2
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
230
Okunma

Gençlik;
hiçbir ideolojinin, hiçbir kutsallaştırılmış sloganın
kendisini yaşatmak için öne sürdüğü
bir harcanabilir malzeme değildir.
Onu cepheye sürenin aklıyla düşünmek,
onun dilinden konuşmak zorunda kalan bir kurbanlık sürüsü hiç değildir.
Tarihe baktığımızda, bu toprakların en gür bakan gözleri,
en taze düşleri, en diri nefesleri olan genç fidanlar,
karanlık hesapların ve görünmez ellerin avuçlarında
suskun birer kurban gibi kesilmiştir.
Kimisi zindanlarda çürüdü,
kimisi darağaçlarının gölgesinde son nefesini bıraktı,
kimisi ideallerinin ateşiyle yanıp kavrularak
kendine bile yabancı bir ölümü yaşadı.
Ve bütün bunların gerisinde,
hep aynı sisli odalarda oturan,
aynı masaları devirip aynı masaları yeniden kuran
karanlık akıllar vardı.
Ve nedense,
tarih boyunca her darbenin, her kırılmanın, her dönüşümün
yükü hep gençlerin sırtına yüklenmiştir.
Düşen onlar,
yürüyen onlar,
susturulan onlar,
yanan da yakılan da yine onlar.
Ve toplum,
kendi gençliğini heder ettiği her çağda,
kendi geleceğini körelmiş bir kibrit gibi söndürmüştür.
Bu kader değil.
Bu alışkanlık.
Yanlışın kutsallaştırılıp doğru yerine geçirilme alışkanlığı.
Toplumsal mutluluk, ferdî hazların üstünde duran
yüksek bir ufuktur;
ve bu ufka ancak
kendini değil, bütünü düşünenler yürütebilir yolu.
Gençlik, hayatın en bereketli mevsimidir.
Enerji, cesaret, hız, sezgi ve atılımın
henüz kirlenmediği, örselenmediği, paslanmadığı bir haldir.
Fakat her defasında,
dünün tortusunu bugün de sürdürmek isteyenler,
gençliğe komut vermeyi kendilerine hak görürler.
“Ben bilirim.”
“Sen anlamazsın.”
“Senin hayatın benim şekillendireceğim bir taslaktır.”
İşte felaketin kıvılcımı budur.
Genç insan,
kendisine dair kararlarda özne olmak ister;
çünkü hayatı yaşayacak olan odur.
Onu susturmak,
onu ikna etmeye değil boyun eğmeye zorlamak,
onu bir fikrin değil, bir buyruğun taşıyıcısı haline getirir.
Böylesi toplumlarda gençlik
özne değil, nesnedir.
Düşünmez, yürütülür.
Konuşmaz, tekrarlatılır.
Yaşamaz, kullanılır.
Gençliği “mayın tarlasında mayınların yerini keşfetmek için öne sürülen bir hayvan” gibi görmek,
kendimizi akıl sahibi bir medeniyetin değil,
kendi devamı için kendi evladını feda eden bir kabile zihniyetinin içine hapsetmektir.
Ve sonra şaşırıyoruz:
“Neden ilerlemiyoruz?”
“Neden parlak geleceğimiz kararıyor?”
Cevap çok basit:
Geleceği doğmadan boğuyoruz.
İşte buradan, bütün bu biriken nefesin ağırlığıyla sesleniyorum:
Ey yönetim hiyerarşisinin duvarları ardında saklananlar!
Ey masa başında kader çizen ama sahaya hiç inmemiş olanlar!
Ey koltuğunu kaybetme korkusunu milletin kaderinden daha büyük görenler!
Biz, sizin günü kurtarma hesaplarınız için
kendimizi feda etmeyeceğiz.
Bizim çocukluğumuzdan beri üzerimize giydirmek istediğiniz
rol takımları
sizin dünyanızın kostümleri olabilir,
ama bizim ruhumuzun değil.
Unutmayın:
Su akarken testi doldurulur.
Gençlik çağında sönen bir ateş,
bir daha asla alevlenmez.
Eğer bugün bizi tüketirseniz,
yarın siz de tükenmiş olursunuz.
Çünkü biz geleceğiz.
Biz son nefes değil, ilk nefesteyiz.
Ey postunun sıcaklığı ile şişen,
ağzı söz tutmayan, ama sesi tok çıkanlar!
Hayatlarımızı karartmayın.
Çünkü insan karardığında,
toplum kararır.
Toplum kararınca,
tarih kararır.
Biz bir sayı dizisinin son rakamları değil,
dizinin devam etme imkânıyız.
Görün bizi.
Duyun bizi.
Bizi özne yapın.
Yol açın.
Ve görün
darağacından değil
ufuktan yükselen gençliği.
11.09.2020
Erol Kekeç
5.0
100% (2)