0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
186
Okunma

Bir milletin çöküşü bazen toplar, tüfekler, bombalarla olmaz.
Bazen en derin yıkım, fark edilmeyen bir toplumsal virüsle başlar.
Evin içinden…
Bir sofranın etrafından…
Bir annenin kızına söylediği bir cümleden…
Bir gencin kendi ülkesinde kendini yabancı hissetmesinden…
Sonra göz açıp kapayıncaya kadar
toprak aynı toprak,
dağlar aynı dağlar,
şehirler aynı şehirlerdir ama
içindeki ruh çoktan eksilmiştir.
Bugün Anadolu, belki tarih boyunca hiç yaşamadığı kadar büyük bir sınav veriyor.
Ne işgal var,
ne savaş var,
ne kurşun var…
Ama insan yitiyor.
Ev yitiyor.
Aile yitiyor.
Nesil yitiyor.
Ve en kötüsü, herkes kendi köşesine çekilmiş, sessizce bakıyor.
Kapitalizmin Çarkında Sıkışan Ruhlar
Modern dünyanın motoru, artık petrol değil, insan tüketimi.
Kapitalizm, bir nesli “tüketici” olarak yetiştirdi; insan olmayı değil.
Değerleri satın alınabilir sandık.
Sevgiyi statüye çevirdik.
Güveni parayla karıştırdık.
Evliliği yatırım, insanı ise “risk faktörü” yaptık.
Bir annenin kızına “güçlü ol” demesi güzeldi…
Ama bu cümle zamanla değişti:
“Erkeğe güvenme, kendi bankanı kur.”
Sanki evlilik bir ortaklık değil de savaşın taraflarıymış gibi.
Genç erkekler ise çocukluğundan beri “yüksek ol, güçlü ol, yetebilecek kadar kazan, ama duygunu gösterme” diye büyütüldü.
Sonra bir gün, iki taraf da birbirinin gözünde düşman gibi görünmeye başladı.
Bir milletin temeli olan aile,
pazarlık masasına döndü:
Düğün borçları, listeler, beklentiler, imajlar, lüks hevesler…
Kalpler uzaklaştı, talepler çoğaldı.
Duygular küçüldü, ihtiyaçlar büyüdü.
Kapitalizm parayı büyütürken, insanı küçülttü.
Bir millet önce ruhundan vuruldu.
Anadolu’nun Yorgun Kalbi
Anadolu insanı hep dirençliydi.
Göçlere, kıtlıklara, savaşlara, yoksulluğa…
Ama bu defa düşman görünmüyor.
Bu defa savaşın adı yok.
Bu defa mermi değil beklentiler öldürüyor.
Bu defa cephe değil evin içi çatırdıyor.
Genç bir Türk erkeği, Anadolu’da artık kendini güvende hissetmiyor:
Ne ekonomik olarak,
ne duygusal olarak,
ne de sosyal olarak.
Beklenen yük çok, destek yok.
Üzerine binilen sorumluluk ağır, ama karşılığı belirsiz.
Bir kadınla değil,
bir “hayat faturası” ile evleniyormuş gibi hissettiriliyor.
Öte yandan genç Türk kızları da kendi savaşını veriyor.
Baba evinde “güçlü kadın ol” diye yetiştirilen,
ama aynı zamanda dışarıda “kadınlığını unut” baskısı gören bir kuşağın dramı yaşanıyor.
İki taraf da yaralı.
İki taraf da yalnız.
İki taraf da güvensiz.
Ve işte tam da bu yüzden bir varlık,
bir toplum,
bir millet
içeriden ufalanmaya başlıyor.
Göçen Kalpler, Yiten Yurt
Bugün Türk gençlerinin yurt dışına yalnız iş için değil,
eş bulmak için gitmesi bir tercih değil,
bir alarmdır.
Endonezya’da, Rusya’da, Ukrayna’da, Balkanlar’da
Türk erkeklerinin evlilik oranları artıyor.
Çünkü orada insanlar hâlâ insan gibi karşılanıyor.
Evlilik hâlâ iki insanın kurduğu bir yuva,
iki ailenin değil.
Orada “mehir” yok,
altın listesi yok,
düğün borcu yok,
tüketim baskısı yok.
Bir genç şöyle diyor:
“Orada beni ben olduğum için seviyorlar.
Burada önce cüzdanıma bakılıyor.”
Bu cümle yalnızca bireyin değil,
bir toplumun kırılma sesidir.
Kadın–Erkek Savaşı Değil; Milletin Yorgunluğu
Bu manifesto bir tarafı suçlamak için yazılmadı.
Çünkü bir millet tek kanattan uçamaz.
Erkek de kadın da bu toplumun evladıdır.
Ama şunu kabul etmek zorundayız:
Toplumda kadın–erkek arasında derin bir güven çukuru oluştu.
Kadınlar, erkekleri “risk” görmeye başladı.
Erkekler, kadınları “tehdit” görmeye başladı.
Bu, tarihte hiçbir millette kalıcı olmamış bir kırılmadır.
Ve bu kırılma devam ederse
coğrafya kalır ama millet kaybolur.
Tarih şunu yazar:
“Bir ülke savaşla değil, kendi içinde birbirini tüketerek çöktü.”
Aile Çökünce, Millet Yıkılır
Bugün doğum oranı hızla düşüyor.
Yarın Anadolu köylerinde çocuk sesi kesilecek.
Kapanan okullar, boşalan sokaklar…
Bir zamanlar şehitler diyarı olan topraklar,
kimsesiz kalacak.
Bir milleti yok etmek için bomba gerekmez.
Doğum oranını düşür,
Aileyi dağıt,
Toplumsal güveni yok et,
Sistemi kapitalizme teslim et…
Yirmi yıl sonra ortada millet kalmaz.
Ve biz bu gidişle,
tam da o cümleyi yaşayacağız:
“Savaşlarda yok olmayan ama kendi elleriyle kendini tüketen toplum.”
Çözüm Mü?
İnsanı Yeniden Hatırlamak.
Yeniden birbirimize bakmak.
Yeniden güvenmek.
Yeniden değer bilmek.
Yeniden insan kalabilmek.
Bu bir kadın-erkek kavgası değil;
bu bir toplumsal acil durum.
Kapitalizmin öğüttüğü iki taraf da yoruldu.
Çözüm suçlamakta değil;
yeniden inşa etmekte.
Aileyi yeniden anlamlı kılmak gerek:
Gösterişle değil, güvenle.
Borçla değil, birlikle.
Pazarlıkla değil, sevgiyle.
Bir millet ancak iki insanın
aynı sofrayı paylaşmaya niyet etmesiyle yaşar.
Milletler bazen savaşta ölmez…
Bazen bir sessizlikte ölür.
Göz göre göre, adım adım, sessizce…
Hiçbir bomba atılmadan,
hiçbir ordu gelmeden.
Bugün yaşadığımız tam olarak budur.
Bu yüzden bu,
bir ağıt değil;
bir uyarıdır.
Anadolu’nun geleceği,
Anadolu’nun kadınında da erkeğinde de gizlidir.
Biri olmadan diğeri var olamaz.
Ve tarih bir gün şöyle yazmamalı:
“Bu millet savaşlarda yenilmedi ama kendi evinde kayboldu.”
Bahadır Hataylı(E.Kekç)/02.12.2025/Sancaktepe/İST