Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Dramatik Buluntular
Dramatik Buluntular

ISSIZLIĞIN KÖKENİNE YOLCULUK

Yorum

ISSIZLIĞIN KÖKENİNE YOLCULUK

( 7 kişi )

9

Yorum

22

Beğeni

5,0

Puan

875

Okunma

Okuduğunuz yazı 18.10.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
ISSIZLIĞIN KÖKENİNE YOLCULUK

ISSIZLIĞIN KÖKENİNE YOLCULUK


(Buz Çölü romanından bir bölüm...)

(Şule Çet anısına ve Rojin Kabaiş’e...)


Üstü açık balkonda, kapağı kaldırınca ortası mangal olabilen büyükçe bir masa vardı, kim tasarlamışsa iyi iş çıkarmış. Beste’nin, yani büyük kızımın oturduğu bu garip bir artı bir dubleks ev bana hem huzur hem de korku veriyordu. Huzur vermesinin nedeni Ezgi’nin hatıralarının ona yansımasıydı. Onda ikisini seviyordum. Korkumun nedeniyse evin on ikinci ve son katta oluşuydu. Hayatım boyunca kaldığım evler ikinci kattan yukarıda olmadı hiç. Asla yenemediğim yükseklik korkum yüzünden yüksek katlı evlerde hiç kalmadım. Bu iki duygu; huzur ve yükseklik korkusu gelip aramıza oturdu. Onlara uslu durmalarını, didişmemelerini söyledim. Şimdilik her şey yolundaydı. Bu balkondan İstanbul’un milyonlarca ışığını izliyorduk, milyonlarca yalnızlıklarını, milyonlarca vedayı, kavuşmayı, milyonlarca yabancılıklarını.


Kızım ve onun arkadaşı Selin mangalı hazırlamışlardı. Etten bir parçayı kesip ağzıma atacağım sırada sayın martı yukarıdan ıslak cümlelerini bıraktı tam da etin üzerine. Son anda kurtarmıştım ağzımı etten. İkisi de kahkahalarla gülmüşlerdi bana. Sayın martının götünden düşen ürünler baya suluydu. Bir şey mi anlatmak istemişti bana, bilmiyorum. Onun da aç olduğunu düşünüp masaya davet ettim, böyle sulu şakalar yapmasına gerek yoktu. Sanırım anlamadı beni, ellerimle yanımıza gelmesini işaret ettim. Gelmedi, yukarıda saçakta bekleyip bizi izliyordu. İnsanlara güvenmiyordu. İnsan kavramına sinen vahşiliğin farkındaydı.


Sonra hiç olmadık yerlerde bana küçük sürprizler yapmayı seven boşluk, yılan gibi kıvrılıp yanıma oturdu. Ezgi’yi hatırlamanın acısını da getirmişti yanında. Yine Vangelis’in “Rachel’s Song” şarkısındaki o ruh haline esir düştüm. Son zamanlarda sık sık yaşadığım bu esaret… Ezgi ve babam… İki zamansız vedalar uzmanı… Birbirlerini tamamlıyorlardı. Bu yüksek binalar, düşük duygular arasında bir daha asla dönmeyecek olanın çok katlı dökülüşüydü… Mideme aniden giren kramp, bulantı, zehirlenme hissi ve keder. Hepsi aynı anda saldırıya geçmişti.

“İyi misin baba?” diyerek yanıma sokuldu Beste.
Biraz uzanmak istediğimi söyledim ona.
“Tamam, babacım geç içeri uzan istersen.”


Mutfak, salon ve yatak odası gibi, bir evin bütün görevlerini üstlenen bu geniş alanda, boşluk hissi ve sonradan aramıza katılan büyülü yalnızlık göğsümdeki yerini almışlardı. Göğsüm onların görev yeriydi. Hiç terk etmiyorlardı orayı. Şu elli üç yıllık yaşantımda bu güne kadar karşılaştığım bütün kötülüklerle ve acı verici duygularla baş etmeyi hemen hemen başarmıştım. Bu konuda soyut reflekslerim oldukça gelişmişti. Ama yarım kalmış öykülerin hüznünü tenime mum gibi damlatan; küçük kızım Ezgi (Yirmi iki yaşındaydı) ve babamın sonsuz vedalarıyla baş edemiyordum. Yalpalayıp duruyordum gittiğim her yerde. Rüyalarımda bile. Rüyalarımda bile.


“Ezgi’yi düşündüğünü biliyorum baba.” diyerek yanıma uzandı Beste.
Selin ve sayın martı gitmişti, baş başa kalmıştık. Her şey daha da derinleşti. Sarıldım ona sımsıkı, Ezgi’ye borçlu olduğum bütün sarılmaları da ekleyerek. İstanbul’u sevmiyordum, hiç sevmeyecektim. Ankara’yı, İzmir’i de sevmiyordum artık. Kalabalıkları olan ama anlamları olmayan yerlerden uzak yaşamayı seçmiştim. Kafka’nın dediği gibi: “Huzur mu istiyorsun, az eşya, az insan!” Hiçbir sıra dışı özelliği olmayan, büyük cümleler kurmayan insanların arasında, küçük öykülerin içinde zıplayıp duran bir figür olmakla içimdeki çöl fırtınasını durdurmayı umuyordum. O umudum bazen yara alsa da hâlâ devam ediyor… Belki de zamana ihtiyaç vardır. Biraz daha yaşlanmaya, yaşlandıkça yaşlanmaktan kaynaklı hastalıklar ve bazı fiziki acılar durdurabilirdi bu dinmek bilmeyen çöl fırtınasını… Durdurabilir miydi?


Beste, yüzündeki dağınık hüznü silerek, yerine kontrolü öfkesini koydu: “Onun katili… Öldü, hiç olmazsa ruhumuzdaki acı biraz dinmiş oldu baba. Yani hiçbir zaman gerçek anlamda dinmeyecek tabii ama bu dünyada yaşamayı hak etmeyen biriydi o aşağılık katil… Adalet ona dokunamadı… Ölüm dokundu… Ölüm alçak ama hiç olmazsa mutsuzluğun tarihçesini yazan ülkelerin adaletinden daha adaletli.”


Beste’nin öfkesi ilk zamanlara göre daha düzenliydi artık.
Onun kadar dayanıklı olamamıştım. Ağzımdan kelimeler ıslak dumanlarla çıkıyordu: “Bazen adaleti sağlamak acı çeken insanların kendilerine düşer. Bundan kaçamazsın. Bir babayı kızıyla sınamak yeryüzündeki kötülüğün en adice yöntemidir. Sonuçları da o kadar korkunç olur. Bu ülkede adalet, altı harfli şişman bir kelimeden ibaret. Köşe başlarını kapanlar o şişman kelimeyi kemirip dururlar. Kemirildikçe daha da şişmanlar. Diş izleriyle doludur adalet kavramı. Orada onurluca yürümek isteyenler çukurlaşmış karanlık izlere takılıp düşerler. Sistem düşenlerin çığlıklarıyla beslenir. Çünkü iktidar denen tedavisi olmayan hastalıklı bir şey var karşımızda. Devletler, dünyanın bütün devletleri katildir. Takvimler ağzına kadar dolu tasarlanmış ölümler ve katliamlarla. Bütün toplumsal cinayetlerde failin kim olduğunu herkes biliyor. Üç beş devrimci, üç beş iyi insan çaresizce mücadele etti, ediyor sistemin sahibi bu kronik katillerle… ‘Hukuk iktidarların fahişesidir’ derken doğruyu söylüyordu Bakunin ve Bakunin’in bu sözünü yüksek sesle dile getiren herhangi biri tehlike altındadır. Belirli bir zümrenin çıkarlarının korunması üzerine donatılmış, kuşatılmış, dizayn edilmiş bir yerde asla ve asla hukuk ve adalet doğru çalışmaz, önemsiz istisnalar hariç. O yüzden Ezgi’nin ölümüne sebep olan ama dışarıda özgürce dolaşan o alçağın yeryüzündeki varlığının sona ermesi gerekiyordu, öyle de oldu. Şiddete karşı şiddetle (haklı bir şiddet bile olsa) cevap vermenin düşünce dünyamda yeri yok ama hislerimde çoktan yer buldu kendine bu, benden bağımsız. Bu tip ülkelerde aydın olmak acıyı daha derinden yaşatır insana. Bilirsin, şiddete karşı olan birçok aydın, Suç ve Ceza’yı okurken içlerinde bir yerde Raskolnikov’u haklı bulurlar. Onunla kendilerini özdeşleştirirler. Yani her şey felsefi açıdan olması gerektiği gibi işlemez bazen.”


“Ne demek istediğini anlamadım babacım? Sen böyle şeyler söylemezdin, bu senin tarzın değil. Ejder denen o katil, aşırı doz uyuşturucudan ölmedi mi, bir ormanda bulunmadı mı cesedi?” dedi Beste, endişeyle uzandığı yerden doğrularak.


“Tabii ki öyle oldu kızım, başka ne olabilir ki? Biz de sosyal medyadan öğrendik her şeyi. Hak ettiği şekilde ölmüş. Adaleti hukuk değil, beslendiği düzenin kirli elleri sağlamış… O hem bir burjuva hem bir kullanıcı hem de satıcıydı… Ama artık ölümden bahsetmeyelim… Beraber daha çok zaman geçirmeliyiz. Kendini görünmez halatlarla bağladığın şu İstanbul’dan kurtar ve yanıma gel veya daha yakın bir şehre. Olmaz mı?” dedim yedekte beklettiğim bir düşü uyandırarak.


“Benim işim ve bütün iş çevrem burada baba, tekstil, tanıtım ve reklam sektörünün merkezi burası. Başka bir yerde yapamam ki. Bu düzeni kuramam, sen de biliyorsun. Sen gelsene yanıma, buraya taşın, o kasabadan farkı olmayan küçük şehirde ne buluyorsun bilmiyorum.” dedi Beste tatlı bir öfkeyle. İyi fikirdi. Onun olduğu yerde daha huzurlu olabilirdim. Üzerime sinen ve gitmek bilmeyen bu ölüm kokusundan sıyrılabilirdim.


Beste, benden daha sitemliydi fazla görüşemediğimiz için, haklıydı da. Birbirlerine sevgi bağıyla bağlı olanların yeterince görüşememesi yeniçağın en berbat şeylerinden biriydi. Son yıllarda çözümsüz bir bohemin içinde kaybolmuştum. Onu ihmal etmiştim, o da beni. Sadece onu değil annemi ve dostlarımı da. Güçsüz ve karmakarışık bir adama dönüşmüştüm. Öfkemden başka elle tutulacak hiçbir şeyim kalmamıştı. Hayatıma yerleştirdiğim felsefeden uzaklaşmış, vasıfsız bir ölümlü olmuştum. Bunun geçici bir durum olduğunu düşünüyordum. Geçicilik ne kadar sürer, bilmiyorum. Tek bildiğim geçiciliğin hâlâ devam ettiği.


“Annenle görüşüyor musun? Neler yapıyor, iyi mi?” dedim konuyu değiştirmek için.
“İyi annem, biliyorsun o da emekli oldu. Zaman buldukça geliyor yanıma. Üstelik günlerce kalıyor. Senin gibi değil, sen sıkılıp kaçıyorsun hemen. Ayrıca farkında olmadığımı sanma, biriyle görüştüğünü biliyorum. Ondan bahsetmek ister misin?” dedi meraklı gözlerle. Tekrar konuyu değiştirmek istedim ama aklıma o an bir şey gelmedi. “Şey” diyebildim sadece.


“Annende de olduğu gibi ben ilişkiler konusunda başarılı biri değilim sanırım. Aşk beni gördüğü yerde arkasına bakmadan kaçıyor. Ben de kovalamıyorum zaten onu, arkasından bir müddet baktıktan sonra yolculuklara çıkarak tedavi olmaya çalışıyorum. Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum. Trenlere binip şehir şehir dolaşıyorum. Bahçesinde çınar ağaçları olan istasyonlarda inip kuşlarla konuşuyorum. Karanlık basınca eski bir otel bulup orada sabahı bekliyorum. Başka uzak bir şehre bilet alıyorum yabancı olduğum otogarlardan. Yolculuk boyunca otobüslerin homurtularını dinliyorum. Buharlaşmış camlarına anlamsız şekiller çiziyorum. Uzun süre insanlarla konuşmamaya çalışıyorum. Ağaçlarla ve otlarla konuşmak daha hakiki geliyor bana. Bazen iyileşir gibi oluyorum ama ne zaman elime bir kitap alsam tekrar başlıyor içimdeki sonsuz başkaldırı. Kitabın kapağını açmasam bile başkaldırı çalışmaya devam ediyor. Tanımlayamadığım bir duygu beni ok gibi fırlatıyor dünyanın dışına. Issızlık böyle yükseliyor bende işte. Bir ıssızlık öyle kolay yetişmiyor, gördüğün gibi. Karşında ıssızlığın kökenine inmiş ve orada esir kalmış biri var kızım, bu da sizin baba şansınız. Bendeki bu şeyi ilk kez başka birinden duyduğumda, yani bana ‘sende gördüğüm en belirgin ve en korkutucu şey ıssızlık,’ dediğinde ürpermiştim kendimden. Sonra başka başka insanlardan da duydum benzer şeyleri. Ürpertim daha da arttı. Yakınlaştığım insanları üzdüğümü fark ettim. Duygu borçlu olduğum bütün kadınlar bu yüzden uzaklaştılar benden.”


Beste, yüzüme bir yabancıya bakar gibi bakıyordu. Hem hayret hem de sevgiyle doluydu bakışları. Benden ilk defa duyuyordu bu tür sözleri. Çünkü biz beraberken hüzünden çok neşe uğrardı bize, çiçeklerin diliyle yapılırdı sevginin şölenleri… Derinliğin kapanış saatleriydi bunlar. “Seni bütün ıssızlığına rağmen çok seviyorum, baba.” dedi. Yanımdan kalktı ve birer kadeh huzur doldurdu üçümüze. Ama Ezgi öbür koltukta çoktan uyumuştu.


Ömre bedel birkaç saat daha dolaştık, sadece babalar ve kızlarının yaşadığı masumlar vadisinde. Sonra uyku teslim aldı Beste’yi. Uyurken onu izledim, yüzünde yürüyen şiir parçacıklarını. Okudum onları. Uçurumdan uzak sözcüklerin şöleni vardı. Bitmeyen anlamların çıkardığı melodileri dinledim. Beste’yi ele geçiren uyku, bu kez bana yöneltti oklarını, karşımdaki üçlü koltuktan bir şeyi haber verir gibi işaretler yolluyor. “Seni anlamıyorum, ne diyorsun?” dedim. “Bekliyorum,” dedi. “Neyi?” dedim. “Biliyorsun!” “Bilmiyorum.” Aslında biliyordum, uyku; uyku numarası yapıp hatırlayış ordularını üzerime salacaktı yine.


Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (7)

5.0

100% (7)

Issızlığın kökenine yolculuk Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Issızlığın kökenine yolculuk yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ISSIZLIĞIN KÖKENİNE YOLCULUK yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
YANILGI USTASI
YANILGI USTASI , @yanilgiustasi
23.10.2025 22:43:01
5 puan verdi
Tanıdık bir yoldan geçmek gibi ya da aynı resme bakıp aynı düşte gezinmek gibi .Resimdeki gerçeklik belleğimizde derin bir yara , sosyal gerçekliklerimiz gibi .

Duyarlı yüreği kutluyorum .
Selam ve muhabbetle.
Jüli d.
Jüli d., @efemera
19.10.2025 20:56:40
5 puan verdi
Evlenmek kolay da anne baba olduğunuzda onları güvende tutmak çok zor. Tehlike o kadar çok yerden geliyor ki.

Romanın bitmiş hâlini merak ediyorum. İnce işçilik.

Kolay gelsin Metin Bey.

İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
19.10.2025 19:31:50
5 puan verdi
duyarlı yüreğinizi kutluyorum
Etkili Yorum
Hüzünlü peri
Hüzünlü peri, @huzunluperi
19.10.2025 15:36:55
5 puan verdi
Merhaba..
Ne kadar dokunaklı, ne kadar hakikate yakın bir metin…
“Issızlığın Kökenine Yolculuk” yalnızca bir yazı değil,
bir ruhun kendiyle yüzleşmesinin, kayıplarla insan kalabilmenin destanı gibi.
Her cümlesinde, hem bir baba hem bir insan olarak yaşamanın ağırlığı var.

Yazar, kelimeleriyle sadece duyguları değil,
adaletsizliğin, kaybın, vicdanın ve toplumsal çürümüşlüğün izini sürmüş.
Gerçeği, felsefeyle yoğurup bir edebiyat mirasına dönüştürmüş.
“Derin yalnızlık” bile onun kaleminde estetik bir bilgelik kazanmış.

Şule Çet’in ve Rojin Kabaiş’in anısına yazılmış olması,
bu eserin yalnız edebî değil ahlâkî bir tanıklık da taşıdığını gösteriyor.
Bir yazar hem yaşar hem tanıklık eder — burada her iki yönü de ustalıkla işlenmiş.

Bugün bu metnin “Günün Seçtiği” olması hiç şaşırtıcı değil;
çünkü seçilen aslında bir yazı değil, bir vicdanın yankısı.

Yüreğinize, emeğinize, kaleminizin cesaretine sağlık…
Okuyanın içini sarsan, düşündüren, hatırlatan bir metin bırakmışsınız bize.
Edebiyatın en kıymetli görevi de zaten budur.

Saygıyla,
Peri Feride
Şairin_Kalemi
Şairin_Kalemi, @sairin-kalemi
19.10.2025 12:59:13
5 puan verdi
Tebrik ederim, bize bu kadar güzel bir kesit okuttuğunuz için de teşekkür ederim.
Tüya
Tüya, @tuya
19.10.2025 12:46:37
Dün okuduğumda bu fotobiografik hikayeyi, bir kaç kez git gel yaptım başına, ortasına ve sonuna. Boğazımdaki düğümler, gözlerimdeki buğu ne tam uzaklaştırdı beni buradan, ne de tam olarak anlamamı sağladı. Sonunda pes ettim. Uzaklaştım sayfadan.

Şimdi de, hem içindeyim hem de dışında bu alacalı atmosferin. Bireysel ve toplumsal bir acının tam ortasına düşüyorum yeniden. Keder, benim kederim oluveriyor...
Katlanılamayacak denli ağır bir keder bu tabii; susulamayacak denli bir öfkenin girdabında olmamak ne mümkün. Ah hele hele söz konusu olan evlatsa...

Bu durumda ne denir bilmiyorum, beceremiyorum hiçbir zaman, ama...
Başınız sağ olsun acı kaybınız için. Ve size, tüm kalbimle, sabırlar diliyorum.

Ve iyi ki yazıyorsunuz; yamzanın iyileştirici yanı vardır çünkü, bilirim...

Çok saygılar, sevgiler olsun kaleminize,
Selam ile.
Billur T. Phelps
Billur T. Phelps, @billurt-phelps
19.10.2025 01:45:47
TEBRİKLER!
Beyzade
Beyzade, @beyzade2
19.10.2025 00:06:52
Tebrik ediyorum. Saygılarımla.
C.Mıhcı
C.Mıhcı, @c-mihci
18.10.2025 22:17:17
Son pasajı okurken aklıma Filistin’de,Ganj’da,dünyanın her yerinde ölü çocuklar geldi aklıma,bir de kızım,şairin dediği gibi;
“Gülümse gamzende bir körfez büyüsün”…

Emek- sermaye sınıf savaşı devam ediyor,yaşamın politikliği en çok kadınlara,çocuklara yansıyor.
Romanı bitirmen dileği ile
Metin dost.

Kalemine sağlık.

C.Mıhcı tarafından 19.10.2025 00:11:11 zamanında düzenlenmiştir.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL