1
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
200
Okunma
Eylüller Ah Eylüller…
Eylül, onun dünyasında hüzün demekti. Yedi yıldır her Eylül ayı geldiğinde ayrılık başlardı. Evini, köyünü, annesini, babasını kardeşlerini, arkadaşlarını sevdiklerini geride bırakır, köyünden yüz elli kilometre uzakta bulunan okuluna giderdi.
Sonbaharda sararıp dallarından birer birer kopan yapraklar gibi o da her Eylül ayı geldiğinde bu ayrılığı yaşardı. İlk ayrıldığında henüz on üç yaşındaydı. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, ortaokul ve liseyi de okuması için öğretmeni ve köyün imamının ısrarla tavsiye etmeleri neticesinde, babası onu da okutmaya karar vermişti. Bütün ağabeyleri gibi o da zekiydi, babası onun da okuyabileceğini biliyordu ancak imkanların kısıtlı olması nedeniyle biraz çekinceli duruyordu. Bir gün sohbet arasında öğretmen sormuş “Cuma ağabey, İsmail’i okumaya göndermiyor musun?” “Hocam okuyamaz o” deyince, “Sen onu gönder eğer okuyamaz da geri gelirse ne kadar masraf etmişsen ben sana geri ödeyeceğim” demişti. Babasının bu kararı vermesinde o konuşmanın da etkili olduğunu düşünürdü. Zira annesi zaman zaman bunu anlatırdı.
Hiç unutmadığı bir hadise, onu okula göndermek için babasının, çift sürdüğü öküzlerinden birini satıp okul masrafları için harcamasıydı. Okumak mühimdi. Liseyi bitirince devlet kademesinde görev alma imkânı vardı. Bu çileli, zor hayattan kurtulsun istiyordu babası.
Yedi yıldır Haziran ayında köye gelir, Eylül ayında giderdi.
Bu Eylül farklıydı…
Yedi yıldır gidip geleceği zaman belliydi. Bu gün ise omuzunda çantası, yüreğinde hayalleri, önünde uzayıp giden yollar vardı. Kendisini nelerin beklediğini bilmeden, yeni ufuklara doğru yol alıyordu.