Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
Hüzünlü peri
Hüzünlü peri

ALIRIM AYAĞIMIN ALTINA...

Yorum

ALIRIM AYAĞIMIN ALTINA...

7

Yorum

24

Beğeni

0,0

Puan

863

Okunma

ALIRIM AYAĞIMIN ALTINA...

ALIRIM AYAĞIMIN ALTINA...

“O zamanlar psikolog yoktu, ama annelerin bir bakışı bütün duygusal düğümleri çözerdi.”

Eskiden çocuk olmak başka bir disiplindi; bir nevi sokakta, komşunun gölgesinde, annenin bakışında yetişilen açık hava üniversitesiydi.
Bir çocuğun duygusuna teşhis koyulmazdı. Küsersen “Geçer birazdan,” üzülürsen “karnın aç ya, ondandır” denirdi.
Kendini yalnız hissedersen kucağa alınmazdın, eline bir bez tutuşturulurdu, bir iğne iplik : “ Hadi bir bez bebek dik, düşünmezsin o zaman derlerdi.”
Ve gerçekten düşünmezdin.
Bizim nesil, çimdiklenmiş, hafif tokatlanmış, ama duyguları bastırılmamış bir nesildi. Gülse de, ağlasa da, merhameti hep içimizde taşıdık. Yani çimdiklenmek önemli.. 😉

Midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip olunca “Yat, terle geçer” derlerdi.
Başın ağrıyorsa, “Çocukların başı mı ağrır” diye azar işitirdin birde.
Bugün olsa travma sayılacak şeyler, o zaman “terbiye” sayılırdı.
Ama işin garibi, o terbiye kalbinin ortasına işlerdi. İyiki işlenmiş.

Bizim annelerimizin ses tonu pedagojiden değil, içgüdüden gelirdi.
Yumuşak konuşmayı pek bilmezlerdi ama sevgiyi nasıl göstereceklerini iyi bilirlerdi.
Kızdıklarında bile gözlerinde bir merhamet olurdu,
çünkü bir annenin bağırışı bile sevgiden doğardı o yıllarda.

Evin duvarları, radyodan gelen türküyle, mutfaktan gelen soğan kokusuyla sıcacık olurdu.
Bir çocuk ders çalışırken iç çekerdi mesela; annesi hemen seslenirdi:
“Ne o, dünya mı battı da altında mı kaldın, git mutfaktaki patatesleri soy da kendine gel.”
O soyulan patatesle beraber akıl da, kalp de soyulurdu sanki.

Dantel örtüler kutsaldı.
Misafir odası yılın sadece bayram günleri açılırdı.
Bir çocuk yanlışlıkla odaya dalarsa “Ayağını silmeden girme” uyarısı gökten inen emir gibiydi.
Ve ne gariptir, o “ayağını sil” cümlesi aslında hayatın metaforuydu:
kirini dışarıda bırak, içeriye temiz gir. Hala misafir odamız aklımın odalarında sevgiyle duruyor.

Bir de “çimdikleme” denen evrensel ceza yöntemi vardı ki, ne Freud açıklayabilir, ne modern psikoloji. Bir kere o çimdikleme, vurmak değildi;
bir tür dokunsal farkındalık terapisi gibiydi.
Yani annen seni hem cezalandırır, hem tenine sevgisini işlerdi.
Acıyarak büyür, gülerek unuturdun.

O an fark edersin ki, hayatın öğretisi sert de olsa, sıcak da olsa… Hepsi karakterimizi şekillendirmiş. Küçük bir uyarı, hafif bir tokat, merhametle karışık bir öğüt… Hepsi, neyi nasıl yapacağını bilmeyen küçük bir kalbe derin bir iz bırakır. Ve biz, o izlerle büyürüz; dünyaya biraz daha hazır, biraz daha bilge, biraz daha sabırlı.

Şimdi düşünüyorum; bizim zamanımızda kurallar netti, sınırlar belliydi. Ama aynı zamanda özgürlük vardı. O özgürlük, küçük bir hatayı, bir ağlamayı, bir çığlığı, bir keyifsizliği taşımamızı sağlardı. Duygularımız hep bizimdi, ama hayatın ritmiyle harmanlanmıştı.

O yılların anneleri azarlayarak bile şefkat gösteriyordu.
“Alırım ayağımın altına” cümlesinin ardında,
“Sen benim canımsın, yanlış yola sapma” anlamı vardı.
Ama tabii o alt anlamı o yaşta kim anlasın?
Biz korkuyla karışık bir sevgiyle büyüdük.
Ne eksik hissettik, ne de fazlalık.

Sonra yıllar geçti.
O anneler yaşlandı, bazıları sustu, bazıları hâlâ “Aklını başına topla” diyor.
Ama her defasında aynı sıcaklıkla.
Ne yaparsak yapalım,
onların sesi hâlâ kulağımızda :
“Ve bugün bile o ruhla, git bakkaldan iki ekmek al, düşünmeyi bırak der.”
Hergün varlığına öğüdüne şükürler dualar ettiğim annem.

Bugün ne zaman moralim bozulsa, o sesi duyuyorum milyon kere şükürler olsun.
Modern dünyanın terapileri, kristal taşları, nefes egzersizleri yetmiyor.
Ama bir annenin elinden içilen çayın buharında
hâlâ iyileşmenin formülü gizli.

İşte bu yüzden, o zamanların çocukları, her şeye rağmen gülümsemeyi öğrenmiş bir nesildi. Her tokat, her uyarı, her çimdiklenme"ki en önemlisi "her göz kırpması birer hayat dersi olmuştu. Ve bugün, o zamanlara dönüp baktığımda, içimde kocaman bir minnettarlık var.


“O anneler bize sevgiyi bağırarak öğretti.
Ve hiçbir psikoloji kitabı, onların bir bakışı kadar tedavi edici olamadı.”


“Bazen hayat, bir annenin ‘Hadi şu camları sil’ demesi kadar sade bir şeydir.”

İyi ki o çocuklar bizdik. İyi ki..


Peri Feride ÖZBİLGE
03.11.3025

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Alırım ayağımın altına... Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Alırım ayağımın altına... yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ALIRIM AYAĞIMIN ALTINA... yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Sabitlendi
Entellektüel-41
Entellektüel-41, @entellektuel-41
3.11.2025 02:48:24
Değerli Feride Hanım,

O kadar naif bir başlık atmışsınız ki...Bu cümle üzerine sayfalar yazılabilir...yazılamayan yüzlercesi de caba...

Bu cümlenin altında aslında: "alırım sevgimin içine...yüreğimde bir güzel yoğururum...İçinde ne kin kalır ne de nefret...davranışlarında kalır sadece zarafet...
O yüzden;

“O zamanlar psikolog yoktu, ama annelerin bir bakışı bütün duygusal düğümleri çözerdi.” saptaması ne kadar isabetli bir önerme...

u günün ir çok ünlüsünün çarpıcı hayatını anlatmışsınız bir güzel... O günlerde büyüyenler yanlış eğitilmiş olsaydı günün markası olamazlardı...

Eğitimin tanımı çağlar boyu farklılık oluşturmuştur... Dün böyleydi...bu gün bir başka...

Akla gelen şu yalnızca... Acaba hangi devrin çocukları daha şanslıydı...
Söylemlerinizde müthiş bir saptama yapmışsınız:

"Eskiden çocuk olmak başka bir disiplindi; bir nevi sokakta, komşunun gölgesinde, annenin bakışında yetişilen açık hava üniversitesiydi."

Bu gerçek dünün çocuklarının bir şansı galiba... fakat buna rağmen duyguları hırpalanan...beklentileri bastırılan..."derdime deva ol" beklentilerine çok çarpıcı cevapların verildiği o dönemin de kendine has travmaları oldu...

Örneğin:
"Bir çocuğun duygusuna teşhis koyulmazdı. Küsersen “Geçer birazdan,” üzülürsen “Aç karnın, ondandır” denirdi.
Kendini yalnız hissedersen kucağa alınmazdın, eline bir bez tutuşturulurdu: “Git, masayı sil, düşünmezsin o zaman.”
Ve gerçekten düşünmezdin."
Böyle bir diyaloğda yanıtlanan soruların cevapları yaralara em olmaktan çok ırak elbette...

Fakat bu eksikliği telafi eden gizil bir güç var... Annelerin...babaların...komşuların...abi ve ablaların yürekleri sevgi ve özveri ile tıklım tıklım... Güven...değer verme...paylaşma fevkalade..

İşte işin sırrı:
"Bizim nesil, çimdiklenmiş, hafif tokatlanmış, ama duyguları bastırılmamış bir nesildi. Gülse de, ağlasa da, merhameti hep içimizde taşıdık."
Elbette..o kadar çok sevgi doluydu ki o devrin çocukları...Her irinin arkadaş olduğu bir yeşil ağacı vardı... Dost olduğu bir kuzusu...buzağısı vardı... Onlarla konuşur...sevgisini hüzünlerini onlarla paylaşırdı...

Hatırlarım kaz yavruları ile konuşan, onları farklı ir dille yanına çağıran...sıraya dizen... tek sıra halinde eve getiren kız arkadaşlarımız vardı...
...................................
"Midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip olunca “Yat, terle geçer” derlerdi.
Başın ağrıyorsa, “Çocukların başı mı ağrır” diye azar işitirdin.
Bugün olsa travma sayılacak şeyler, o zaman “terbiye” sayılırdı.
Ama işin garibi, o terbiye kalbinin ortasına işlerdi."

böylesi telkinler ve yönlendirmeler bilimsel olmasa da gerçekten bir terapiydi... Sakinleştiren...teskin eden...ikna eden...

Bu tür terapilerin de tedavi edici etkileri günümüzde inkar edilmemektedir... Hatta uzakdoğu ülkelerine gidenlerimiz bile var...

değerli şairim,
O kadar müthiş saptamalarınız var ki... Hem şaşırmakta hem de gıpta etmekteyim...

Kitaplara geçebilecek deneysel somut yaşanmışlıklar bunlar...

Bir zaman Freud, rüyaları satın alarak bilimsel çalışmalarına yön verirmiş...
Oysa bu döngüler fevkalade örnek laboratuvar tespitleri...hwm dem de hayatın içinden...

tespitlerinizden şu anlaşılmakta...Önemli olan davranışların şekli değil...yaklaşımlardaki samimiyet...sevgi...güven ve içtenlik
Nitekim:
"Bizim annelerimizin ses tonu pedagojiden değil, içgüdüden gelirdi.
Yumuşak konuşmayı pek bilmezlerdi ama sevgiyi nasıl göstereceklerini iyi bilirlerdi.
Kızdıklarında bile gözlerinde bir merhamet olurdu,
çünkü bir annenin bağırışı bile sevgiden doğardı o yıllarda."

Bu tespit çok çok önemli...Bir çocuk karakterinin şifresini izlere sunmakta...

"Ve ne gariptir, o “ayağını sil” cümlesi aslında hayatın metaforuydu:
kirini dışarıda bırak, içeriye temiz gir."

Bu duygu büyüklerimizin yüreğine yerleşmiş pak duyguların bir yansımasıydı belkide... Şekilci bir duruluktan öte ruhların...karakterlerin...mizaçların temizlik anlayışıydı sanrım...

saydığınız sözcükler...konu olarak dokunduğunuz yaşanmışlıklar çocukların nefesi...suyu ekmeği oldu.... temas ettiğiniz üzere o günün mantaliteleri böyle terbiye etmenin düsturu olmuştu...

Bu gerçek aşağıdaki bölümde aşikar bir gerçeği de haykırmakta...

"O an fark edersin ki, hayatın öğretisi sert de olsa, sıcak da olsa… hepsi karakterimizi şekillendirmiş. Küçük bir uyarı, hafif bir tokat, merhametle karışık bir öğüt… Hepsi, neyi nasıl yapacağını bilmeyen küçük bir kalbe derin bir iz bırakır. Ve biz, o izlerle büyürüz; dünyaya biraz daha hazır, biraz daha bilge, biraz daha sabırlı."
...................................

Değerli Feride Hanım,

Tüm tespitleriniz inci mercan...hangi bölümü değerlendireceğimi bilemedim...

Geçmişin çocuk terbiyesinin manifestosunu yazmışsınız adeta...

Her söyleme...her yaşanmışlığa canı gönülden imzamı atıyorum...

Yüreğiniz kaleminiz var olsun...

Kaleminizi gönülden alkışlıyor...tekrar tekrar tebrik ediyorum efendim...

Yine müsaadenizle kendi söylemlerinizle değerlendirmeme son vermek istiyorum...

.....................................

“O anneler bize sevgiyi bağırarak öğretti.
Ve hiçbir psikoloji kitabı, onların bir bakışı kadar tedavi edici olamadı.”

“Bazen hayat, bir annenin ‘Hadi sil camı geçer’ demesi kadar sade bir şeydir.”

İyi ki o çocuklar bizdik.

Sağlıklı güzel günler diliyorum efendim...
Fikri Kalem Hasan
Fikri Kalem Hasan, @fikrikalemhasan
4.11.2025 14:42:00
Peri Hanım;
yine çok hoş sıcacık bir yazı ile selamlamışsınız bizleri.
Kalbinizi paylaşmanın karşılığını sadece kocaman bir tebessüm ve o günleri hatırlayarak verebiliyorum üzgünüm.
Çok söz söylemeye hacet yok değerini azaltmayalım.
Sıcacık içten ve sanki o çocukmuşuz gibi heyecanla teşekkür ederiz.

Kaleminize yüreğinize sağlık Üstadem.

En derin ve içten saygılarım ile.

Fikri Kalem Hasan
Etkili Yorum
hayatigundogdu
hayatigundogdu, @hayatigundogdu
3.11.2025 07:54:36
Ne muhteşem bir yazı…
Her satırı, içimizi ısıtan bir çocukluk kokusu gibi.
O eski evlerin, annelerin, ayağını sil, diyen seslerin içinden süzülüp gelmiş bir yaşam dersi bu.
Hem nostaljik, hem öğretici, kelimeler adeta anne eliyle yazılmış gibi yumuşacık ama bir o kadar da güçlü.
"Alırım ayağımın altına" derken bile içinde sevgi taşıyan o kuşakların hikayesi bu metin.
Okurken hem güldürüyor hem düşündürüyor; çünkü hepimiz bir yerinde kendimizi buluyoruz.
Gerçekten de, hiçbir terapi bir annenin ses tonu kadar iyileştirici olamadı.
kaleminize, yüreğinize sağlık… 🍃🕊️
Etkili Yorum
Volkan70
Volkan70, @volkan70
3.11.2025 05:04:51
Yazınızı zevke okudum..
Eklemek istedim kendimce..
Mutfak kedisi idim annemin gözünde.. Okul dönüşü sonrası sessizce mutfağa girer, kaynayan tencerenin kapağını açar, yemeğin salçalı kısmıdan tahta kaşıkla aparttığım imam bayıldıyı ev ekmeğinin üzerine boylu boyunca yerleştirir, sokağa fırlardım top oynamaya.. tam bahçe kapısından çıkarken arkamdan atılan bir TERLİĞİN önce sesini duyar..sonrada sırtımın tam orta yerine inmesini hissederdim..Patt! annem hiç hedef şaşırmadı.. onca sene..hiç de acıtmamıştı.. alışmıştım..başıma gelmemişti mutfak terliği..Kara Kedim.. diye çağırması hala kulaklarımda..!
Babam da bana kızdığı zaman "Eşşek sıpası" derdi..
Ben de yanıt olarak "Teşekürler babam" dedim.. gülerdi..!!
KIZINCA;ne "Kara Kedim."..ne de "Eşşek sıpası" diye bağıran kaldı..
Çeyrek asır bana "Herif" diye çığıranla aynı çatı altında yaşadım..
Ona hiç GARI demedim..!
O da yok artık..
Geçmişi özleyerek geleceğimizi örselediğimi farkettim..!
Geçmişimi öldürdüm..sandım..
Ara sıra hortluyor..hem beni uyarıyor..korkutuyor..kendimi tanıtıyor.. hatalarımla barışmamı sağlıyor..bölüyor.. parçalıyor..öldüerecek..!!

Dostluk ve saygımla hep
VK




Volkan70 tarafından 3.11.2025 05:09:24 zamanında düzenlenmiştir.
Etkili Yorum
Celil ÇINKIR
Celil ÇINKIR, @celilcinkir
3.11.2025 04:07:35
R U S A M E R — Ruh Sağlığı Ayarı Merkezi
Yorum Makamı: Ser Feyzlizof Kalburabastî Efendi Hazretleri namı diğer Celil ÇINKIR
Şiir/Metin: “Alırım Ayağımın Altına”
Yazar: Peri Feride Özbilge
Mevzu: Eski terbiye, anne bakışının psikoterapiden güçlü olması, çimdikle büyüyen neslin manevî sağlamlığı

Bizim çocukluğumuzun psikologu annelerin kaşı idi zaten.
Kaş bir kalktı mı; Freud değil, Kabataş Lisesi’nin felsefe hocası susar.

“Travma” mı dedin?
Bizim travma dediğimiz şey, komşunun çocuğunun elindeki daha büyük dondurmaydı.

Duygu mu bozuldu?
Anne teşhisi nettir:

“Açsındır, al şuradan ekmek ban.”

Duygusal açlık → Çayı yarım şekerle iç
Varoluş krizi → Git bakkaldan iki ekmek al
Majör depresyon → Sobanın üstüne patates koydum, ye geçer
Kırılmış kalp → Sil camı, aklın başına gelir

Modern terapi bunu “Duygu düzenleme stratejisi” diye satar.
Bizim anneler bunu kuru bezle sehpa silerek öğretti.

Ve o meşhur ceza sistemi: çimdik
Psikoloji literatürüne geçse adı olurdu:

Dokunsal bilinçlendirme yöntemi
Bizde adı belliydi:
“Bak hâlâ mı konuşuyon?”

Ama içindeki sevgi…
O çimdik acır, annelik bağışlardı.
Bugün mindfulness diyorlar —
o zaman adını bilmezdik;
tepsiye dizilen kurabiyenin kokusuydu bizim farkındalığımız.

“Alırım ayağımın altına” derdi…
Biz bunu tehdit sandık,
Meğer anne şöyle diyormuş:

“Dünyadan korkma, ben varım.”

Misafir odasını bir görsen…
Bugünkü “duygusal sınırlar” sistemi gibi:
Girilmeyecek, dokunulmayacak, oturulmayacak —
ama varlığı huzur verecek.

Rahat konuşalım:
O anneler bağıra bağıra sevdi,
sessizce dua etti,
bir çayla terapi yaptı.

Bugün yetişkin olduk, nefes terapisi yapıyoruz…
Ama hâlâ şöyle bir cümle iyi geliyor:

“Hadi kalk, iki patates soy. Dünya batmadı.”

Kalburabastî Hülâsası:
Eski anneler çocuk büyütmedi;
insan mayaladı.

Psikoloji bilmediler ama
ruhu tamir etmeyi iyi bildiler.

Ve biz…
Onların çimdiklerinden değil,
merhametinden iz taşıyoruz.

Vesselam.
Halit Durucan
Halit Durucan, @halitdurucan
3.11.2025 00:57:29
Bu yazıyla birlikte çocukluğuma döndüm, anamı, babamı ve yitip giden büyüklerimi, yakınlarını hatırladım. Hepsinin sözleri gözleri yaptıkları gözüm önüne geldi sanki. Dşünüyorum da, annenin o sert sözü, babanın sert bakışı esasında bir eğitmenin hal lisanıydı. O terbiyeyle büyüyenler ile bu asrın terbiyesiyle yetişenleri karşılaştırmak bile abesle iştigal olur. Kutların Peri hocamı. Saygılar selamlar
Murat Meral
Murat Meral, @murat-meral
3.11.2025 00:40:42
Annemden en çok duyduğum sözlerden birisi Alırım ayağımın altına
Emeğine yüreğine sağlık Peri hanım tebrikler hayırlı geceler diliyorum efendim
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL