0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
82
Okunma
Sonra…
Birden sessizlik kalıyor bana, bomboş evin duvarları arasında.
Ne bir ses, ne bir nefes…
Sadece kendi kalp atışlarım duyuluyor, bir de içimde konuşmadan çığlık atan bir ben.
Sessizliğin içinde yankılanıyor sessizliğim.
Garip bir döngü bu — sustukça daha çok duyuluyorum içimde.
Bir yanım bağırmak istiyor hayata, diğer yanım sessiz kalmanın huzuruna sığınıyor.
Çünkü bazen sessizlik, söylenemeyen her şeyin en yüksek sesidir.
Camın önünde öylece duruyorum.
Dışarıda rüzgâr ağaçlara dokunuyor, uzaklardan geçen bir aracın sesi duyuluyor,
ama içimdeki sessizlik hepsini bastırıyor.
Zaman duruyor gibi…
Evin içinde ben, benliğimde bin parçaya ayrılmış bir ben var.
Düşünüyorum; insan aslında sessizlikte kendini daha net duyuyor.
Kalabalıklar içinde bile bazen yalnız,
sessizliğin ortasında ise bazen herkesle dolu hissediyor insan.
Belki de en derin konuşmalar, kelimelerle değil,
suskunlukla yapılıyor.
Ve ben işte o anlarda fark ediyorum:
Sessizlik, kaçtığım değil; sığındığım bir liman olmuş.
Her nefesimde biraz daha toparlıyor beni, biraz daha dinlendiriyor yüreğimi.
Konuşmasam da, anlatmasam da,
sessizliğim anlatıyor beni dünyaya.
Belki de insan, en çok sustuğunda büyür.
Çünkü sessizlik, kalbin aynasıdır.
O aynada ne rol kalır, ne maske… sadece gerçek benliğin görünür.
Ve bazen konuşarak değil, susarak anlarız;
kim olduğumuzu, neyi kaybettiğimizi ve neye gerçekten ihtiyacımız olduğunu.
Sessizlik… aslında içimizin dili, ruhumuzun sığınağıdır.