2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
170
Okunma

Bir yerden sonra, kapı sessizce kapanır. Dışarıda kalan ne varsa, gürültüler, beklentiler, o eski heyecanla kurulmuş hayaller hepsi bir duvarın ardına hapsolur. İnsan, kendi içinde bir oda inşa eder. Boş bir oda. Penceresi, artık dışarıyı görmek için değil, dışarıdakilerin içeriyi görmemesi için örtülüdür. Bu küsmek değildir , sadece yorgun bir geri çekiliştir. Çünkü mücadele, bir noktadan sonra kendi anlamını yemiş bitirmiştir. "Ne için?" sorusu, her sabah uyanışta, her gece yatışta, soluk alıp verişlerin arasına sızan bir gölgeye dönüşür. Ve insan soğur. İnsanlardan, onların karmaşık dünyalarından, sözlerinin altındaki anlamları çözmekten, yaralarını taşımaktan. Soğukluk bir zırh gibi sarar tenini. Ama bu zırhın içi buz gibi değil, sadece sessizdir. O sessizliği dolduran, bir kedi olur belki. Sıcak, yumuşak, beklentisiz. Patilerinin tıkırtısı, mırıltısının homurtusu, o boş odadaki tek canlı sestir. Bir hayvanın varlığı, insanın ıssızlığını gidermez, sadece o ıssızlığa eşlik eder. Çünkü o da susar, o da sadece orada olur. Bu, bir teselliden çok, bir teslimiyetin sessiz tanığıdır.
Kaygılar silinir. Eskiden dağlar kadar büyük görünen endişeler, şimdi uzaklardaki sisli tepeler gibi belirsiz ve önemsizdir. İşler, hedefler, "başarı" denen o cilalı put… Hepsi solgunlaşır. Amaçsızlık, bir boşluk değil, bir doluluk halidir aslında. "Ne yapmalıyım?" sorusunun yerini, "Ne olacaksa olsun." cümlesi alır. Bu bir vazgeçiş değil, kendini kurtarmak için sarıldığı son kıyıdır. Çünkü insanın en büyük hayali, tüm gücünü, ruhunu, zamanını ortaya koyup da olmadıysa, geriye kalan her şey birer gölge oyununa dönüşür.
Diğer hayaller? Onlar, o büyük, o merkezdeki hayalin dallarıdır sadece. Kök çürüdüyse, dalların yeşermesi neye yarar? Bir ev, bir yolculuk, bir başarı… Hepsi o tek ve ulaşılmaz hayalin gerçekleşmesiyle anlam kazanacak şeylerdir. O olmadıktan sonra, diğerlerinin olup olmaması, bir bardak suyun dolup boşalması kadar anlamsız gelir. Çünkü bazı insanların yaşamı, nefes alıp vermekten, yemek içmekten ibaret değildir. Onların kalbi, "mutlu etmek" için atar. Sevdiğini güldürmek, bir eli tutmak, bir yükü paylaşmak, bir başarıyı birlikte solumak… Mutluluk, onlar için tekil bir duygu değil, paylaşılan bir nefestir. O nefesi ortak alacak ciğer yoksa yanında, solunan hava zehre dönüşür.
İşte böyle bir insan, bir yerden sonra köşesine çekilir. Dünya gürültüsünü sürdürür dışarıda. Ama o, içindeki boş odada, penceresinin önünde, belki kedisini okşarken, belki sadece duvara bakarken oturur. "Ne olacaksa olsun." der. Bu, umutsuzluktan çok, kendini korumanın son biçimidir. Artık yaralanmak istemez. Artık beklemek istemez. Artık hayal kurmanın acısını taşıyamaz. Boş verişi onun kalkanı olur.
Kimse kötü değildir. Kimse doğuştan soğuk, küskün, kayıtsız değildir. Görünenin ardında, bilinmeyen savaşlar vardır. İnsan, yaşadıklarıyla yoğrulur. Bir kırılma anı, bir kayıp, bir terkediliş, bir umudun paramparça oluşu… Bu deneyimler, iyi ya da kötü değil, sadece var olan gerçeklerdir. Onlar, ruhu şekillendiren nehirlerdir. Kimi insanı sertleştirir, kimi inceltir, kimi de içine çektiği bir boşluğa hapseder. Yargılamak, o boşluğun derinliğini ölçememenin kolaycılığıdır.
Ve o insan, içindeki boş odada, sessizliği ve belki kedisini dinlerken aslında şunu haykırır dünyaya;
"Ben yaşadıklarımla varım. Ve şimdiki halim, verdiğim mücadelenin beni bıraktığı noktadır."
Bu bir son değil, belki de sadece arınmış bir duraklamadır , ta ki içerideki o boş oda, yeni bir anlamın sıcaklığını kaldıracak kadar sağlamlaşana dek.
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (5)