0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
133
Okunma
Hz. Süleyman:
Belkıs Hatun
Tarihin kayd ettiği en önemli kutsal kenti;
Üç büyük göksel inançlı dinin doğduğu
Kuruluşu belli olmayan, bilindiği kadarıyla
Hz. Süleymanın başkentliğini yapmış;
Bu özelliğinden, güzelliğinden dolayı
tarih boyu pek çok el değiştirmiş;
uğrunda bir o kadar kan akmış kent, Kudüs!..
Düğün merasimi
Bir merasim ki ne merasim!.
Anlatmaya ne dil döner, ne kelime yeter!..
Kentin tüm caddeleri, yolları, gül suyu ile
Kevser suyu zemzemiyle yıkanmış,
Türlü, türlü kokularıyla, bin bir çeşit çiçekle süslenmiş…
Davetliler:
Hz. Tin,melike Hatunla izdivaç merasimi olur da
davetlilerin kimler olduğu sorulur mu!.
Başta Mecnun, Kerem, Ferhat ve sevgilileri de
yanlarında olmak üze;
Karıncalardan, kuşlardan, cinlerden,perilerden
Aşk tanrıçalarından, krallardan, kraliçelerden
Sazcılardan, sözcülerden, alimlerden, bilgelerden
kimler , kim yoktu ki…
Her canlı kendi cinsleriyle, düzenli geçiş törenlerini,
çeşitli oyunlar, gösteriler, yarışmalar izliyordu..
Hz.ret hazinesini, ambarlarını, kilerlerini tüm varını yoğunu
esirgememiş gibiydi… doğrusu kim esirgerdi ki!...
Yemelerin, içmelerin eğlencelerin, gösterilerin yıllarca,
çağlarca anlatılması dahi az gelirdi…
Gösteriler:
Herkül ile Raloğlu Rüstem’in güreşleri;
Herkül,
Stadı dolduran on binlerce seyircinin alkışları arasında;
elleri üstünde küreği tutmuş olarak güreş minderine çıktı…
Rakibini üç kez; “Rüstem!” adıyla seslendi…
Meydana çıkan kimse olmayınca…
Şeref localarından birinde, ağ sakallı, yaşlı bir piri fani;
“Zaloğlu Rüstem!zal!..” namıyla seslenmesini bildirmesiyle;
Herkül, “Zaloğlu Rüstem !..” deyince , stadın kapılarından
biri gıcırtılarla açılır oldu…
Tüm gözler oraya kilitlenmişti…
Herkül, kükredi; meydan okuyordu ki;
Toprak arena yarıldı,
Stad sallandı.. nefesler kesilmişti…
Herkül de korkudan titredi ise de belli etmeme gayretiyle;
“ Haydi, çıksana; yoksa korkuyor musun!..” demesiyle;
Stadtan da; ”haydi!.. haydi!.” nidaları yükselince;
Rüstem, yarılan yerden, yarı beline değin çıktı..
Daha fazla çıkamıyordu!…
Seyirci neyin ne olduğunu bilmediği için
“ Haydi, haydi!..” bağrışmalarıyla stad sallanıyordu ki;
Yarı beline kadar toprakta kalmış olan Rüstem, o haliyle;
“ Herkül, yiğidim, dedi, sen beni, adını, namını almış olduğun
Heraklas’tan sor…”
Herkül;“Sorarım da, sen hele bir meydana çık da…”
Seyirciden de yine“Çık,çık!...” lar yükselirken;
Zaloğlu:
“Ey vah! dedi, toprak yaşlanmış, zapt edemiyor, bağışla yiğidim!”
Herkül, havada tutmuş olduğu küreği indirdi…
Zaloğlu Rüstem’i saygıyla selamladı; yanına gitti;
Tokalaşıp, kucaklaştılar…
Koca stad alkıştan, yıkılacak gibiydi…
Birde Burak behribar düldül arasında at yarışı oldu
Ölümsüz Aşklar Aşıklar
Ayrı bir bölümde, el deymedik, göz görmedik güzellikteki
çiçekler arasında, kablumbağalar sırtlarındaki mumlarla
aydınlatılan özel bölüme kabul edildik…
Güzelliği ve adaleti dillere destan olan
Melike Belkıs Hatunun düğünü olur da, aşkları destanlaşmış olan
ölümsüz aşıklar davet edilmedik olur mu!..
İşte görebildiklerimizden;
Mecnun ile Leyla, Kerem ile Aslı Han, Ferhat ile Şirin…
Memo ile Zin... her biri kendi güller arasındaki şadırvanlarında…
Yanlarına vardık her birine ayrı ayrı aşkı sorduk;
Mecnun: aşkı ben yaratmadım, aşk beni yarattı…
Ben aşkın bedenleşmiş haliyim…
Koca Yunus ne demiş:
“Bir ben var bende, benden içeru…”
Kerem: Benim aşk ateşimin külünden aşk gülleri yeşerecektir, sonsuzluğa değin…
Ferhat: Aşkımın adı Şirin;
aşkı kendinden şirin…
Dağları delen ben değilim içimdekidir…
Fuzuli; Leyla ile Mecnun’nu ben yaratmadım onların aşkı beni yarattı…
Zerreden kainata değin her şeyi var eden aşktır…
-- Devam edecek --
Zülşirin masalı (devamı)
Saba Diyarı:
Belkıs Hatun
güzelliği ve adaletiyle efsaneleşmiş,
Saba ülkesinin Melikesi;
Belkıs Hatun’a götüreyim…
Yitiğinizi olsa, olsa orada bulabilirsiniz..
Melike Sultan Hz. Süleyman ile evleniyorlar.
Düğün törenleri devam ediyor…
İn cin, kurt kuş,
Kanatlı,kanatsız karıncalar…
tanıdık tanımadık; bilindik,bilinmedik herkes davetli…
orada ölümsüz aşkların, unutulmaz aşıklaııyla tanışır,
kaynaşırsınız…
Haydı, yumun gözlerinizi!” demesiyle;
Kanatlanmışız, bulutların üstünde, mavi göğün
katmanları arasındaymışız…
Mavi göğün katmanları arasında,
Bulutlar üstünde varmışız,
Saba ülkesinin merkezine…
Her taraf bayraklarla, çiçeklerle süslenmiş…
Caddeler gül suyu ile yıkanmı…
Çarşı Pazar düğün bayram şenliğinde…
Şehrin orta yerinde;
Güneşte yanar, döner ışıltılı
gök mavisi safir akik çerçevesiyle,
kristal camdan, zemzem suyu ile yıkanmış temizlikte
Göz kamaştırıcı, gönül alıcı,
Arı kovanı gibi insan kaynayan bir saray…
Yanı başında, türlü çiçek kokularıyla,
çeşit, çeşit meyve ağaçlarıyla süslü bir bahçe…
Bahçeye dalıverdik, bahçivanın kulubesine vardık;
Şehirde bayram havasının nedeni;
meğer ;
Melikenin kına günü şenliği imiş….
Hz. Süleyman:
Belkıs Hatun
Tarihin kayd ettiği en önemli kutsal kenti;
Üç büyük göksel inançlı dinin doğduğu
Kuruluşu belli olmayan, bilindiği kadarıyla
Hz. Süleymanın başkentliğini yapmış;
Bu özelliğinden, güzelliğinden dolayı
Tarih boyu pek çok el değiştirmiş
Uğrunda bir o kadar kan akmış kent, Kudüs!..
Düğün merasimi
Bir merasim ki ne merasim!.
Anlatmaya ne dil döner, ne kelime yeter!..
Kentin tüm caddeleri, yolları, gül suyu ile
Kevser suyu zemzemiyle yıkanmış,
Türlü, türlü kokularıyla, bin bir çeşit çiçekle süslenmiş…
Davetliler:
Hz. Tin,melike Hatunla izdivaç merasimi olur da
davetlilerin kimler olduğu sorulur mu!.
Başta mecnun, Kerem, Ferhat ve sevgilileri de
yanlarında olmak üze;
Karıncalardan, kuşlardan, cinlerden,perilerden
Aşk tanrıçalarından, krallardan, kraliçelerden
Sazcılardan, sözcülerden, alimlerden, bilgelerden
kimler , kim yoktu ki…
her canlı kendi cinsleriyle,düzenli geçiş törenlerini,
çeşitli oyunlar, göstrijler, yarışmalar izliyordu..
Hz.ret hazinesini, ambarlarını, kilerlerini tüm varını yoğunu
esirgememiş gibiydi… doğrusu kim esirgerdi ki!...
Yemelerin, içmelerin eğlencelerin, gösterilerin yıllarca,
çağlarca anlatılması dahi az gelirdi…
-- devam edecek --
Kına Merasimi:
“Melikemiz, Hz. Süleyman ile izdivaç eylediler;
Kır gün kırk gece düğün şenliği ve eğlencesi sürdü, yarın;
Kudüs’e gelin gidiyor…” dedi ve
bizi gülistan bahçesinde akşam alemine davet etti…
alem ki ne alem!...
Her millet, her kabile kendi giysileriyle, kendi geleneklerince, gönüllerince eğlenirken;
Kına merasimi için ince, narin nedimelerin ,
Yüreğe işleyen şarkılarıyla allı, pullu duvaklı gelinin etrafında halka oluşturup salına, salına:
“……. Elini batır ane, bu gece koynunda yatır ane..”
Şarkı eşliyinde hazırlanan kınayı gelinin eline ayak tırnaklarına sürmeyle merasim devam ederken;
Çeşitli çiçek kokuları, kuş ve yaz böceklerinin aşkşka çağrı sesleriyle oralar bam başka bir alemdi…
Burada bu merasim devam ederken; diyed bir bölümde;
biri de:
Burak Atı,
Emir ayar ve
ufo arasında koşu yarışıydı…
Hayalim ben de katılayımdedi ve yaşmada birinci oldu
Devler diyarı:
Reis mujgur;emir verdi;bir kartalın peşine takılıp,
Kendimizi, yanan suyun,yani ateşin saklı olduğu
Devler Diyarında bulduk.
Dünyanın eksenini belirleyen güçlerin odaklandığı
Buradan çıkarılan yanıcı maviş su kanallarla dünyaya
dağıtılmakta…Bu kanallara el uzatmak ölümümü getirir;
borularda su yerine kan akar olur…
Birer çıkar kanalı olan bu şatolar arasında hem rekabet,
hem ortaklık vardır.. Bunlardan en etkili,yetkili, muhteşem olan;
beyaz granitten imal , her gün zemzem suyu ile yıkanır gibi bakımlı,
atomla korumalı uzsuz,bucaksız bir saray…
Diğer kanalların da bağlı olduğu, en büyük kanalla beslenen
beyaz şato saray…
Uzatmayalım: Şatolarda masalların unutulmazlarından olan devler yaşar;
Devlerin en büyüğü, haliyle, büyük şato sarayında yaşıyor…
Çarşı pazarlarını, batak hanelerini,insanların alınıp satıldığı arenaları gezdik dolaştık
Dönen dolaplara, ayak oyunlarına akıl erdiremedik..
Ateş Havzası :
Zebaniler bizi öyle bir yere bırakmışlardı ki;
Kafdağı’nın başka köşesi olan, yanan maviş suyun
saklı olduğu havzaya götürmüş olmasın mı!...
Bir tarafta oranın kadim,iç içe, boy boy insanları
diğer tarafta ne idiğü belli olmayan, kan içen yabani,
leşçi canavarlar…
Ecüc/ mecüc’lerin teşvik ve desteği ile saldırıyor…
Her taraf kan revan ve talan içinde…
Çoluk çocuk dört bir tarafa panik içinde göç dalgası…
Ölüm ve zulüm kol geziyor…insanlar can derdinde…
Dünya seyirciydi…
Orada insanlar, öldürülüyor;
dünyada insanlık ölüydü…
masalların iyi huylu, zorda, darda olanlara;
‘kılı kıla, teli tele çalıp ‘ yardım eden arabı nerede!!!…
-- Devam edecek --
Ateş Havzası :
Zebaniler bizi öyle bir yere bırakmışlardı ki;
Kafdağı’nın başka köşesi olan, yanan maviş suyun
saklı olduğu havzaya götürmüş olmasın mı!...
Bir tarafta oranın kadim,iç içe, boy boy insanları
diğer tarafta ne idiğü belli olmayan, kan içen yabani,
leşçi canavarlar…
Ecüc/ mecüc’lerin teşvik ve desteği ile saldırıyor…
Her taraf kan revan ve talan içinde…
Çoluk çocuk dört bir tarafa panik içinde göç dalgası…
Ölüm ve zulüm kol geziyor…insanlar can derdinde…
Dünya seyirciydi…
Orada insanlar, öldürülüyor;
dünyada insanlık ölüydü…
masalların iyi huylu, zorda, darda olanlara;
‘kılı kıla, teli tele çalıp ‘ yardım eden arabı nerede!!!…
Hayali aşkım Zül Şirin!
Hayali sevgilim;
Seni aramaktan ne bıkıp usandım, ne de yoruldum…
Çevrenin alışılmış kapalı yaşam çevresince dışlanmaya
katlanamayıp, kayıplara karışmış olduğunu duyunca;
hayalim ile aramaya çıkmıştık…
Yolda Periler düğün alayına karışmış olduk.
Bir dağı aşarken kayalıkların orada bir rüzgar fırtınası koptu ki…
Gelini, atıyla hortumlanıp, toz duman içinde, yuttu; düğün alayı da
ortalıkta yok olmuştu.
Oraya Gelin Kayası dendiğini, duymuştum. Gelenek gereği, dilekte
bulunmak için, ay doğumunu beklerken uyuya kalmışız..
Rüyada;
Peri kızı gelin, yanımıza geldi. Seni bulmamız için bize yardımcı olacağını
Söyleyip, önümüze düştü; ak bulutlarla, kara bulutlar arasında süzüle,
büzüle yol alırken, kendimizi, Kaf Dağında bulmuş olduk…
Güneşten ışın ışın ışıldayan kristal camdan bir saray
Rehberimiz peri kızı bu sarayın devler devinin sarayı
Olduğunu söyledi
Yaklaşınca muhafız devlerce yakalandık
‘in misiniz cin misiniz ne ararsınız deyip soğulandık.
Derdimizi yitiğimizi aramakta olduğumuzu söyledik
Peri kızını tanıdılar önümüze düşüp devler devinin sarayına götürdü
Ler. Cam basamaklardan yedi tırmandık.
Üç güzel peri kızı bizi karşıladılar
Devler Devi kapalı bir odada uyuyormuş
‘Aman sessiz olun ‘ dediler
Dediler ama bir homurtuyla Fatiş Fatma fadima insanoğlu kokusu ‘
demesin mi
Kızlar bize sus işareti yapıp ‘ kuş kanadıyla yılan göbeği ile kim gelebilir ki sen uyu ana ‘dediler Bize dönüp
‘Aradığınız burada yok görmedik duymadık ‘ dedikleri sırada Ana dedikleri devler devinin yine homurtuyla Fatiş Fatma Fadima insanoğlu kokusu buraları sardı deyince kızlar telaşlanıp aman Ana görmeden gidin sıvışın’
Dediler korkuyla Devler hele devler devi ana den insan etine bayılırmış
Oradaki maceradan sonra Belkıs Hatunun sarayındaydık.
Belkıs Hatunun Sultan Süleyman ile düğünü varmış…
o şenliği görüp yaşadık..
Oradan da unutulmaz aşk uğruna ömür ve can verenler diyarında nefes aldık…
Onların dünyalarını da görüp yaşadıktan sonra devler diyarına ve ateş havzasına…
Derken daha nice, nice iklimlerde, zamanlarda gezip dolaştık…
Daha da aramaya devam edebilirim… Usanmadım, yorulmadım,
ama sinin gözlerini yollarda koymamak, yormamak, için;
Masalımsı bir anlatımla, kendimi sana anlatmak istedim…
Zül Şirin’im, dinle;
Bir varmış, bir yokmuş; derler ki çok, çok eski zamanlarda;
Çocuğu olmayan bir kadıncağız varmış. O zamanlar, hastane, doktor…
olmadığından, memlekette ocak, hacı hoca bırakmamışlar, bir netice alamamışlar.
Her akşam olduğu gibi, bir akşam yine dualarla, dileklerle, adak vaadiyle yatmışlar.
Dileği tutmuş olacak ki; o ece, rüyasında , evlerinin içine ay doğmuş şavkıyla, evin içi
gündüz gibiymiş… ve o güzellikte bir oğlan çocuğu varmış… çocuk bacadan süzülen
ayın ışığıyla oynar, güreşir, yıkılır; güler, gülücüklerle evi şenlendirirmiş..
O sevinçle, o heyecanla uyanmış;
“Allah’ım böylesi bir çocuğum olursa…” deyip dilekte, adak vaadinde bulunmuş…
Gel zaman, git zaman derken; vakit erdikte; ayın şavkı güzelliğinde bir oğulcuğu
oluvermiş..
Doğduğundan itibaren, rüyasında gördüğü gibi ayın ışığıyla oynar, güreşir gibi
kucaklar güler, evin içinde sevinç kaynağıymış..
Günler haftalar geçtikçe yavrucağız daha da merak salmış aya güneşe.
Odasını değiştirmişler, çocukcağız ağlayıp, sızlamaya başlamış… dahası zayıflıyormuş…
Bakmışlar ki olacak gibi değil yavrucağız eriyip tükenecek…
Yine odasına almışlar; yavrucağız yine neşesine kavuşmuş…
İyi de öyle bir hal almış ki; geceleri ay, gündüzün güneş ışığıyla oynar, güler,…
başka oyuncaklara, yanına getirilen çocuklara bakmaz… varı yoğu ayın,
güneşin evin içine süzülen ışıklarıyla oynamakmış…
Bu da aylarca sürünce, anayı babayı bir endişedir almış.
Ne yapsınlar da çocuğu o alışkanlıktan vaz geçirsinlerdi…
Bu kez buna bir çare için baş vurmadıkları. Çocuğu götürmedikleri yer kalmamış..
hepsinde elleri boş dönerlermiş..
Yine birgün, dileklerle, dualarla, hayallerle yatmış… v e rüyasını görmüş;
Rüyasında ;” Hanı sen bir çocuğum olursa kesip kurban ederim, yeter ki bir ç
ocuğum olsun, demiştin ya… sen sözünde durmadın… ^
Kadıncağız bu kez, telaşla, heyecanla korkuyla uyanmış… çocuğun odasına koşmuş…
Çocuk mışıl, mışıl uyuyor, hem de gülücükler sunuyormuş..
Evin içinde yine ay ışığı varmış.. elini göğe açıp dualarda, yalvarılarda bulunmuş;
Şimdi ne yapsındı; sabaha dek uyuyamamışlar…
Zül Şirin’im, hayali sevgilim;
İşte, o ay, ay ışığı sensin.
Aya kurbanlık adanan o bahtsız çocuk benim…
Söyle, şimdi ne yapmalı!…