0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
46
Okunma
Ara sıra dizi oyunculuğu yapıyorum… Ama bazen düşünüyorum da, bu cümlenin içindeki “oyunculuk” kelimesi bile insanın kalbinde türlü duyguları hareketlendiriyor. Çünkü set dediğimiz yer sadece kameraların döndüğü, yönetmenin “motor!” diye bağırdığı bir alan değildir. Orası insanın içindeki merakın, hevesin, heyecanın dışa vurulduğu bir sahnedir. Benim için de öyle… En çok eğlenmek, hoş vakit geçirmek, değişik hayatları kısa süreliğine de olsa yaşamak için giderim sete. İnsan hayatına her zaman biraz hareket katmalıdır diye düşünürüm. Aynı hat üzerinde yürümekten bıkar ruh. Bir gün durup nefes almak ister, ertesi gün koşmak… Benim nefes alışım da çoğu zaman set olur.
Tarihi dizilerde oynamak ise bambaşka bir tat… Modern zamanın içinde bir anda yüzyıllar öncesine ışınlanmak gibi. Kamera arkası bildiğimiz dünya; ama çadırların içine girince eski zamanın tozu, dumanı, sessizliği insanın tenine değiyor. Bazen oba beyi oluyorum, bazen özel bir karakter, bazen de sakalımdan dolayı dervişin dinginliğini üstüme geçiriyorum. O an, bir karakter değil de adeta bir ruh giyiyorum. Başka bir zamanı, başka bir insanı, başka bir nefesi taşıyorum içimde.
Set alanı… Ah, orası insana başka bir âlemin kapısını açıyor. Tarihi kıyafetlerin kokusu, kılıçların metal sesi, rüzgârda sallanan oba çadırları… Ve elbette alplerin bindiği atlar. O atların gözlerine bakınca sanki geçmişle konuşuyor gibi hissediyor insan. Atın yelesi rüzgârla savrulurken, taşıdığı zamanın da omzuma konduğunu sanıyorum. Biz orada sadece bir dizi çekmiyoruz; tarihin içinde yürüyen birer figüransa da ruhumuzda biriken izler gerçek oluyor.
Ama işin bir de görünmeyen yüzü var. Kamera önünde üç kişi görürsün, kamera arkasında otuz… Yönetmen, ışıkçılar, reji ekibi, görüntü yönetmeni, makyajcılar, kostüm sorumluları, çaycı, sufleci… Her biri ayrı bir dünyanın insanı; her biri sete emekle, sabırla, uykusuzlukla tutunur. Bazen set kısa sürer, bazen gece yarılarını aşar. Saatler uzar, beden yorulur ama ruh tuhaf bir şekilde doyar. Çünkü orada herkes aynı anda aynı hikâyeye inanmaya çalışır. Bir sahnenin gerçeğe benzemesi için yüzlerce küçük emek yan yana gelir.
Üç öğün yemek gelir sete; ama sanki asıl doyuran yemek değil, o kalabalığın içindeki sıcaklıktır. Çay kahve servisi de hiç durmaz, çünkü bir setin ruhu biraz da çay tepsisinin sesinde saklıdır. Bazen bir bardak çay, soğuk bir gecede insanın içini ısıtır; bazen bir kahve fincanı sabahın mahmurluğunu uzaklaştırır. Hele çekim arasında bir köşeye çekilip çayını yudumlarken birden herkesin ne kadar farklı hayatlardan gelip bir hikâyeyi ortaklaşa kurduğunu görmek… İşte o an setin sihirli tarafı başlar.
Bazıları der ki, “Evde otur, dinlen.” Ama ben bilirim ki insan bazen evde oturdukça daralır, içi sıkışır, sesler susar. Oysa sete gidince hem eğlenirsin, hem öğrenirsin, hem de para kazanırsın. Bu üçü bir araya pek az yerde bulunur. Sete her gidişimde kendimi yeni bir dünyanın kapısından içeri giriyor gibi hissederim. Orada zaman bükülür, mekân değişir, insanlar başka bir çehreye bürünür. Günün sonunda eve dönerken yüzümde hafif bir yorgunluk, içimde ise büyük bir mutluluk bırakır.
Belki de oyunculuğu bu yüzden seviyorum… Çünkü oyunculuk bana başka hayatların aynasını tutuyor. İçimdeki çocuğun oyun oynama isteğini, içimdeki gezginin yeni dünyalar görme arzusunu, içimdeki insanın merak duygusunu besliyor. Her rol, kendi hayatımdan küçük bir tatil gibi. Kısa süreliğine başka bir ben olup geri dönüyorum. Belki de en çok bu hissi seviyorum: Kendini sürekli yenilemek, sürekli tazelenmek.
Oyunculuk… Kimi zaman tarihin tozunda, kimi zaman modern şehrin telaşında, kimi zaman bir dervişin sessizliğinde, kimi zaman bir beyin heybetinde… Ama her defasında kendine doğru bir yolculuk aslında. Setten çıktığımda üzerimden kıyafetimi çıkarıyorum ama rolün ruhu bir süre daha benimle kalıyor. Çünkü oyunculuk sadece kamera önünde durmak değil; insanın kendi içindeki aynalara bakması, kendini yeniden anlaması, yeniden keşfetmesidir.
Ben de bunun için seviyorum oyunculuğu.
Hem hayatıma renk kattığı için,
hem beni ben yapan duyguları canlandırdığı için,
hem de her sahnede kendime yeni bir kapı açtığı için.
Abdurrahman Tümer