0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
195
Okunma

1.Eğitimde Çalınan Gelecek-Umudun Mezuniyeti
Çocukların gözleri parlak başlar hayata;
bir öğretmenin sesinde adaletin, bir annenin duasında geleceğin izini bulurlar.
Ama zamanla o parlak gözler solar, çünkü eğitim artık bir yükselme değil, bir yarış alanıdır.
Vicdanın değil, bağlantının kazandığı bir arenaya dönüşmüştür okul koridorları.
Bir zamanlar bilgi bir ışıkken, şimdi bir meta haline geldi.
Ders kitapları, ezberin duvarlarına hapsedilmiş; düşünce, sınav kodlarına indirgenmiş.
Bir çocuk, “Ben büyüyünce ne olacağım?” diye sorarken,
artık cevabı kendi yeteneğinde değil, babasının çevresinde arıyor.
Çünkü eğitim bir hak olmaktan çıkıp, bir imtiyaz haline geldi.
Oysa bir ülkenin geleceği, öğretmenlerinin yüreğinde başlar.
Ama biz öğretmeni açlığa, öğrenciyi umutsuzluğa, anne-babayı borca mahkûm ettik.
Sonra da “neden kimse inanmıyor geleceğe?” diye sorduk.
Belki de cevabı çok basit:
Çünkü çocuklar, umutla değil, haksızlıkla mezun oluyor.
Artık okul bahçelerinde oyun değil, kaygı sesleri var.
Bir sınav, bir kader çiziyor; bir test, bir hayat belirliyor.
Ve bu düzende en çalışkan olan değil, en şanslı olan kazanıyor.
Böyle bir sistemde başarı bir erdem değil, bir tesadüf haline gelir.
Ve tesadüflerin üzerine medeniyet kurulmaz.
Bir çocuk, “Ben de doktor olacağım” dediğinde,
belki gerçekten hayat kurtarmak istiyordur.
Ama biz o çocuğa diyoruz ki: “Önce sınav sistemini geç, sonra sistem seni yutsun.”
O çocuk artık bir meslek değil, bir mevki peşindedir.
Ve insanlık, böylece yavaşça eğitimin içinden çekilir.
Bir öğretmen bir kez daha içini çeker,
bir öğrenci bir kez daha “boşuna çalışıyorum” der…
Ve bir millet, kendi geleceğini fark etmeden sessizce mezun eder.
2. Ahlakta Çalınan Vicdan-Göğe Çekilen Değerler
Eskiden bir insanın sözü senetti.
Şimdi senet bile güven vermiyor.
“Güven” kelimesi, artık reklamlarda süs olarak kullanılıyor;
çünkü hayatın içinden çoktan çekilmiş durumda.
Ahlak, vitrinde sergilenen bir takı haline geldi.
İnsanlar dürüstlüğü anlatıyor ama yaşamıyor,
yardımı gösteriyor ama hissetmiyor,
merhameti övüyor ama uygulamıyor.
Kelimeler fazlalaştı, duygular azaldı.
Bir zamanlar “komşu hakkı” diye bir şey vardı.
Şimdi duvarların arkasında kim yaşar, kim ağlar bilmiyoruz.
Toplum, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesinin modern versiyonuna sığınmış:
“Bana dokunmuyorsa, sorun yoktur.”
İşte tam burada başlıyor çürüme.
Çünkü kötülük, sadece yapanla değil,
seyirci kalanla büyür.
Birisi haksızlık yaparken diğeri susar;
çünkü sessizlik artık en ucuz sigortadır bu çağda.
Kimse bedel ödemek istemiyor — o yüzden herkes sessiz.
Ama bil ki, vicdanını susturan insan,
bir gün kendi çocuklarının çığlıklarını da duyamaz.
Bugün bir haksızlığa göz yuman,
yarın o haksızlığın kurbanı olur.
Ve insanlık, sessizliğini korudukça yeryüzünde birer mezar taşı gibi durur.
Ahlakın kaybı, yavaş bir ölüm gibidir;
fark edilmez ama içten içe çürütür.
Bir gün bakarsın, dürüstlük bir aptallık gibi görünür,
yardımseverlik bir zayıflık sayılır,
ve “iyi olmak” artık modası geçmiş bir duygu olur.
İşte o gün, din göğe çekilir,
yeryüzünde sadece edebiyatı kalır.
3. Toplumda Çalınan Umut-Kalabalıklar İçinde Sessizlik
Bir ülkenin kalabalıkları arttıkça yalnızlığı da artıyor artık.
Çünkü insanlar birbirine dokunmadan geçiyor;
bir selamın yerini “görmezden gelme”,
bir tebessümün yerini “meşgulüm” aldı.
Toplum artık bir kalabalık, ama bir cemiyet değil.
İnsanlar aynı mekânda ama farklı dünyalarda yaşıyor.
Birinin acısı, diğerinin haberinde kayboluyor;
bir annenin feryadı, bir tweet kadar yankı buluyor.
Medya, insanın yüreğini uyuşturan bir morfin gibi çalışıyor.
Gerçek acılar, filtrelenmiş görüntülere dönüşüyor.
Bir çocuk enkaz altında ölürken,
birileri “izlenme oranı” hesaplıyor.
Ve biz, ekran başında kahvemizi yudumlarken,
insanlık bir piksel kadar küçülüyor.
Artık ağlamayı bile unuttuk.
Duyguların yerini “duyurular” aldı.
Birine yardım etmek yerine,
yardım ettiğimizi paylaşmayı öğrendik.
Yani iyilik bile gösteri malzemesi oldu.
Umutsuzluk, bu çağın görünmez virüsü.
Ve onu yayanlar, kötüler değil,
duygusuzlaşmış iyi insanlar.
Çünkü umut, sadece sözle değil, direnişle yaşar.
Ve biz artık direnmiyoruz — sadece rıza gösteriyoruz.
4. Geleceğin Sessiz Tanıkları-Uyanışa Çağrı
Bir gün gelecek,
çocuklarımız bizden hesap soracak:
“Niye sustunuz?”
“Niye izin verdiniz geleceğimizin çalınmasına?”
Ve biz o gün, cevap bulamayacağız.
Çünkü hırsızların değil, seyircilerin çoğaldığı bir çağdayız.
Artık kötülük, protesto edilmediği için değil, alışıldığı için güçlü.
Ama hâlâ geç değil.
Bir vicdan uyanışı, bir yürek hareketi,
bir “hayır!” deyişi, karanlığı yarabilir.
Bir anne, bir öğretmen, bir genç, bir kelime…
Hepsi, yeniden inşa için yeterli olabilir.
Unutma:
Bir kötülüğü durdurmak, bir medeniyeti yeniden başlatmaktır.
Ve her insan, sessiz kaldığı kadar suçludur.
Bu çağda en büyük cesaret,
susmamak değil — vicdanla konuşmaktır.
Çünkü geleceği çalanlara karşı atılan her kelime,
insanlığın yeniden doğuşunun işaretidir.
Erol Kekeç/07.11.2025/Sancaktepe/04.50/İst
5.0
100% (1)