilirdim ki? Onun acısını hissediyordum. Çok üzülüyordum.
"Ağlama yüreğimin sahibi, çocuklarımın annesi ağlama!" Günel’in gözyaşlarını parmak uçlarımla siliyordum. O beni görmüyordu. Belki de hissediyordu. “Ruhin” dedikçe yer gök inliyor, yüreğim dayanmıyordu. Küçük kızlarım Melisa ve Gonca yanına gelip, anne, babam uyanmayacak mı? Diye soruyordu. Günel hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Nerden bilsinler ölümü ve şehâdeti! Uyuyorum sansınlar bırakın... Uyuyorum sansınlar... Yürekleri incinmesin güzel kızlarımın. Oğlum daha bir yaşında bile değildi. Kokusuna kurban olduğum yavrularım sizi çok seviyorum. Bu vatan için birileri can vermeli ki gelecekte sizler rahat büyüyün diyemedim. Sabah olmuştu artık. Naaşım şehitler mezarlığına defin olmak için yola çıkmıştı. Evimden şuan sadece bedenim ayrılıyordu. Ama ben her an onlarla olacaktım. Zaman için de bunu Günel anlayacaktı. Şu an acı çekmesi gayet normaldi. Ülkemin her bölgesinden vatansever halk ve ülkemin önde gelen büyükleri cenaze törenime katıldı. Öyle bir kalabalık vardı ki vatanım ile bir kez daha gururlandım. Cenazeme törenimde Ulusal marşımız ile ülkemin her tarafında bayraklar dalgalandı. Ve hep bir ağızdan:
“ Azerbaycan! Azerbaycan!
Ey kahraman evladın, şanlı vatanı!
Senin için can vermeye hepimiz hazırız!
Senin için hepimiz kan dökebiliriz!
Üç renkli bayrağınla mutlu yaşa!
Üç renkli bayrağınla mutlu yaşa!”

Kızlarım da marşımıza eşlik ederken şeref duydum. Eşim, acısının yanı sıra gözünden hâlâ yaşlar süzülürken, dilinden ise gurur verici sözler dökülüyordu.
“Şehitler, milletimizin birliğini, dirliğini, bağımsızlığını simgeleyen kahramanlardır. Şehitler sadece bir dönemin kahramanı değil, bu milletin ortak hafızasında ve ruhunda yaşamaya devam edeceklerdir. Ezelden ebede şehitlik kutsal bir makamdır. Allah herkese nasip etmez. Ruhin ölü değil, bu vatan için canını fedâ etmiş yaşayan bir kahramandır. Eşimin şehâdeti ile ailesi olarak onur ve gurur duyuyoruz.” diyordu.

"İşte... Çocuklarımı, annemi ve babamı emanet ettiğim kadın bu," diye eşimle gerçekten gurur duydum. O çok iyi bir insandı. Benim şehâdetimden sonra “Ruhum şâd olsun!” diye annemle babamı yanına aldı. Hepsi birlikte birbirine kol kanat gererek beraber yaşıyorlar. Çok teşekkür ediyorum sevgili eşime. Rabbim ondan her iki cihanda razı ve hoşnut olsun. Gerçekten ne mutlu bana ki ruhum şâd oldu.

Yazarına Teşekkür Eden Şehit...
Şehâdetimden aylar sonra eşimin hâlâ hasret ve özlemle yüreği yanıyordu. Bir gece rüyasında beni gördü. Benim Şehit olmadan önce gördüğüm rüyanın aynısıydı. Rüyasında salonumuzda ki düğün resmimizin önüne geliyordu, ben de oradaydım. Yine bana sarılmak istiyordu. Ben cennetteyim sen çocuklarımıza iyi bak, dedim. Yine dilinde “ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED” salavatı vardı. “Bu salavatı her an dilinden bırakma!” dedim. Ben o rüyayı hiç kimseye anlatmamıştım. Nihayetinde Günel artık benim her an onunla olduğumu anladı ve acısı bir nebze olsun hafifledi. Rüya demişken burada bir parantez açmak istiyorum. Şehâdetimin ardından dört yıl geçti. Şuan yıl 2025 aylardan Şubat. Sevgililer gününde eşim çocuklarımın ellerine en güzel gülleri verip yanıma geldiler. Çok sevindim. Eşim hâlâ en özel günlerde yanımdaydı. Her zaman olduğu gibi o beni bir an bile unutmadı ve yalnız bırakmadı. Ertesi gece rüyasına ziyarete gittim.
Eşim kendi Azerbaycan’da evimizde uyuyordu.
Şuan öykümü kendim olarak kaleme alan yazarımız "Fatma Narin Kılıç" Hanımefendi ise Türkiye’de kendi evindeydi.
Eşime rüyasında gökyüzünde gözüktüm.
Günel rüyasında bana seslenerek, “Ruhin seni çok özledim.” diyordu. Bense ona ”Beni merak etme gülüm cenneteyim.” dedim. Elimle işaret ederek bilgisayar başında öykümü yazan Fatma Narin Kılıç Hanımı gösterdim. Eşime gülümseyerek. Yazarımıza müjdele... "Ben Cennetteyim ve onu görüyorum, yazılan öykümden haberdarım," dedim. Ona benim adıma teşekkür etmesini söyledim. Eşim sabah uyanır uyanmaz yazarımız Fatma Narin Kılıç Hanımı aradı ve rüyayı ona anlattı. İkisi birlikte o kadar çok mutlu oldular ki gözleri doldu. Ben çocukluğumdan beri hem memleketimin haline hem de ailemle yaşadığımız kader için daima ağladım. Öykümün sonunu yine gözyaşıyla imzaladım. Ama bu defa, bu rüyayla sevdiklerimin gözünden mutluluk olarak aktım.
Ne mutlu onlara...

Azerbaycan toprakları için canımı gönüllü olaran seve seve fedâ ettim. Başucumda Bayrağımız dalgalandıkça... Azerbaycan halkı var oldukça, hepsinin gönlünde bir kahraman olarak yaşayacağım... Ve şehitler makamında yaşıyor olacağım. Ne mutlu bana. Daima dua ile…

Madalyalarım...
Sayın Cumhurbaşkanımız İlham Aliyev beni madalyalar ile taltif etti. Vatan Uğrunda Madalyası, Cebrayıl’ın Alınması Madalyası, Kubatlı Madalyası, Cesur Savaşçı Madalyası ile… Adalet Bakanı Fikret Memmedov tarafından 1. derece Adalet Madalyası ile ödüllendim. Adalet Bakanlığının ilk ve tek şehidi unvanını aldım. Onurlandım.

Öykümün sonuna yaklaşırken kısa bir not düşmek istiyorum. Gülün kaderini yaprakları belirlemez. Kökleri belirler. Siz o güllleri sağlam bir toprağa ektiyseniz hiç tasa etmeyin. Ne kış ne de hırsız hazan sizden bir şey koparamaz ve çalamaz. Her bahar da yeniden çiçek açarsınız. Benim köklerim toprakta olabilir ama üç yapraklı goncalarım sevgimin nişânesi olarak, sevdiğim kadının boynunda takılı. En masum elleri eşimin ellerine emanet olarak bıraktım. Gözüm asla arka kalmadı. Hayat hikâyeme yazılan en güzel satırlar buydu. Ben şehit olsam da çocuklarım bu vatana hayırlı birer evlat, hayırlı birer asker olmak için, Mavi-Yeşil-Kırmızı rengini ay ve yıldızıyla süsleyen şanlı bayrağımızın altında gururla büyüyorlar.
Bir gün yine yeniden!
Mutlaka...




Hüzünlükent

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (5)

5.0

100% (5)

Şehit ruhin xalilov Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Şehit ruhin xalilov yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Şehit Ruhin Xalilov yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
sair osman dastan
sair osman dastan, @sairosmandastan
7.12.2025 17:31:29
5 puan verdi
Yüce Rabbim mekanını cennet eylesin ruhunu şad eylesin sevenlerine kederli ailesine ve tüm azerbaycan halkına ve türk miletine sabırlar ihsan eylesin.
Dilek pınarı
Dilek pınarı , @dilekpinari
7.12.2025 13:49:28
5 puan verdi
Kardeş ülke Azerbaycanlı şehit kardeşime Allah rahmet eylesin kalanlarına da Allah sabır versin.
Hüzünlü kaleminden etkili bir öykü okudum canım. Hep etkili ve duygulu yazarsın zaten.
Hatta rüya bölümünü okurken tutamadım kendimi azcık döküldü gözlerimden. Boğazım düğüm düğüm. Çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim bu konu da sen yazmışsın zaten yerli yerince.
Allah yolunu açık etsin hüzünlüm.
Sevgiyle öpüyorum seni.
Ali Rıza  Coşkun
Ali Rıza Coşkun, @alirizacoskun
7.12.2025 12:42:07
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun 🤲
Beyzade
Beyzade, @beyzade2
7.12.2025 11:13:40
5 puan verdi
Rabbim mekanını cennet eylesin. Kalemine sağlık topram.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL