0
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
243
Okunma

B/ölücü bir gücün himayesindeyim: sersemlediğime kani bir yanılgı mı yoksa sırtlandığım ve kaygılarımı uyutmakla mükellefim.
Horon tepen yalnızlığın dip boyasıyım ve sözcüklerin de yüz karası: keşke sanrısız bir mecra olsaydım ve de ölümün iz düşümü lakin yaşadığıma bile emin değilim ne de olsa tutacaklarım el yakıyor tıpkı şiirler gibi yalnızım ve ölümlü olmaya aday ve işte nöbet başındayım ne de olsa ben emir kiplerinin emir eriyim.
Ne uzuyorum.
Kısaldığım da şüphe götürür.
D/okunaklı bir el yazısı olmayı da reddediyorum ve akan mürekkebi içime çekiyorum. Unutulmuşluğun pimi çekildi çekilecek ve üstlendiğim görevleri bir bir ifa ediyorum.
Kanaviçe desenlerinde yokluğun bir sır küpü isem.
Haraç mezat duyguların da aksinde yanıp sönen bir ışık isem.
İmleci olmayan bir sayfayım belki de ve elbette yanılgı yüklü yoksa anıldığım da mı bir yalan ve sanrılar cumhuriyetinde muadili olmayan bir kaygının da tepe noktasıyım.
İhya edilesi gökyüzünde mercek; defolu aşkla mezarlığında bir ölçek ve işte başlıyor o ritim yeniden ve kayıp notaların eşkalini çiziyorum.
İzafi bir tanrı olmayı reddeden kuş bakışı bir ölüyüm ya da sanrıların tutanağında bir algı ve cazibe merkezi. Kuş tüyü düşler meclisinde uçuşan hatıralar ve balta girmemiş şiirler defterinde bir dize olmaya meylediyorum ne de olsa satırların d/okunulmazlığı var ve elde etmek değil el vermek benimki.
Kuruvasan t/adında aşkın ölücü imleri ve bir bardak çayın yanında nasıl da iyi gider iyi de gideri olmayan bir duygudan ne beklenir ki ya da algıları çalışmayan bir radar sistemi gibi sadece kendine odaklı bir canlı müsveddesi.
Ölümsüzlük sarkacında gidip gelen dokunaklı heceler ve kuvvetim tükenirken hala merkezindeyim şiirin aslında şiir olmayı da reddediyorum ve gün yüzü görmeyen kabusların verdiği her molada düşler g/örüyorum elbette alçalmadığım kadar da yükseğe çıkmıyorum ve sözcükleri tayin ediyorum.
Halay çeken cümlelerden alamazken başımı ve otağı kırdığım bir er meydanı aşkın da rahmetine bandığım duyguların katıksız ıstırabıyım ve ölümcül bir düş gibi rahminde fink atıyor evrenin elbette cenin pozisyonunda yarım kalmış hayaller var evrim geçiren belki de geçimsiz addedilen bir düş kupürüyüm mimlendiğine mi yansın imlediğini mi unutsun?
Ait olduğum ne ki?
Bir alametifarika tüm çizelgede yanıp sönen ışıklar var ve duygular illa ki beklemede…
Elemin tükürüğü.
Aşkın asası.
Acının yaması.
Ayrıcalıklı bir ölü olmak iyidir hani kendini buğday ambarında sanan bir saman yığını olmaktan ve beynimin hücreleri tıkıldığı hapishanede biliyor ki çarptırıldığı hücre hapsi aslında muadili olduğu bir beyin fırtınasından ibaret. Yapılan ölçümlerde eksilmiyorum bilakis çoğalıyorum ve rahmetine şükredip ölümün hayatı da yok sayıyorum yaşadığıma dair bir kanıt var ya da yok lakin izini sürdüğüm deliller beni hep aynı sonuca ulaştırıyor.
Kalıplaşmış sözcüklerden çaldığım imla hataları ile besleniyorum ve yangında ilk olarak h/içliğimi kurtarıyorum ne de olsa her manifesto yarına gebe ve her yarın dünden alacaklı: ya, anda saklı olanlar?
Kurşun döktüğüm satırlar.
Hayır, hayır, kurşunlanan iç sesim.
Elbette bir yanılgıyım ben hem de üstüme alındığım doğrular beni yanlışlardan eden aslında yanlışların götürdüğü doğrularda çetrefilli bir şıkkım ben hem de hiç olmadığı kadar şık ve gösterişli.
Münferit kaygıların da çok uzağında ve seyrüseferinden gök kubbenin verilmiş bir sözüm ben belki de unutulmuş bir yemin ne de olsa yeis yüklü ayrıcalığımla sözlendiğim közün de özüne serilmiş bir alev.
Işıldayan gözlerime yansıyan ve unutulduğuma binaen ve iç sesim kıvranırken:
‘’Ümitsiz geçen her günden alacaklıyım.’’
Kumpanyası ölümcül dizelerin aslında kampanyasıyım da hayatın: çok ye az yaşa ya da tam tersi:
‘’Sevdiğin kadar mutsuzsun.’’
Yoksa tam tersi miydi?
Ölümcül diyezler ve unutulmuş bir diyafram sancılı nefeslerin bozguna uğrattığı bir hava boşluğu ve sitemlerin freni bozuk ve gaza bastıkça yükselen nidalar var göğün konuşlandığı bir dağ tepesi gibi ve işte zirvede o burun ne de olsa Kaf dağının esareti dumanlardan dolayı da göz gözü görmezken.
Lakin ben göz göze geliyorum ne de olsa ufkumda dalgalar oynaşıyor ve satırların vebali de boynuma.
İçime çektiğim devasa bir rahmet aşkın azgın dalgalara teslimiyeti nerede ise şafak sökecek ve arpacı kumrusu gibi düşünüyorum ve titreyen ellerime dokunan ılık bir nefes oysaki yalnız olduğuma nasıl da eminim ne de olsa kulvarında yekten yenilginin ta kendisiyim ve de yoktan var eden yüce Yaratıcının koruduğu aciz bir gölge ve ferine aşığım göğün aslında içimdeki çimen yeşili gözleri kalp gözümden kaçmayan bir g/örüntü belki de el yordamı gördüğüm, sezdiğim.
Ufkuma sahip çıkan her hayal.
Aşkına sadık bir ferman.
Sözcüklerin baltaladığı sessizlik ya da atanmış kayyuma itiraz eden şiirler ve defolu düşler mezarlığında ket vurulan gerçekler ne de olsa hayallerin ihbar ettiği bir mevzu, yarından gözlerini kaçıramayan lakin düne kilitlenmiş bir seferi bulut gibi uçuştuğum da su götürmez bir gerçek.
Afakanlar basan bir kumanya.
Sözcüklerin delaleti elbet şık ve seçkin duygular oysaki birer örüntüden ibaret hayaller ve de yanılgılar.
İç sesim bombalanıyor ne de olsa ben bir düş kaçkınıyım.
Sözcükler teğet geçiyor bıçkın ve de hırçın duyguları.
Tek göz odaların ihbar ettiği bir gökdelen gibi ve mevsime dokunan bir rüzgar aslında çatı katı akan bir hikaye gibi elbette zemini nemli ve anlatıcı ölü.
Kayıp ruhlardan kaçıp da sığındığım bir mağara ve gözlerimde uçuşan hayaller sözcüklerin esiri belki de hayatın sefiri.
Gövdemde çizikler.
Dolunayı beklediğim ve rubailer baş ucumda bir şiir olmaktansa ölü bir bedeni yeğ tutandan da farklı çünkü öznem şiir benim; yüklemim ise ölüm ve sevdam ölümsüz aslında farazi bir yükümlülük ve evet, cebelleştiğim iç sesimle de doğru orantılı dıştan hücum eden gürültü ve fısıltılar.
Bir edimde saklıyım madem.
Reşit bir veda ise gizlendiğim.
Ve kürediğim nice su doku.
Gaipten gelen görüntüler kadar da sahici.
Haznemde rahmet; yankımda asalet.
Ölümcül bir yeti ve yakını göremezken uzakları bildiğim aslında uzaklara yakın; yakınlara mesafeli.
Bir dürtü mahallinde celp eden sorumlu bir tutanak ve başımı eğiyorum o soruyu duyduğumda:
Cevabını bilip bilmediğim ise tartışılır.
Yankısı dünün yarına uzak ve anda saklı görüntü sadece tuzak bir soru ve başımı öne eğiyorum:
Ölüm mademki bu kadar korkutucu…
Ötenazi yapılmasını nasıl ki talep edemiyorum…
Ve ıssızlığıma ses olan o kurtarıcı.
Kanunun kestiği parmak acımıyor madem yine de kem küm ediyorum lakin sonunda itiraf ediyorum da:
‘’Evet, suçluyum.’’
Suçumun ne olduğu tartışılır yine de ses etmiyor karşımdaki ve yeniden soruyor:
‘’Başka söyleyeceğin bir şey var mı, kızım?’’
Muhatabım kaderse neden kederliyim ve işaret ediyorum usulca lakin görebileceklerinden asla emin değilim.
Kuytuda unutulmuşluğun verdiği c/esaret ile şiddetle bastırıp dış sesi iç sesimi çığlığa dönüştürüyorum:
‘’Suçum kadın olmak.’’
Bir düşün ortasındayım ya da ölümün kıyısında ve pimimi çekip çekmemek konusunda kararsız iken Tanrı dürtüyor birileri sırtımı.
Sessizliğin meali mademki acı çekmek ve b/astırdığım iç sesim yeniden yankılanıyor üstelik ölümü ve yokluğu asla kale almadığım.
Hala başım dik ve hala yaşarken ve de yaşatabilirken içindeki çocuğu üstelik bir çocuğun bir de çocuk doğurması kabul edilebilirken varsın birileri de hayallerimi kabul etsin üstelik sırtımı yasladığım sadece İlahi Adalet ve umut haricinde sığındığım kadar da sınandığıma vakıf.
5.0
100% (3)