0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
114
Okunma

Kültürel, yazınsal, siyasal bir dönüşüme giren Osmanlı İmparatorluğu’nda, sözlü yazından yazılı kültüre dönüşümünün habercisi olan eserler XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkmaya başlar. Türk yazılı anlatısının batılı roman örneğine doğru ilerlerken yarattığı ilk metinlerden biri olan Muhayyelât adlı eser XVIII. yüzyılın sonlarında Giritli Ali Aziz Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Giritli Ali Aziz Efendi 1749 veya 1750 yılında Kandiye’de doğdu, 29 Ekim 1798 yılında Berlin’de öldü. Osmanlı Devleti’nin ilk daimi Prusya Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. Giritli Ali Aziz Efendi’ye ait mezar, Almanya’da resmi olarak yapılan ilk Türk Mezarlığı’dır.
XVIII. yüzyıl sonunda yazılan Muhayyelât Türk edebiyatında yazılı anlatının başlangıcındaki ilk eserdir. Muhayyelât bir yanıyla çeviri ve uyarlama bir yanıyla özgün bir eserdir. Hem anonimdir hem bir yazarın ürünüdür; hem masaldır hem gerçektir. Her kaynağın Muhayyelât’ı tanımlayış biçimi ayrıdır. Bir grup eseri masal edebiyatının bir örneği olarak görürken; başka bir grupsa masalla bağlarını kabul etmekle birlikte eserin özgün yanlarına işaret eder.
Muhayyelât, Muhayyelât-ı Ledünni-i İlahi Giridî Ali Aziz Efendi ya da Muhayyelât-ı Aziz Efendi adıyla birinci baskısı 1852 yılında İstanbul’da Darüt-Tıbaati’l-Ȃmire (Matbaa-Ȃmire) ve Takvim-i Vekayi Matbaası’nda yapılmıştır
Muhayyelât üzerine şimdiye kadar yapılmış en geniş ve en ayrıntılı çalışma, Andreas Tietze’ye aittir. Tietze, Avusturyalı Türkolog, Türk dili ve edebiyatı âlimi ve sözlükçüdür. “Aziz Efendi’s Muhayyelat” başlıklı Almanca makalesinde Tietze (1948), eserin Binbir Gece ve Binbir Gündüz Masallları’yla organik bağını açıkça ortaya koyar ve benzerlikleri, farklılıkları karşılaştırmalı olarak sergiler. Arap masallarıyla taşıdığı belirgin benzerliklere rağmen Muhayyelât’ı özgün bir eser olarak değerlendiren Tietze, bunu Aziz Efendi’nin eseri yazış- yaratış çizgisine göre açıklar. Yazarın Binbir Gece Masalları’ndan ve Binbir Gündüz Masallları’ndan kullandığı anlatıları kesin olarak bire bir belirleyen, Ferec Ba’de’ş-Şidde’den etkilenmelere ise değinen Tietze’ye göre, Aziz Efendi işe tercüman olarak başlamış, Binbir Gece’den bir masal çevirmiş, sonra Binbir Gündüz Masalları’ndan aktarmalar yapmış ve giderek kaynak öykülerini serbestçe kullanmaya başlamıştır; böylece ilk başlardaki çekingen çevirmen, bağımsız bir yazara dönüşmüştür. Tietze’ye göre Aziz Efendi sadece Binbir Gece ve Binbir Gündüz Masalları’ndan değil Türk halk masallarından da etkilenmiş; kaynaklarını kendi ilhamıyla birleştirmiştir.
Muhayyelât, yazılı Türk anlatısı için sadece ilk eser değil, aynı zamanda önemli bir başlangıç noktasıdır. 1211 (1796) yılında yazdığı eserini ancak elli küsur yıl sonra 1268 ‘de (1852-53) yayınlayabilen Aziz Efendi, bu haliyle bir başlangıcın olduğu kadar bir geçiş döneminin de ilk adımını atar. Aziz Efendi geleneği modernize ederek sözlü kültürü yazılı kültüre dönüştürmüş, Doğu edebiyatını Türk edebiyatıyla, geçmişi kendi çağıyla birleştirmiştir. Bazı kaynaklarda Muhayyelât, masal kitapları arasında sınıflandırılsa da hem anonim hem bireysel bir ürün, hem sözlü kültürün bir parçası hem yazılı kültürün bir eseri olarak, yani kendine özgü bir noktada ve ara eser olarak değerlendirilmektedir. Modern hikâyenin Tanzimat dönemiyle başladığı konusunda birleşen araştırmacılar, bu türün ilk yazarı ve eseri üzerinde farklı görüşler ifade ederler. Bu konu üzerinde çeşitli incelemeler yapan araştırmacılara göre Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât ‘ı (Duymaz, 2000: 64), Nâbizâde Nâzım’ın Karabibik’i (Lekesiz 2000: 19-20; İnci 2006: 34), Samipaşazâde Sezâi’nin Küçük Şeyler’i (Özgül 2000: 38), Emin Nihad’ın Müsâmeretnâme’si (Çağın 2006: 103) modern hikâyenin ilk örnekleri arasında sayılırlar. Bu eserlerden özellikle Muhayyelât, birçok akademisyen tarafından öne çıkarılmıştır. Bu öne çıkarılmaya ilişkin olarak modern hikâyenin ilk öncülerinden biri olduğu, olağanüstü masal unsurları taşımasına rağmen tahkiye tekniğinin sağlamlığı gibi özelliklerinden dolayı modern hikâyenin ilk örneği sayılmıştır
Yüzyıllardan beri devam eden anlatı geleneğimiz, modern döneme geçerken belli aşamalar geçirmiştir. Mehmet Kaplan hikâyemizin geçirdiği bu aşamaları ifade etmek için ‘soyuttan somuta’ doğru tabirini kullanır. Bu geçişi sağlayan eserlerin başında Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ı gelir. Bu eser ‘mensur’ bir hikâye kitabıdır. Bu eserle birlikte anlatı geleneğimizdeki soyuttan somuta doğru izlenen yol belirgin bir şekilde gözlemlenir. Eski dönemlerdeki hikâyelerimize baktığımızda araştırma ve incelemelerin fazla olmadığını görürüz. Eski hikâyeden yeni hikâyeye geçiş devrinin önemli kaynağı olan Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ı üzerine detaylı bir inceleme yapmış olan Recep Duymaz’ın Muhayyelât Üzerine Bir İnceleme adlı kitabı bu devri ve bu devirde verilen ürünleri anlamanın en önemli kaynaklarındandır.
Ali Aziz Efendi, Muhayyelât adlı eseriyle hayal ile gerçek arasındaki sınırın ne kadar kaygan olduğunu göstermeye çalıştığı çerçeve hikâye tekniğiyle yazılan eserindeki tercüme ve uyarlama kısımlar birçok değişiklikle telif hâle getirilmiştir. Agâh Sırrı Levent’in Arap, İran ve Hint kaynaklarından alınmış eserler arasında zikrettiği Muhayyelât, “Türk masal ve hikâye sahasında kendine has şekli ile olaylardaki değişiklik ve birinden diğerine geçişteki ustalık” la edebiyat tarihimizdeki yerini almıştır. Berna Moran, Muhayyelât’a başka bir açıdan bakar. Moran’a göre eserin gerçeklikten uzak ve modern bir eser sayılmasını, en azından modernizmin başlangıcı sayılmasını engelleyen boyutları, aslında onu Türk edebiyatında fantastik türün başlangıç eserlerinden biri yapmıştır. Yazar makalesinde fantastiğin tarifini ve özelliklerini de verdikten sonra, “ Aziz Efendi fantastiğin ‘olağan dışı’ türünü tercih eder” tespitini yapar. Buna göre cinler, periler, tılsım ve büyü, Muhayyelât’a olağan dışılığı getirip onu klasik Şark hikâyesi durumuna indirirken günlük hayatı anlatan ve realite duygusunu veren taraflarıyla da modern hikâyenin başlangıcı noktasına çıkarmaktadır. Olağanüstü unsurların modern bir yapının içinde sunulması ise eserin fantastik hikâye/ romanın öncüsü sayılmasına yol açmaktadır.
Muhayyelât bağımsız, masalsı üç hayalden oluşmaktadır. Özellikle ikinci hayalde bulunan tasavvufi simgelerle iç içe geçmiş olan “bütün olağanüstü niteliklerine rağmen, aktarılan maceraların masala oranla daha gerçekçi bir hava taşıması” özelliği ile de Muhayyelât, o dönemde fantastik türe en yakın duran eser olmuştur. Argunşah, Türk okuyucusunun onunla tekrar tanışmasının, Türkçede Roman adlı kitabında esere genişçe yer veren Mustafa Nihat Özön sayesinde olduğunu belirtmiştir. Eserin sadeleştirilmiş metni 1973 yılında Ahmet Kabaklı tarafından, tam ve sadeleştirilmemiş bir metni ise geniş bir inceleme ile birlikte Recep Duymaz tarafından yayımlanmıştır. Eserin fantastik tarafını ön plana çıkaran çevirisini Orhan Sakin ’in yaptığı yeni bir baskısı ise Bir Osmanlı Efendisinin Fantastik Hayalleri: Mühür adıyla yapılmıştır.
Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ından sonra Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi’si, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani’si ve Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’ yla ilk örneklerini veren Türk fantastiği, Nazlı Eray’ın eserleriyle yektin örneklerine kavuşur. Türk edebiyatında özellikle 1980 yılından sonra önem kazanan fantastik edebiyat ürünleri çoğalmaya başlar. Bu bağlamda 1980 sonrası Türk romanlarına baktığımızda büyülü gerçekçilik, postmodern, fantastik yazın alanına ait eserlerin daha fazla yazılmaya başlanması Berna Moran’ın “Başlangıçta Türk romanı fantastikten kurtulmak ve ‘olabilir olanı’ yansıtmak anlamında gerçekçi olmak istiyordu, ama 1980’den bu yana gerçekçilikten kaçıp fantastiği yakalamak istiyor.” tespitini doğrular niteliktedir.
1980 sonrası Türk romanında fantastik tarzda eserler veren yazarların başında Nazlı Eray, Sadık Yemni, Barış Müstecaplıoğlu, İhsan Oktay Anar gelir. Halk kültürü kaynaklarıyla da beslenen bu yazarlar eserlerinde yarattıkları düşsel dünyayla Türk Fantastik Roman tarihine büyük bir ivme kazandırırlar. Özellikle Nazlı Eray’ın Arzu Sapağında İnecek Var, Orphee, Yıldızlar Mektup Yazar, Ay Falcısı, Uyku İstasyonu, Deniz Kenarında Pazartesi, Yoldan Geçen Öyküler, İmparator Çay Bahçesi, Eski Gece Parçaları, Pasifik Günleri, Ȃşık Papağan Barı, Örümceğin Kitabı, ; Sadık Yemni’nin Muska, Öte Yer; Barış Müstecaplıoğlu’nun Perg Efsaneleri Serisi; Buket Uzuner’in Benim Adım Mayıs, Ayın En Çıplak Günü, Güneş Yiyen
Çingene, Karayel Hüznü; Ayla Kutlu’nun Mekruh Kadınlar Mezarlığı, Sen de Gitme Triyandafilis; İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası, Kitab’ül Hiyel, Efrasiyab’ın Hikâyeleri, Amat, Suskunkar, Yedinci Gün; Murathan Mungan’ın Üç Aynalı Kırk Oda; Leyla Erbil’in Cüce adlı eserleri fantastik anlatı türünün en dikkat çeken eserleridir. Nazlı Eray, eserlerinde düş ile gerçek arasında daha çok fantastik gerçekçiliğin gizemli ve düşsel dünyasını anlatır. Ay Falcısı (1992) romanını ilk Türk romancısı olma özelliğiyle Muhayyelât ‘ın yazarı Aziz Efendi’nin ruhuna ithaf eder.
Muhayyelât gerek kurgusal özellikleriyle, gerek masalsı olağanüstülüğü dile getirişiyle, Türk yazının modern romana geçiş sürecinde oldukça önemli bir yere sahiptir:
Türk romanı bir mirasın reddiyle başlar. Aziz Efendi’nin XVIII. yüzyıl sonlarında Muhayyelât ile son büyük örneklerinden birini vererek, üstelik türü modern romana taşıyacak birkaç ilmek de atarak kurguladığı anlatısında somutlaşan bir mirastır bu eser. Sözlü kültürle yazılı kültür arasında ilginç bir geçiş eseri olan Muhayyelât hem masal hem gerçek mekânda ve zamanda yaşanması özelliği ile fantastiğin birçok özelliğini kurgusunda barındırdığı açıkça görülmektedir. Hülya Argunşah derki; “Bu eser, Türk edebiyatı için henüz doğuş aşamasında olan Türk roman ve hikâyesinin başlangıcını oluşturmakta ve tam anlamıyla modernist olmasa da, modern eserin doğmasına zemin hazırlamaktadır.”
Eser, henüz romanla tanışmamış olan bir edebi çevrenin mahsulü olmakla beraber hikâyelerin bölümlenmesi açısından bir roman kurgusu izlenimi vermektedir. Üç hayal üzerine kurulu eserde her hayal bir şekilde diğer hayallerle bağlantı kurmakta ve böylece bir çerçeve hikâye oluşturabilmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse Muhayyelât iç içe geçmiş olaylar üzerine kurulu bir eser olarak meydana getirilmiştir. Üç hayal üç ayrı çerçeve olarak düşünülebilir. Çünkü hayaller birbirinden bağımsızdır. Metnin iç içe dizilişi yapısında her anlatının kendine özgü bir işleyişi ve amacı vardır. Muhayyelât’ta çerçeve anlatı içindeki alt anlatılar birbirinden bağımsız daireler oluştursa da bir yanlarıyla ya ana anlatıya ya da aynı çerçeve içindeki diğer anlatılara bağlanırlar. İç anlatıların çerçeve anlatılarla düşünsel bağı, her anlatının kendi içindeki işleyişi ve diğer iç anlatılarla organik bağı düşünüldüğünde, Muhayyelat’ın sadece çerçeve anlatı olarak değerlendirilemeyecek denli girift ve mantıklı bir yapı taşıdığı görülür. Bu, kendi devri için son derece modern ve başarılı bir kurgusal düzenleyiştir. Üç hayalin her biri birbirinden bağımsız da olsa hepsinde hem ana anlatılar hem de iç anlatılar bakımından ortaklıklar görülür. Bu ortaklıklardan en önemlisi, anlatılarda masal dünyasının kurallarının işlemesidir; cinler, ifritler, dervişler ve sihirli nesnelerin yanı sıra, olağanüstü güçlere sahip kişiler, bu dünyanın en önemli göstergeleridir. Anlatıların hepsinde ya bir şeyi aramak üzere (arayıcı kahraman) ya da kendi isteği dışında (kurban kahraman) evinden ayrılan bir başkişinin maceraları aktarılır. Ve anlatıların sonunda masal dünyasının adalet mekanizması işler; iyiler-zaten hak ettikleri-mutluluğa kavuşurlar, kötüler de cezalandırılırlar. Ancak masallardan farklı olarak Muhayyelât’ta özellikle ikinci Hayal’den itibaren belirginleşen mistik bir dünya görüşü ve tasavvufî bir hava vardır. Bu, anlatıların amacını ve diziliş düzenini de etkiler. Çerçeve anlatı tarzında yazar önce çekirdek hikâyeye başlar, daha sonra arasında bir bağ kurduğu iç hikâyeye geçer. Anlatımına başlanan iç hikâye aslında çekirdek hikâyeden “zaman, mekân, konu ve çoğunlukla şahıs kadrosu” itibarıyla farklıdır. Ancak yine iç hikâye çekirdek hikâyenin farklı bir üslupla yeniden tekrarıdır: Anlatı içine bir başka anlatı sokulurken, ilk anlatı, içerisine sokulduğu anlatıyı yansıtır. Anlatılan birinci öyküye koşut olarak metinde yer verilen ikinci metin ilk öyküyü yineler.Yeni metne sokulan bir başka metin, yeni metnin aynadaki bir yansısı olur bir bakıma.
Muhayyelât -ı Aziz Efendi, ilk bakışta eski hikâye geleneğini izleyen cinli perili sıradan bir masal kitabı görünümündedir. Ancak yazar Binbir Gece, Binbir Gündüz gibi kitaplardan parçalar alıp yeni hikâyeler yazmış, bağlantılar kurmuş, hikâyeleri birbirinin içine yerleştirmiş iskelet olarak kullandığı masalları tasavvufi öğelerle yeniden yapılandırmış ve yaşadığı döneme ve topluma ait yerel motiflerden, gerçek mekânlardan yararlanarak Modern Türk Edebiyatının habercisi olarak bir anlatı ortaya koymuştur. Doğulu ve Batılı geleneksel türlerle günümüz fantastik üstkurmacası arasında gidip gelen bu eserin geleneksel anlatı biçimlerinden ayrılıp çağdaş anlatılara yaklaşır. Diğer yandan bir geçiş dönemi eseri olarak Muhayyelât’ın modern Türk edebiyatının gelenekle bağını kurmaktaki rolü dikkat çekicidir
Eserin değerlendirilmesinde asıl miyar olan bu hayal gücünün yanı sıra, çok kuvvetli akıl, mantık, ahlak, din, dürüstlük, namusa ve iffete bağlılık telkinleri de ustalıkla verilmektedir. Bu ibretler hikâyenin akışı içinde eritilmektedir.
Günümüz romancısı, hayatın sıkıcı veya kabul edilmesi ve yaşanması zorunlu gerçeklerinden kaçmak, çocukluk yıllarındaki tecrübelerini aktarmak, geçmişte yaşanan olayları istemli veya istemsiz su yüzüne çıkarmak, eski oyunlara yeni yüzler ve kurgular vererek okuru eğlendirmek için masala, cin-peri hikâyelerine, büyüye kısacası Aziz Efendi’nin mirasına geri dönmüştür. Bu dönüş ülkemizde özellikle 2000 yılı sonrasında başlamış ve büyük bir etki alanı oluşturarak azımsanmayacak kadar çok okuru etkilemeyi başarmıştır. Günümüzden iki yüzyıl önce yazılan bu eseri okuduğunuzda her olay örgüsünün günümüz romanları ve fantastik sinema kurgularında kullanıldığını fark etmeniz hiç de zor olmayacaktır.
Aziz Efendi eserini Önsöz’de:
“İşte hikmetli kitap her ne kadar muhayyelât gibi görünüyorsa da, içe doğuş vâki olan saatlerde yeteri kadar okunursa, gönüldeki gamı dağıtma özelliği mutlaka görülecektir.”
diyerek değerlendiriliyor. Muhayyelât’ta, trajedide, üzücülükte, meraklandırma ve gerilimde asla aşırı gitmeyerek olaylar ve süsler tatlıya bağlanmaktadır.
Okuyana mutluluk ve huzur vermek Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ında başarılmış amaç olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki bu eser meraklı yeni bakışlara bir sevinç, ibret ve ilham kaynağı olmaya devam edecektir.
FATMA LEYLÂ DENİZ