0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
132
Okunma
Hayal Kırıklığının Başkenti: Son Nefeste Sadakat
Şehir, geceyi içine çekmişti.
Rüzgâr, eski sokaklarda geçmişin yankılarını sürüklüyordu.
Adam yavaş adımlarla yürüyordu;
her adımında yüreğinden bir parça daha düşüyordu kaldırımlara.
Bir zamanlar sevdiği kadının sesi hâlâ kulaklarındaydı.
“Sen bana kardeş gibisin,” demişti o gün,
ve bu cümle, adamın içini paramparça eden bir bıçak gibi kalmıştı belleğinde.
Kışın ortasında, umutlarını cebine sığdırıp bu şehirden gitmişti.
Ama nereye giderse gitsin, o sesi susturamamıştı.
“Sen bana kardeş gibisin...”
Her yankı, yüreğinde yeni bir yara açıyordu.
Kar hafif hafif yağmaya başlamıştı.
Adam, yolun sonunda bir park buldu.
Parkta bir bank, bankta bir sessizlik vardı.
Oturdu.
Ellerini cebine soktu, sigarasını çıkardı ama çakmağı yoktu.
Rüzgâr yüzüne çarptı, sigara ıslandı, nefesi buharla karıştı.
O an sessizce yanına bir köpek geldi.
Tüyleri ıslanmış, gözleri yorgundu.
Adam ona baktı, o da adama baktı —
ikisi de aynı yarayı taşıyordu aslında: yalnızlık.
Adam elini uzattı, köpek başını dizine koydu.
Bir süre sessizce öyle kaldılar.
Rüzgâr hüzünle uğuldadı, şehir sustu, sadece kar taneleri konuştu o an.
Adam yavaşça fısıldadı:
“Üşüme... ben buradayım.”
Köpek başını kaldırdı, adamın gözlerine baktı.
Bir süre birbirlerine öylece baktılar;
kelimeler değil, acılar konuştu aralarında.
Sonra adam başını gökyüzüne kaldırdı.
Bir yıldız kaydı.
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Elini köpeğin başına koydu, titreyen parmakları yavaşça durdu.
Bir nefes aldı… bir daha alamadı.
Köpek inledi.
Adamın göğsüne sokuldu, kalbini aradı.
Ama kalp çoktan susmuştu.
O anda kar daha da hızlandı,
şehir bembeyaz bir sessizliğe gömüldü.
Bir yıldız daha kaydı —
sanki Tanrı bile bu sadakate gözyaşı döktü.
Köpeğin gözünden bir damla yaş aktı.
Adamın yanağına düştü.
O an iki ruh birleşti.
Bir insanın son nefesiyle bir canın duası karıştı birbirine.
Sabah olduğunda bankın üstü karla kaplıydı.
Sadece iki iz kalmıştı:
biri insanın eli,
diğeri köpeğin pati izi.
Yan yana, birbirine dokunur haldeydiler.
Sanki Tanrı bile bu sadakate dokunmaya kıyamamıştı.
İsmail Gökkuş