0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
129
Okunma
O gece kahveye girerken hava keskin bir soğuktu. Ay tepede, kar yeni yağmış, yer gök sessizdi. Sobanın içindeki meşe odunları çıtır çıtır yanıyor, kahvenin içi sıcacık, dışarısıysa buz gibiydi. Kapıyı açınca yine aynı manzara: Dumanlı hava, soba etrafına toplanmış yaşlılar, masalarda kağıt sesleri, çay kaşıklarının şıngırtısı...
Ama o gece farklıydı.
Farklı bir heyecan vardı havada.
Çünkü köyün delikanlılarından biri, Veysel, o gece ilk kez açıktan konuşacaktı. Kız istemeye niyetlenmiş, niyetini babasına söyleyememiş, gelip kahvede ulu orta dökecekti içini. Belki biraz destek, biraz cesaret arıyordu, kim bilir?
Nuri Amca, sobaya en yakın sandalyede her zamanki gibi oturmuş, kahvesini dizinin üstüne koymuştu. Sigarasının dumanını tavana üfleyip, göz ucuyla Veysel’e bakıyordu. Herkes bir şeyin olacağını hissediyordu. Veysel’in eli ayağı ayrı oynuyor, çayı önünde soğumuş ama ağzına sürmemişti.
Sonunda dayanamadı, babama döndü:
“Amca... Bizim Halime var ya... Hani Muhtarın ortancası… Gönül verdik birbirimize. Anam da biliyor. Ama babam bir türlü yanaşmıyor. Oğlan bacanağın kızı diyor, kıyamıyor...”
Kahvede bir sessizlik oldu önce. Sonra hafif hafif homurtular. Birileri gülümsedi, birileri başını salladı. Birkaç yaşlı birbirine eğildi, hafiften “Hayda, bak hele sen şu işe” gibisinden mırıldandı.
Nuri Amca, cebinden kehribar tespihini çıkardı, bir iki tur çevirdi, sonra başını kaldırdı:
“Baban da haklı, sen de. Ama evlat, bu işin yolu yordamı var. Sevmek güzel, gönül işi başka. Ama önce elin ayağın düzgün gidecek. Büyüklerin sözü dinlenecek. Kız mı istiyorsun? Önce babanla konuş, sonra geliriz burada hep beraber karar ederiz.”
Veysel, başını eğdi. O an, kahvede kim varsa ona bakıyordu ama kimse onu ezmeden, küçük düşürmeden. Çünkü bu mesele, sadece Veysel’in değil, köyün meselesiydi artık. Sevenin arkasında durmak, delikanlıyı harcamamak, bu kahvenin geleneğiydi.
Bir saat geçmeden konu büyüdü. Halime’nin güzelliği, becerikliliği, Veysel’in çalışkanlığı konuşulmaya başlandı. Birkaç yaşlı hatırlattı:
“Bizim zamanımızda ne istemeler olmuştu… Babası vermezdi, gece yarısı kaçırılırdı… Ama bak şimdi, böyle düzgün düzgün konuşuyor çocuk, takdir etmek lâzım.”
Gece boyu muhabbet sürdü. Sigaralar sarıldı, çaylar tazelendi. Ama artık konu ne oyun ne siyaset ne başka bir şeydi. O gece kahvede sadece sevdanın dili konuşuldu.
Ertesi hafta… Ne oldu dersin?
Veysel’in babası, kahvede Nuri Amca’nın yanına oturdu. Bir çay ısmarladı, bir tespih verdi. Bu, razı olduğunu göstermenin köyce yoluydu. Kız isteme günü belirlendi, kahvede çerezler dağıtıldı, Halime’nin adı artık her ağızda bir tebessümle anılır oldu.
Şimdi ne zaman bir genç gözleri yere eğik otursa kahvede, birileri hafifçe gülümser:
“Biz de zamanında Halime’yi istedik ha!”
Bazı geceler, sadece sobanın değil, gönüllerin de sıcağıyla yazılır tarihe.
Ve bu köyde, aşk da önce kahvede dile gelir.
Kamil Erbil