0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
117
Okunma
MAHŞERİ ŞEHİRLERDE YALNIZ İNSANLIK
İnsan, birey olma sevdasıyla bireyselleşmiş, birbirinden kopmuş ve kendi başı derdine düşmüş durumda. Sanki ortalık Mahşer Günü… Herkesin birbirinden kaçtığı, uzaklaştığı, kendi derdinden, sıkıntısından başka kimseyi görmediği/göremediği günlerdeyiz… İnsanlar birbirinden habersiz, ilgisiz ve bilgisiz…
Kardeşin kardeşten, akrabanın birbirinden ve kapı bir komşunun yanında olup bitenden bir haberi yok… Yoksa dünyada Mahşeri mi yaşıyoruz ne… Kim bilir… Belki de kıyamet koptu da herkes kendi başının derdinde… Bu hal pandeminin ortaya çıkardığı bir durum değil… İnsanların birey olmakla bireyselliği birbirine karıştırmasının bir tezahürü… İnsan, insanlardan uzak, “ben” bencilliğinde yaşarken “biz”e bakmaya, “biz”i görmeye vakit bulamıyor… Biz, birlik demektir… Biz, ortaklık, iş birliği, paylaşma, bölüşme, el birliği, iş birliği, güç birliği demektir ve “biz”de birlikte karar verme prensibi vardır.
Son zamanların insan profiline baktığımızda insanlık kavramından uzak haliyle karşılaşıyoruz. Bütün insanları aynı kefeye koymak pek doğru olmamakla birlikte olumsuzluklar toplumu olumlu davranışlardan daha fazla etkiliyor. Dolayısıyla insan, kendinden kaynaklanan sorunları değil başkalarından kaynaklanan sorunları sorun olarak gördüğü için sorunlar yumağı ile yuvarlanıp gidiyor insanlık.
Cadde ve sokaklarda, evlerde, iş yerlerinde İnsanlar somurtkan, sıkıntılı ve üzgün tavırlarla koşuşturuyor… Herkes bir o yana bir bu yana akıp giderken, şehrin bir sokağında yaşlı bir insan kendi yalnızlığına yanıyor. Bir başkası, kendi köşesine çekilmiş başına gelmiş çaresiz bir hastalığın pençesinde tek başına boğuşuyor… Karşıdan karşıya geçerken bir aracın altında sürüklenen ve gençliğinin baharında terki diyar eden bir genç… Son model arabasının gazına basarken tozu dumana katan, başkalarına hava atma derdiyle mal mülk biriktiren, villaların, köşklerin balkonundan insanları tepeden süzen zenginlik hastaları… Yoksulluğunu belli etmemek için çırpınan ve kimseye el avuç açmayıp kendi yoksulluğu içinde boğuşan gururlu, öbür yanda yoksulluk görmemiş fakat yoksulluğun dibini yaşayıp ona buna el açan yüzsüz insanlar…
Sokaklar kirli, apartmanların pencerelerinden yansıyan parlak ışıklar gönüllerdeki karartıları örtemiyor. Şehir, parlak ışıklar altında yaşıyor yalnızlığını, farkındasızlığını, yoksulluğunu… Lüks hayat içinde yaşayan insanların yoksulluğu sırıtıyor yüzlerinden yeryüzüne… Yoksulluk yakamızdan akıyor da çevremizi kirletiyor… Çevre kirliliğinden şikâyet edip dururken bunun sebebinin “ben” çöplüğünde yaşadığının ve bu kirliliği etrafına yaydığının farkında bile olamıyor insan… Bu farkındasızlığın sebebi, kusuru başkalarında arama, başkalarının hatalarıyla meşgul olmakta ve bütün bunlarla meşguliyetten kendi “ben”inin esareti altında oluş yatmaktadır.
Kişi, kişilik kavramlarının anlamı karşısında birey ve bireysellik kelimelerinin olumsuzluğu bencilliği, negatif çağrışımı insanların gönüllerini kirlettiğini görüyoruz. Bunca olumsuzluk, bencillik, sadece kendini düşünme, benmerkezci anlayış yüzündendir. Ben anlayışı, insanları birbirinden uzaklaştırıyor. “Ben”lerin çatışması uzaklaştırıyor insanları birbirinden. Uzaktan birbirini gören insanların alacaklısını görmüş gibi yol değiştirmesi, görmezden gelmesi, selamlaşmaması toplumsal dağılmanın temelini oluşturuyor.
Savrulmuş gidiyor insanlar ve insanlık alıp başını gitmiş bir yerlere… Bu gidiş, insanların sonuna yaklaşmasıdır. İnsanlığın olmadığı yerde insanın varlığı ne ifade eder ki… İnsanları diğer canlılardan farklı, üstün kılan özelliği insanlığıdır. İnsanlığını kaybetmiş insan sadece bir canlıdır; hayvan ve bitkiler de birer canlıdır. Bir kısım insanların insan olmaktan uzak diğer canlılarla eşit olma arzuları karşısında söylenecek bir sözümüz yok. İnsanlık yoksa insan olmak hiçbir şey değildir. Bu sonuç kıyametin başlangıcıdır ki, insanlar bu hengâmede kendi başının çaresine düşmüştür ve Mahşer Meydanındaymış gibi gözü başkasını görememektedir.
11.06.2021