0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
47
Okunma
ANNEM HAKLIYDI
İnce-ince yağan kar bir anda şiddetlendi ve kısa bir süre içerisinde her yer bembeyaz olmuştu ve geliyorum diyen kış nihayet gelivermişti... Dışarıya çıkıp çocuklar gibi koşup kartopu oynayasım geliyordu ama bunu yapmak için insan’ın moralinin iyi olması gerekiyordu. Ben ne yaptım? Dışarıya çıktım ve oğlumdan resmimi çekmesini istedim, o da çekti. Hava karanlıktı, buna bir de akşamın karanlığı eklenince resmi beğenmedim. Belki güzel değildim, belki de moralim bozukluğu yansımıştı resme bilemedim ama kendimi hiç beğenmedim. Kar her yeri bembeyaz etmişti ve dünyada iki renk vardı, birisi beyaz, diğeri de maviydi. İnsanın gözlerini kamaştıran bu güzelliğe bakmamak olmazdı ve bu güzelliği her zaman yakalayamıyor ki insan. Gökyüzü mavi, yeryüzü beyaz ve tertemiz bir hava. Çıkıp bu güzelliğin tadını çıkarmak yerine elimde kalem kağıt masa başında oturmuş bu güzelliği satırlara hapsediyordum, bu kadar mı ruhsuz olur bir insan.. Kafam karışıktı ve de tepemden dönüp duran dumanlarla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyordum. İçimdeki sıkıntı vicdan azabına dönüşmüştü ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu, çünkü hayatımda yapmadığım şeyleri yapıyordum, aman Tanrım, ben neye dönüştüm böyle? Deyip kendime hayretler içerisinde bakıyordum. Kaç zamandır göğsümün tam ortasında bir yangın vardı ve bu yangın yakıp kavuruyor beni. Sürekli kirpiklerimin ucunda duran yaşlarım artık akmıyordu. Ben artık ağlıyordum ama tıpkı yenilgi sonrası kişinin yüzde oluşan o donuk ifade de gitmiyordu suratımdan. Sen yenildin, sen yenildin kızım deyip ne kadar beceriksiz olduğumu haykırıyordum yüzüme-yüzüme. Bana herkes, sen başardın deseler de ben neyi başarmışım Allah aşkına ya? Biraz daha yaşlandım, saçlarımı da sürekli topluyordum artık, biraz daha yoksullaşmış, daha çok mücadele ediyorduk aile boyu. Çocuklarımı büyüttüm ve söz verdiğim gibi onları kurtlara yem etmemiştim, bakın bunu başarmıştım. Kar yağışının ardından beyaza bürünen sokakların keyfini çocuklar çıkarıyordu. Kar yağışı en çok çocukları sevindirmişti. Ağaçlar da nasibini almış baş eğmişlerdi kar’a. Ağaçların bu halinden kendime bir ders çıkarmıştım ve annemin söylediği gibi “Öyle burnun boka kanatları havada gezemezsin.” Ne çok anlam yüklüydü bu söze ve ben bunu daha yeni keşfetmiştim. Böyle olmuyor deyip birilerinden yardım almalıyım dedim ve ilk adımı atmıştım bile, sonra da sonucu beklemeye başlamıştım, daha doğrusu sonrasını merak ediyordum neler olacak diye... Kısada olsa çıkan güneşin ardından sol tarafımdan gelen seslere kafamı çevirdim ve gördüm ki ağaçlar hep birlikte tepelerinde yığılan karları rüzgârda saman savurur gibi savuruyorlardı. Dayanışmanın verdiği o mutluluğun keyfini çıkarıyorlardı sanki. Ne olursa olsun, insan üzerinde taşıdığı o ağırlığı atıp kurtulmak istiyor; aynen ben de öyle yapmak istiyordum, üzerimde taşıdığım o ağırlığı atmak istiyordum üzerimden. Sabah-sabah yağan kardan kendime çıkardığım ders bu idi.. Belki ilerde çok güzel günler bekliyordu bizi ama yine de bunun için bir adım atamak gerekiyordu, ve o bir adımı atınca öteki adımı da atmak daha kolaydı, sadece biraz cesaret ve de kendine güvenmek yeterli olacaktı bunun için. Hava güneşli ve gökyüzü camdan bir parça gibi dursa da yere yapışan kar buz olmuştu ve sürat köprüsü olmuştu her taraf. İşler, seyran bağlarında ara da esen ılık bir meltem yeli gibiydi. Oğluma yüklendikçe yükleniyordum ki biraz kımıldasın, nereye kımıldayacaktı onu da bilemiyordum ama en azından bir hamle yapsın istiyordum. Hayatına yön verecek olan en önemli şeyi yapmadı, okumadı. Eğer okusaydı işi çok daha kolay olacaktı ama olmadı. İçim daralıyordu ve yüreğime dadanan o yangın, şiddetlenerek yanmaya devam ediyordu. Olumlu düşünmeye çalışıyordum elimden geldiği kadarıyla ama bir şeylerin olumlu olması için sadece düşünmek yeterli değildi, bununda farkındaydım. Zaman çok hızlı akıyordu ve memlekete yolcu ettiğim kardeşim bir haftayı doldurmuştu bile, aynı şey oğlum içinde geçerliydi ve bi’ de bakmışız ki oğlum askerden geldi, ne güzel olacak her şey dimi? İş durumumuz kötüye doğru gidiyordu. Saat akşama yaklaşıyordu ve hala daha dükkânda kimseler yoktu. Boş bir dükkânda oturmaktan daha sıkıcı ne olabilirdi ki şu hayatta. Oğluma hadi kapat dükkânı eve gidelim, bak kimse yok boşu boşuna beklemeyelim, bu günü hafta sonu sayalım olsun bitsin dedim ama oğlum bunu kabul etmedi, “Hayır, sen git, ben biraz daha kalacağım belki akşam gelenler olur” dedi ve beni eve yollayıp kendisi dükkânda kaldı. Ben, bir şeylerden kaçarcasına uçarak gidiyordum eve ama kimden kaçtığım da belli değildi. Yağmaya başlayan kar, bu kez daha yavaş, daha nazlı yağıyordu, kartopu oynamak için yeterli değildi yani. Yine sessiz bi’şekil de kapıyı açmaya çalışıyordum kimse geldiğimi duysun istemiyordum. Ev sahibi başımın üzerindeydi ve ben ondan hala daha kaçıyor olabilir miyim acaba? Her ne olursa olsun tebessüm de olsa gülmek güzeldir... Artık ağlamıyordum; dışarıya akmayan gözyaşlarım bu kez içimi yakıyordu. Bu saate kadar her şeyim tamam olmalıydı aslında ama olmadı işte. Bir yazı okumuştum, kişi yaşadıklarını kendisi hazırlar diye. Bu söz ne kadar doğruydu tartışılır ama birileri sona doğru giderken seni de peşin sıra sürüklememeli, öyle değil mi? Ben hep iyi niyetimin kurbanı olmuştum, şimdi de hayır diyememenin cezasını çekiyordum. “Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş ya”, şimdi de benim hatalarımın cezasını çocuklarım çekiyordu maalesef. Akşam eve vardığımda ise ev buz gibiydi. Önce sobayı yaktım, alt komşunun geldiğini benim yatak odamın sıcaklığından anladım. Komşu, oturma odası olarak kullandığı odayı ben yatak odası olarak kullanıyordum. Sıcacık odamda üzerimi değiştirirken, komşunun bana hakkı geçiyor ve ben gitmeden önce ondan helallik almalıyım dedim kendi kendime. Saat ilerlemişti ve TV de muhteşem yüzyıl dizisi vardı.. Ocağa, çay demlerim düşüncesiyle su koydum ve annemi aradım, kız kardeşim açtı telefonu ve her zamankinden daha az birkaç kelime konuşabilmiştik ki, yeğenim bana merhaba deyince kısa bir şaşkınlık yaşadım. “Halam telefonu verecek kimseyi bulamayınca mecburen ben aldım telefonu, nasılsın?” diye sordu. Ablam aramış beni, bende bir şey mi oldu diye geri dönüş yaptım ama sanırım iyi bir zamanlama değil, dedim. Annemin çocuklarının hemen hepsi annemin evindeydi ve erkek kardeşim de tam bu sırada gelmişti ve eksik olan kardeşler yavaş yavaş tamamlanıyordu. Ben mi? Ben, pek annemin çocuklarından sayılmadığım için, eksikler arasında akla gelebilecek en son kişiler arasında yer alıyordum... Annem, Rus olan gelininden şikâyetçiydi ve onu evinde istemiyordu, bahanesi iş yapmıyor, temizlik nedir bilmiyor muş. Ablam bu ayırma işlerinde çok yetenekli olduğu için sorunu hemen hallediverdi ve dubleks olan evin merdivenini kaldırıp üst katla alt katı birbirinden ayırdılar... Rus gelin o sıralar memleketindeydi; bir iş için eğitim alacakmış ondan sonra geri gelip iş eğitimi aldığı işi yapacakmış. Her ne kadar da beni ilgilendirmez, ne yaparlarsa yapsınlar desem de yine de merak ediyordum işte) Dizi bitmek üzereyken reklama girmişti ki, odanın kapısı yavaşça açıldı ve Gökhan içeriye girdi, saate baktım saat henüz on bir olmamıştı. Oğlumu görünce buruk bir sevinç kapladı içimi. Gökhan “İş yoktu, Erkan gelince ben de onunla birlikte geldim” deyince. Olsun oğlum, bu gün iş olmadı yarın olur sıkıntı yapma kendine deyip oğlumu rahatlatmaya çalışıyordum ama beni kim rahatlatacaktı..
Gündüz Yavuz
19.01.2012 Perşembe .