0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
111
Okunma
Kur’ân’da dağların “yeri sarsmaması için sabitlendiği” yönündeki ayetler kimi zaman yanlış yorumlanarak “dağ olan yerde deprem olmaması gerekir” şeklinde algılanmıştır. Oysa hem Kur’ân’ın dilsel bağlamı hem de modern jeolojinin ortaya koyduğu izostatik denge ilkesi, bu ayetlerin yeryüzünün dinamik kararlılığını ve yaşanabilir düzenini ifade ettiğini göstermektedir. Kur’ân, evrenin düzeni ve yeryüzünün yapısı hakkında birçok ayetinde dikkat çekici ifadeler kullanır. Bunlardan bazıları, dağların “yeryüzünü sarsmaması için” yerleştirildiğini belirten şu ayetlerdir:
> “ Ve sizi sarmasın diye yeryüzüne denge sağlayıcılar, ırmaklar, yollar attı.”(Nahl, 16/15)
> “Ve onları sarsmasın diye yeryüzüne denge sağlayıcılar yaptık. Ve orada geniş yollar açtık.”(Enbiyâ, 21/31)
> “Gökleri görebildiğiniz direk olmadan yarattı. Ve sizi sarsar diye yere denge sağlayıcılar attı…”(Lokmân, 31/10)
Bu ayetlerde geçen “sarsmamak” ifadesi kimi zaman, “dağ olan yerlerde deprem olmamalı” şeklinde yüzeysel bir yoruma uğratılmıştır. Ancak hem Kur’ân’ın bağlamsal anlamı hem de yerbiliminin ortaya koyduğu gerçekler, ayetlerin çok daha derin bir anlam taşıdığını gösterir. Ayetlerde geçen “revâsiye” kelimesi, Arapça “r-s-w” kökünden gelir. Bu kökten türeyen kelimeler “sabitlemek, demir atmak, dengeye oturtmak” anlamlarını taşır. Nitekim aynı kökten türeyen “mürsâ” kelimesi, gemiyi dalgalar arasında sabitleyen demir (çapa) anlamına gelir. Dolayısıyla “revâsiye” ifadesi, dağların birer denge unsuru, sabitleyici kütle olarak yaratıldığını anlatır. Burada vurgulanan şey, mutlak hareketsizlik değil, dengeleyici bir sistemin varlığıdır. Kur’ân, dağların “kazıklar” gibi olduğunu da başka bir ayette belirtir:
> “Ve dağları da birer kazık?”(Nebe, 78/ 7)
Bu ifade, dağların yer kabuğuna “kök salan” yapısına dikkat çeker. Nitekim modern jeoloji, dağların yalnızca yüzeyde yükselen yapılar değil, derinlere uzanan yoğun köklere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu olgu, “izostatik denge” kavramıyla bilimsel olarak açıklanır. Yerkabuğu, “levhalar” (tektonik plakalar) halinde yapılandırılmıştır. Bu levhalar sürekli hareket hâlindedir kimi zaman birbirine yaklaşır, kimi zaman uzaklaşır. Çarpışma bölgelerinde büyük sıkışmalar meydana gelir ve bu sıkışmalar sonucunda dağ sıraları yükselir. Himalayalar, bu sürecin klasik bir örneğidir. Bu sistemde izostatik denge (isostasy) denilen bir prensip vardır.
Bu prensibe göre:
Dağların yüksek kısımlarının altında yoğun ve kalın kökler bulunur. Bu kökler, tıpkı suya bırakılan buzdağının su altındaki kısmı gibi, yer kabuğunun denge içinde kalmasını sağlar. Bu denge, kabuğun bir bölgede yükselip diğerinde alçalmasını önler. Yani dağlar, yeryüzünün ağırlık merkezlerini sabitleyen doğal kütlelerdir. Bu durum, Kur’ân’ın “sizi sarmasın diye yeryüzüne denge sağlayıcılar, ırmaklar, yollar attı.” ifadesiyle birebir örtüşmektedir. Depremler, yer kabuğundaki enerji birikiminin aniden boşalmasıyla meydana gelir. Bu enerji genellikle levha sınırlarında, yani dağların oluştuğu bölgelerde birikir. Bu yüzden, bir bölgede dağ olması depreme sebep değildir aksine o dağ, zaten geçmişteki deprem ve sıkışma süreçlerinin ürünüdür. Dağlar, yeryüzündeki denge sisteminin bir sonucudur. Depremler de bu denge sisteminin dinamik bir parçasıdır. Yani Allah’ın yarattığı sistemde, enerji birikir ve boşalır bu, yerkabuğunun dengeye ulaşma biçimidir. Kur’ân, dağların işlevini “yerin yaşanabilirliğini koruma” bağlamında anlatır. Bu, “hiç sarsılmama” değil, “yaşanabilir bir kararlılık” anlamındadır. Eğer dağlar olmasaydı:
- Kıtalar çok daha hızlı hareket eder, kara parçaları stabil kalmazdı.
- Atmosferik ve iklimsel denge de bozulurdu.
- Su döngüsü, rüzgâr akımları ve ekosistem dengesi farklılaşırdı.
Dolayısıyla dağların “sabitleyici” görevi yalnızca jeolojik değil, aynı zamanda ekolojik ve biyosferik bir anlam da taşır. Modern bilimle birlikte anlaşılıyor ki, Kur’ân’ın 7. yüzyılda dile getirdiği bu ifade, jeofiziksel gerçeklerle tamamen uyumludur. Ayetlerde geçen “temîde” (تَمِيدَ) fiili, “şiddetle sallanmak, dengesiz hâle gelmek, kararsızlaşmak” anlamına gelir. Bu kelime, yaşanmaz bir istikrarsızlığı ifade eder. Dolayısıyla Kur’ân’ın amacı, “deprem olmayacak” demek değil; “yeryüzü yaşamı sürdürebilecek şekilde dengeli kılındı” demektir.
Bu bağlamda:
Dağlar, yerkabuğunun izostatik dengesini sağlar. Bu da, dünyanın yaşanabilirliğini garanti altına alan bir sabitleme sistemidir. Kur’ân’daki “dağların yeri sarsmaması için yerleştirilmesi” ifadesi, modern jeolojiyle çelişmek bir yana, bilimin ulaştığı denge kavramıyla mükemmel bir uyum içindedir. Dağlar, yeryüzünün hem fiziksel hem ekolojik dengesini sağlayan doğal sabitleyicilerdir. Depremler ise bu dengenin dinamik bir parçasıdır, sistemin işlemesine hizmet eder. Kur’ân’ın ifadesi, insanın yaşadığı dünyanın dengeli, kararlı ve sürdürülebilir bir yapıda yaratıldığını bildiren ilahî bir işarettir.