0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
125
Okunma
Süfyân es-Sevrî – Hakikat Uğruna Direnen Kalem
Yazar: Murat Kerem
Kûfe’nin Fırtınalı Ufukları
Zaman değişmişti.
Kûfe’nin sokaklarında artık yalnızca ilim değil, korku da dolaşıyordu.
Sarayın gölgesi halkın üzerine düşmüş, âlimler ikiye ayrılmıştı:
Kimisi susmayı tercih ediyor, kimisi konuştuğu için susturuluyordu.
İşte o karanlık dönemde bir isim parladı:
Süfyân es-Sevrî (r.a.)
Kûfe mektebinin hem ilmini hem vicdanını devralan bir yıldızdı [1].
Ne sükûtu tercih etti, ne de saraya yaklaştı; o, hakikatin tarafında kalmayı seçti.
Bir Âlimin Kalbi, Bir Dervişin Duruşu
Süfyân, Kûfe’nin fakihlerinden, muhaddislerinden, sûfîlerinden ders aldı [2].
Ama hepsinden çok, vicdanından ders aldı.
Bir gün öğrencilerine şöyle dedi:
“İlim, seni dünyaya bağlarsa hastalıktır;
seni Allah’a yaklaştırırsa şifadır.”
Bu cümle, onun hayatının özeti gibiydi.
Zenginlik teklif edilince yüzünü çevirdi,
mevkî teklif edilince uzaklaştı.
Hükümdarlar mektuplar gönderdi; o ise onları açmadan yırttı [3].
Çünkü biliyordu:
Bir âlimin kalemi satılırsa, ümmetin vicdanı susar.
Sarayla Arasındaki Mesafe
Bir gün Abbâsî halifesi onu kadı tayin etmek istedi [4].
Haberi getiren görevliye Süfyân yalnızca şunu söyledi:
“Kalemim hür kalacaksa, adaletim de hür kalır.
Ama siz kalemimi satın almak istiyorsunuz.”
Görevli şaşırdı:
— “Efendim, bu makam sizin gibi bir âlime yakışır!”
Süfyân gülümsedi:
“Zincir altından olsa ne çıkar, sonuçta zincirdir.”
Bu söz halk arasında bir atasözüne dönüştü.
Kûfe’nin çocukları onu anlatırken, “Zinciri altın görmeyen adam” derdi [1].
İlmin Direnişe Dönüştüğü Gün
Bir gün Kûfe mescidinde öğrencileri etrafında toplanmıştı.
Süfyân mushafı önüne koydu, derin bir nefes aldı ve dedi ki:
“Bu kitabı okuyan, zulme susarsa;
kelimeleri ağzında taş olur, yutamaz.”
Kalabalık sessizleşti.
Çünkü o gün, ilim bir ders değil, bir direniş manifestosu olmuştu [2].
Süfyân’ın ilmi yalnız fetva değil, vicdanın sesi idi.
O, hakikat uğruna kırbaçlanan İmam Ahmed’in öncülüydü;
zincirlerle değil, kelimeleriyle savaşıyordu [3].
Kaçak Bir Âlimin Yolu
Halife onun hakkında tutuklama emri çıkardı [4].
Süfyân Kûfe’den gizlice ayrıldı.
Basra’da, Mekke’de, Şam’da dolaştı.
Ama nereye gittiyse, ardından halkın duası gitti.
Bir gün Mekke’de, Kâbe’nin gölgesinde talebelerine dönüp dedi ki:
“Kaçıyorum ama korktuğum için değil;
çünkü kalemimin hürriyeti, benim nefesimdir.”
O, kaçarken bile öğretiyordu:
İlmin sahibi korkmaz;
ama zulmün önünde eğilmektense, dağda yalnız kalmayı tercih eder [5].
Zühdün İçinde Fırtına
Süfyân es-Sevrî yalnızlıktan korkmadı.
Bir gece ellerini semaya kaldırıp ağladı:
“Rabbim, insanlar beni unuttuysa, sen an!”
Ve o gece Kûfe’nin semasında yıldızlar daha parlak görünmüştü [1].
Talebeleri yıllar sonra onu anarken şöyle dediler:
“O, fıkhın aklıydı; takvânın kalbiydi; direnişin diliydi.”
Kûfe Mektebi, Süfyân’la birlikte yeniden canlandı:
İlim, adalet ve özgürlük bir kez daha aynı masada buluştu.
Bir Mektebin Mirası
Yıllar sonra Ebû Hanîfe’nin mektebinde Süfyân’ın sözleri yankılandı [2].
Belki doğrudan ders vermemişti; ama duruşuyla ders olmuştu.
Kûfe Mektebi’nin ruhu ondan Ebû Hanîfe’ye,
oradan Mâlik, Şâfiî ve Ahmed’e aktı [3].
Her birinin kaleminde bir nebze Süfyân’ın korkusuzluğu,
bir nebze Alkame’nin vakarını,
bir nebze Esved’in takvâsını buluruz [4].
Hakikat Uğruna Eğilmeyenler
Süfyân es-Sevrî bir ömür hakikatin tarafında yaşadı.
Arkasında sadece kitaplar değil, bir duruş mirası bıraktı.
Bugün biz onun hikâyesinden şunu anlıyoruz:
“Gerçek âlim, ne alkışa muhtaçtır ne korkuya yenik.
O, yalnız Allah’ın rızasını ölçü alır.”
Kûfe Mektebi bir şehirde doğdu;
ama bir ümmetin vicdanında yaşamaya devam ediyor.
Alkame’nin edebiyle, Esved’in takvâsıyla, Süfyân’ın direnişiyle…
Hepsi birleşip tek bir cümlede özetleniyor:
“İlim, hakikate yürüyenlerin sancağıdır;
rüzgâr eğse de, kökü secdede kalır.”
Kaynaklar
[1] Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c.7
[2] İbn Sa‘d, Tabakātü’l-Kübrâ, c.6
[3] İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, c.7
[4] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, c.2
[5] Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal