Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
TİLHABEŞLİ FİLOZOF
TİLHABEŞLİ FİLOZOF

Hakikatin Omurgası

Yorum

Hakikatin Omurgası

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

142

Okunma

Hakikatin Omurgası

Hakikatin Omurgası

Tevhide Sadakat, Zalimlere Kıyam

Bir toplumda, zalime karşı sessiz kalanların aslında zalimin yanında durduğunu bilmeyen kimse yoktur.
Fakat bunu bilmekle yaşamak arasında uçurumlar vardır.

İman iddiasındaki nice insan, zulüm karşısında dilsizleşir.
Konuşursa ekmeği kesilir diye korkar.
Haksızlığa direnirken yalnız kalırım diye titrer.
Mazlumun gözyaşından kaçarken kendi koltuğunun güvenliğini kutsallaştırır.
Ve kendince şöyle der:

“Ben karışmasam da olur. İçimden üzülmem yeter.”

Oysa içten üzülmek ateşi söndürmez.
İçten dua etmek bir çocuğun başındaki bombayı durdurmaz.
Gizli bir merhamet, meydandaki zulmü titretmez.

Hakikat; saklandığında güçsüzleşen bir ışıktır.
Karanlıkla mücadele yalnızca aydınlıkta yürünür.

Bir Mümin; hakkı bildiği halde susuyorsa, kendi ruhunu kemiren bir boşluk yaratır.
Bu boşluk zamanla genişler, kalbi içten çürütür.
Ve sonunda insan, kendi sessizliğine yenilmiş bir esir olur.

Sessizliğin bedeli budur:
Zulüm, bir toplumun üzerine çığ gibi çöker.
Çünkü kimse bağırmamıştır, kimse haykırmamıştır, kimse direnmemiştir.
Herkes korkmuş, herkes boyun eğmiş, herkes kendi kabuğuna saklanmıştır.

İşte Allah’ın müminlerden istediği bu değildir.

O, korkak bir ümmet değil, omurgalı bir topluluk ister.
Sustukça küçülen değil, konuştukça büyüyen insanlar ister.
Hakikat için ayağa kalkıldığında dünyayı sarsacak bir direniş ister.

Ve ayet bize şunu hatırlatır:

“Siz, insanları Allah’ın yoluna basiretle davet edin.”

Basiretle…
Yani bilerek, görerek, hakikati taşıyarak…
Bir Mümin, bilmediği yola çağırmaz; bilmediği sözü söylemez; bilmediği davayı yüklenmez.
Onu güvenilir kılan şey; söyledikleriyle yaşadıkları arasındaki uyumdur.

Hakikat, onun için yalnızca bir cümle değil, bir ahlaktır.
Ve bu ahlakın en temel şartı zulme sessiz kalmamaktır.

Basiret; yalnızca bilmek değil, görmektir.
Görmek ise yalnızca gözle değil; kalple, akılla ve vicdanla olur.

Bir Mümin basiret sahibiyse:

Hak ile batılı birbirinden ayırır.
Zalim ile mazlumu aynı kefeye koymaz.
Güçlüden değil, doğrudan yana durur.
Menfaatten değil, Hakk’ın hatırından beslenir.
Kitlelerin rüzgârına değil, Rabbin kelamına yaslanır.

Basiretle davet etmek, insanların önüne palavra atan bir hatip olmak değildir.
Etkileyici cümleler kurmak da değildir.
Gösterişli görünmek, süslü sözler söylemek hiç değildir.

Basiret; Allah’ın yolunu kendisi yürüyen birinin, başkalarına da o yolu göstermesidir.

Hakikati bilmeyen insan davet edemez.
Davet etse bilse bile güven veremez.
Çünkü davet güven işidir.

Şöyle düşün:

Bir doktor düşün; tıp bilmez, ama herkese tedavi önerir.
Kim inanır ona?

Aynı şekilde bir Mümin de, Allah’ın yolunu bilmeden o yola davet edemez.
Kendi nefsiyle savaşmadan başkasına sabrı öğretemez.
Kendi hevâsını dizginlemeden başkalarına takvayı anlatamaz.

Basiret, önce kendinde doğrulmak, sonra insanlara doğruluğu çağırmaktır.

Bir insanın daveti ne kadar sahicidir?
Bunu belirleyen şey sesinin gürlüğü değildir.
Sayısının çokluğu, alkışın büyüklüğü, kitlelerin ilgisi de değildir.

Sahicilik, insanın nefsine karşı kazandığı zaferde saklıdır.

Çünkü nefsiyle mücadele etmeyen biri:

– Adaletten söz açsa bile adil olamaz.
– Merhameti anlatsa bile merhametsizdir.
– Tevhidi öğretse bile kendi hayatı şirkin gölgesindedir.
– Zalimleri eleştirse bile kendi içinde küçük zulümler üretir.

Zulüm, yalnız tankların ve bombaların ardında olmaz.
Bazen bir bakışta, bazen bir kibirde, bazen bir menfaatte saklıdır.

Hakiki Mümin, dışarıdaki zalime karşı durmadan önce, kendi içindeki zalime karşı savaşır.

Nefsinin zincirlerini kırmadan insanlığa seslenen biri,
bir kölenin özgürlüğü anlatması gibi tutarsızdır.

Hak yolu önce içte başlar.
Sonra dışarı taşar.
Sonra söze dönüşür.
Sonra davete…

İşte sahici davetin kaynağı budur:
Kendi iç âlemini fetheden insanın, başkalarına da bir ufuk açması.

Bu çağrının gücü sözlerden değil, duruştan gelir.

Bazıları uzun konuşur, az yaşar.
Bazıları kısa konuşur, ama bir ömür boyu iz bırakır.

Davet; kâğıt üzerinde yazılı bir liste değildir.
O; yürürken, susarken, bakarken, direnirken, vazgeçmezken ortaya çıkan bir kimliktir.

Bir Müminin daveti:

Adaletli ticaretinde,
Hilesiz ilişkilerinde,
Mazlumun yanında duruşunda,
Zalime karşı korkusuzluğunda,
Yalnız kaldığında bile doğruyu savunmasında görünür.

İnsanlara en etkili davet, yaşayan bir ayet gibi olmaktır.

Bir Müminin yüzünde güven, sözünde doğruluk, yürüyüşünde vakar, susuşunda hikmet olmalıdır.
Çünkü davetin özü şahsiyettir.

Erol Kekeç/15.11.2025/Sancaktepe/İST

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Hakikatin omurgası Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Hakikatin omurgası yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Hakikatin Omurgası yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL